Kur’an-ı Kerim insanları sapkınlıktan hidayete, karanlıktan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş ilâhi bir kitaptır.
Onun her suresinde insanlar için şifa vardır, nur vardır.
Allah’ın kitabı olması yönüyle her ayeti bir olmakla birlikte, bazıları diğerlerinden daha faziletli ve daha vecizdir.
İhlâs Suresi’nin Kur’an’ın üçte birine denk olduğunu bildiren hadis-i şerif bu
sözü doğrulayan örneklerden biridir.
Asr Suresi de insanlığın kurtuluş reçetesini öz bir şekilde sunan önemli surelerdendir.
“Asra yemin olsun ki, hiç şüphesiz insan hüsran içerisindedir.
Ancak iman edip salih amel işleyenler,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.”
Asr suresinin önemi
Asr Suresi’nde, her asırdaki insanlığın bunalımdan kurtuluşu,
dünyevi ve uhrevi mutluluğa kavuşmasının yolu, kısa ve özlü olarak,
adeta formüle edilmiş bir şekilde anlatılmaktadır.
Bunun içindir ki,
mezhep imamlarımızdan İmam Şafiî Hazretleri,
“Allah bu sureden başka bir sure indirmeseydi,
yine de insanlara yeterdi” buyurmuştur.
Hadis imamlarımızdan Beyhakî de, “Hz. Peygamber s.a.v.’in
ashabından iki kişinin buluştukları zaman, birinin diğerine Asr Suresi’ni okumadan ayrılmadıklarını” rivayet eder.
Yüce Allah bu surede insanın hüsranda, ziyanda olduğunu, ancak şu dört haslet ile vasıflananların bu ziyandan, kayıptan kurtulacaklarını söylemektedir.
İman, salih amel, hakkı tavsiye etmek vesabrı tavsiye etmek.
Dikkat edilirse bu esaslar, insanlığın bütün zaman ve mekânda muhtaç olduğu dünyevi ve uhrevi kurtuluşun anahtarıdır.
Yine dikkat edilirse, bu esaslarda Allah hakkı ile kul hakkının bir arada
zikredildiği görülür.
Çünkü kişinin nefsini kemale erdirebilmesi iman ve salih ameller yoluyla mümkündür ve bu, Allah hakkı ile ilgilidir.
Başkasını kemale erdirmesi de hakkı ve sabrı tavsiye etmesiyledir ki,
bu da kul hakkı ile ilgilidir.
İnsanlığın mutluluğu da aslında birbiriyle kopmaz şekilde irtibatlı bu
iki hakkı yerine getirmesiyledir.
Asr’ın manası ve Allah’ın Asr’a yemin etmesinin sebebi
İslâm bilginleri Asr kelimesinin, zaman, güneşin tam tepeye yükselmesinden sonra batımına kadar olan zaman, ikindi namazı, Hz. Peygamber s.a.v. ve ümmetinin içinde bulundukları zaman manalarına geldiğini ifade etmektedirler.
Acaba Yüce Allah kendi yarattığı bir şey olan Asr’a/ zamana niçin yemin etmiştir?
Eğer Asr’ı genel anlamıyla zaman olarak alacak olursak, bunun sebebi akıl sahipleri için onda Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden sebeplerin olmasıdır.
Büyük İslâm bilgini Fahreddin Razî bunu, zamanda bulunan çeşitli özelliklere bağlar.
Çünkü genişlik, darlık, sıhhat, hastalık, zenginlik ve fakirlik zamanın içinde bulunmaktadır.
Bu kadar özelliği bünyesinde bulunduran zamana dikkat çekmek için kendisine yemin etmek son derece doğaldır.
Yine mesela insan ömründen bin sene faydasız işlerle geçse de son anda kişi mutluluğa kavuşsa, ebedi cenneti kazanacaktır.
Yani bir anlık zaman bile insan için bu kadar değerlidir.
Aslında zamanda bir kusur yoktur.
Kusur, o zamanda yaşayan insandadır.
O halde Cenab-ı Mevlâ’nın bir anı bile bu kadar değerli olan bir şeye yemin etmesi tabiidir.
Eğer Asr’ı, güneşin tam tepeye yükselmesinden batımına kadar olan zaman olarak alacak olursak,
bu yeminin sebebi, insan ömrü ile bu vakit arasındaki ilişki olabilir.
Çünkü, güneşin tepeden inip batmaya yüz tutması gibi,
insan ömrü de devamlı geçmekte,
sanki batmaya yüz tutmakta, bu haliyle de hüsranı ifade etmektedir.
İşte Allah, güneşin batımındaki zamana yemin ederek, insanın ömründen az bir zaman kalsa bile
(güneş batmaya yüz tutsa bile) , henüz vaktin geçmediğini, kalan vakitte tevbe ile Allah’a dönmek için
vaktin bulunduğunu hatırlatmaktadır.
Asr’ı, ikindi namazı olarak alacak olursak Yüce Allah, faziletinden ve üstünlüğünden dolayı
Asr’a yemin etmiştir.
Çünkü ikindi namazı orta namazdır.
Allah, Kur’an’da “namazlara ve bilhassa orta namaza devam edin”
buyurarak namazlara devam etmemizi emretmiş, orta namazı ayrıca zikrederek önemine işaret etmiştir.
Eğer Asr’ı, Hz. Peygamber s.a.v. ve ümmetinin içinde bulundukları zaman olarak alacak olursak,
bu takdirde Asr’a yemin etmenin manası, “senin içinde bulunduğun zamana yemin olsun” olmaktadır.
Nitekim Allah “bu şehre yemin olsun” ayetiyle Hz. Peygamber s.a.v.’in mekânına;
“ömrüne yemin ederim ki onlar sarhoşluk içinde bocalıyorlar”
ayetiyle de Hz. Peygamber s.a.v.’in ömrüne yemin etmiştir.
İşte Asr Suresi’nde de O’nun zamanına yemin etmektedir.
Bu da Hz. Peygamber s.a.v. ve ümmetinin Allah katındaki değerine işaret etmektedir.
Hüsran ve insanın hüsranda oluşu
Surede geçen, “muhakkak ki insan hüsrandadır” sözündeki husr/hüsran, noksanlık, alış verişte aldanmak, helâk olmak, sapıtmak, eksik yapmak, zayi etmek, helâk etmek manalarındadır.
Buna göre İslâm bilginleri insanın hüsranda olmasını,
ukubat ve ceza, şer ve kötülük içinde olması ile izah etmektedirler.
El-insan kelimesinin başındaki elif-lâm takısı da Arapça’da cins manasındadır.
Yani bununla bir insan değil, insan cinsi kastedilmekte ve bütün
insanların hüsranda oldukları anlatılmaktadır.
Bunun manası da şudur:
İnsan hüsran halinden hiç ayrılmamaktadır.
Çünkü insan,
ömründen giden her saatte ya iyilik ve ibadette, ya da kötülük ve isyandadır.
Eğer kötülükte ise zaten bu apaçık bir hüsrandır.
Eğer iyilikte ise mutlaka ondan daha faziletli bir iyilik ve ibadet vardır.
İşte bu daha faziletli olanı elden kaçırması da kendisi için bir hüsran olmuştur.
Demek ki insan her durumda hüsrandadır.
Bazı İslâm bilginleri, “el-insan kelimesi ile kâfir olan insan kastedilmiştir” de demişlerdir.
Çünkü hemen sonra “iman edip salih amel işleyenler” sözü ile müminler istisna edilmiş
ve hariç tutulmuştur.
Yine şöyle de denilmiştir:
İnsan bir müddet yaşadıktan sonra
ihtiyarlayınca gençliğindeki amel ve ibadetleri yapamamasından dolayı noksanlık ve hüsran içerisine girer.
İşte bu da bir hüsran halidir.
Ancak müminler bundan da müstesnadır.
Çünkü, müminlerin gençlik ve sıhhat zamanlarında yaptıkları ibadet ve taat, ihtiyarladıklarında da yazılmaktadır.
İslâm uleması, hüsran manasındaki “husr” kelimesinin Arapça nekre,
yani elif-lamsız gelmesinin tazim yani büyüklük ifade ettiğini söyler.
Yani insan o kadar büyük hüsran içerisindedir ki, hakikatini yalnız Allah bilir.
Hüsrandan kurtulabilmek için de aşağıda izah edileceği gibi Asr Suresi’ndeki bu prensiplerin yerine getirilmesi icap eder.
Yalnız burada, insanın hüsranda olması ile en güzel surette yaratılması arasında bir zıtlık düşünülmemelidir.
Çünkü, yaradılış olarak güzelliği, bedeninin, azalarının, aklının vs. güzel olmasıdır.
Hüsranda olması ise, nefsinin ahvali ve kötülükleri bakımından
hüsrana düşmesidir.
Hüsrandan kurtulanlar
Surede, insanın hüsranda olduğu yemin ile ifade edildikten sonra iman edenlerin, salih amel işleyenlerin, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin bundan hariç tutulduğu zikredilmektedir.
Yani hüsrandan kurtulmak için bu dört vasıf ile vasıflanmak şarttır.
İmanın ne olduğu hepimiz tarafından bilinmektedir.
İmanın altı şartına inanarak Kur’an-ı Kerim’de zikredilen ve
Hz. Peygamber s.a.v.’in getirdiği bütün esasları tasdik eden kişi mümindir.
Salih amel de kısaca Allah’ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmaktır.
Allah’ın rızasını gözeterek yapılan her iş salih amel kapsamı içine girer.
Tavsiye, vasiyet, kişinin öğüt ve nasihat ile başkalarını hayra ve iyiliğe teşvik etmesidir.
Hakkı tavsiye etmeye gelince, buradaki hak sözü, iman ve iman üzerindeki sebat ve devamlılık halidir.
Sabrı tavsiye etmeye gelince de sabır, sadece insanın nefsini yapılacak şeylere yöneltmek ve terkedilecek şeylerden men etmek değildir.
Bilakis gizli ve açık Allah’tan gelecek her şeye razı olmaktır.
Bu da üç şekilde tezahür eder: İbadetleri yerine getirmek için,
haramlardan-yasaklardan kaçınmak için ve belalara karşı koymak için gösterilen sabır.
Hakkı ve sabrı tasavvufî manasında ele alacak olursak, buradaki “Hakkı tavsiye etmek” ibadet rütbesinden ibarettir ki, o da kulun Allah’ın razı olduğu işleri yapması ve bunun sonucunda Allah’ın kuldan razı olmasıdır.
“Sabrı tavsiye etmek”
ise kulluk rütbesinden ibarettir ki, o da kulun Allah’tan razı olmasıdır.
O halde hüsrandan kurtulup dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmak için iman edip salih amel işlemek ve Hakkı ve sabrı tavsiye etmek suretiyle kulun Allah’tan, Allah’ın da kuldan razı olması ile rıza makamına ulaşmak şarttır.
Bu da nefsin “radiye” ve “marziye” makamlarına ulaşması ile mümkündür.
Bunlar da “fena” ve “beka”dan sonradır ki, kâmil bir mürşid elinde “seyr u süluk” yapmadan elde edilmesi mümkün değil denecek ölçüde zordur.
Sonuç
Görüldüğü gibi Kur’an-ı Hakim, Asr Suresi ile insanlığın kurtuluş reçetesini dört esasta toplamıştır:
İman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye etmek.
Tarih boyunca filozofların, din ve bilim adamlarının üzerinde fikir yürüttükleri ve tespit etmeye çalıştıkları kurtuluş esaslarını Kur’an, üç ayet ve dört madde ile ortaya koymaktadır.
İnsanoğlunun hüsrandan kurtulması, dünya ve ahirette huzurlu ve mutlu olması için Kur’an’da ve özellikle Asr Suresi’ndeki esaslara uymaktan başka çaresi yoktur.
Asrımızı yitirmemek için bu esaslara sıkı sıkıya bağlanmaya muhtacız.
Kaynak:
Semerkand Dergisi
Mehmet Akif Ersoy bu surenin tefsirini kısa ve veciz bir şekilde şöyle yapmıştır:
“Halikın nâ-mütenâhî adı var en başı Hak!
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.
Hani ashâb-ı kiram ayrılalım derlerken,
Mutlaka sûre-i ve'1-asr'ı okumuş bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh,
Başta imân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh…
Sonra hak, sonra sebat: İşte kuzum insanlık…
Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsran artık…”
(Safahat, 419)
Tuba GürdereKayıt Tarihi : 18.11.2012 14:54:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Saygılarımızla
facebook.com/sadebirsevgi
TÜM YORUMLAR (1)