Bir yalnızlık sesi bu, yalnız düşüncelerin yorgunluk sesi bu, çoğu zaman unutulmuşluğa adım atar, çoğu zaman da kendinden ürkerek dağılırcasına kaçaklardan biri olur, gün gelir korkusuzluk korkusu ile başı dumanlı dağlarda bulur kendini, gün gelir yalnızlığını gömer yalnızımsı hislerle, o bir kaçaklık kaçkınıdır, o bir yalnız, o bir ürkek ama o sevdiğine 'sakla beni' diyecek kadar da sevdanın mahkumudur, acımasızdır hayat, acımasızdır yaşam ama acı çekmekse yaşam içinde varım der geçerim diyebilendir o sevdasına...
Hayat böyle devam eder mi bilinmez ama o da bu hayatta yalnız değildir, çünkü hayat acı çekenlerle doludur...
Her gün böyle nefes alanlarla doludur hayat veya yaşam...
Sonuç ise 'sakla beni sevgili' cümlesinde düğümlenir...
Koyu bir ağıt düştü bunca senenin ardında kalan bu sevginin ardından, sadece bir heves miydi yoksa köklenecek ve de bu günlere uzayacak bir sevda özlemi miydi bu ilk defa seni sevdim demeler?
Affı olmayan ve de parçalanmış yaşam kesitlerini süsleyen bu an zamanlarının peşi sıra gelen bir utku muydu bu sevdanın ilk yaşam heceleri…
Alaca karanlık yaşam kesitlerinden sıyrılan mutluluklardı belki de bu günlere kalplerimizi bağlayan…
Bu günlere uzayan mutluluk kesitlerini ise hâlâ tükenmesi için sallamalarımızın boş olduğu yılları yok saymak da imkânsızdı belki de…
Vur vurabildiğine, vurul vurulabildiğine ile geçen tüm zamanları inkâr edemesek de gözü yaşlı günleri yaşarken hayıflandığımız tüm yaşam kesitlerinden de pişmanlık duyamazdık aslında, bu günlere acılarla uzanmış yok sayamadığımız sevgimizi aslında koltuk altlarımızda saklarken de duyduğumuz o buruk hazzı şimdilerde tarif etsek işte yine o buruk sevinçler kaplar benliğimizi ki asla pişmanlıklar da aklımıza gelmez derken bile, vaz geçemediğimiz o hayatımızdaki yaşam karelerini gün gelir özler hâle gelmişsek eğer bağımlılık yapan o sevginin aslında direklerinin altında kalmamızdır özlemin temeli…
Vaz geçemediğimiz nefeslerdir aslında bu yaşam kesitimiz…
Şayet körü körüne bir sevda olsaydı basar üstüne geçer dememiz de an meselesi olurdu…
Aslında belki bu günlerde bunun anlamına özlem deriz belki de… Körü körüne bir bağ değildi bu derken sadece sadakatin varlığını yüzümüzde bir şamarla hissederiz…
Çarpık düşünceler ve de çapraşık düşüncelerin birbiri ile çarpışmasıydı belki de bu güne kadar yaşamda geçen zaman…
Hangi soruların cevabı hangi mantıkla verilecekti?
Sadece sevmenin kutsallığında kalan düşünceler miydi, yoksa hayatın basıp geçtiği benliğimize sığan oyunlar mıydı?
Bir gece ansızın kapının durmayasıya çalınmasıyla daldığın geçmiş düşlerinden, farkındasızlıktan kurtulurken, kapı zilinin son kez çalınmasıyla daldığın düş yorgunluğundan kurtuldum… Sanki…
Açılan kapının ardından merdiven sahanlığına baktığımda ayaklarım artık bedenimi bir anda taşımaz oldu…
“Yine benim gelen” dedi, “yine ben geldim, kopamadım karanlığımın tek ışığı olan senden” derken kollarını korkuyla boynuma doğru uzatıyordu…
Uzak ihtimallerin en uzağındaki bir gelişti bu, tüm düşüncelerimi bir anda ters çeviren gölgeyle ışığı karıştıran…
Belki de hayatın zor zamanlarının umulmazını yaşıyordum, tüm karanlıkların ardında kalan ışık, tüm boşluktaki düşüşlerimin dibiydi. Bu bir anlık düşünce zamanı ki “ben yine geldim” cümlesi şaşkınlığın tepe taklak yolculuğuydu belki de…
Ne kadar da zormuş hayatın dikenlerini avuçlamak…
Koşulsuz sevmeyle, kurgulara bulanmış bir sevginin ardında kalan haklılık onur ve gururunu yaşamak da kolu kırılmış bir beden gibi, kanadı yolunmuş bir serçe titreyişleri gibi, hayatın zor adımlarında kulvarlarda koşmaktı içime için için sığmayan bedenim ki hâlâ savrulmalara, sürtünmelere karşı savaş veren… Bir beden…
Yarınları olmayan bir yaşanmışlıkla dolanmalardı bu sevginin etrafında, yoksul, kırgın ve hayata büzüşmüş bir bedenin fulü ve donuk bakışlara sahip bir bedenle yaşamı ıskalamaktı belki de bu amaçsızlık sevgiye direnmekten başka korkusu kalmayan bir yaşamda var olmaktı, bu yalnızlığın çerçevesine sırlanmak…
İmkânsızlıkların içinde bir bocalayıştı bu sevgi çemberindeki devinimle dönüşler…
Her yaşam gücünün her nefeslik saniyelik yaşam, sadece sevgiye sadakatle dönerken, sadece bükülmüş bir belin ağrıları kalıyordu geriye off sesleri, vayy titreyişleri arasından…
Dar zamanların dar nefeslerinde sancılı bir yaşam artığıydı bu bekleyişler…
Ne bekleniyordu bu koşu bandındaki çaresizliklerle koşuşturduğumuz zamanlardan?
Yeniden dönüş, yeniden el tutuşmalar veya süre gelen kopuş sahnelerindeki çaresizliklerle baş etmeler miydi yüreğin arayışları?
Aslında zordu yalnızlıklarla kopuş sahnelerinde nefes almalar…
Bağışlanmaz bir pişmanlıktı belki de aslında…
Zordu ağlamak, sevgili dediğinin omuzlarında ağlamak, aslında çok kolaydı kendi kendine sevgiliyi düşünerek ağlamak, çoğu zaman hayat boyu süren bir devinimdi bu düşsel yaşamda...
Örtündüğümüz hep sağ yanımızdı, hep solumuzdu açık kalan, yaralanan, acılarda saklanan, hep üşüyen sol yanımızdı, yırtılırcasına parçalanan da acıların içinde sevgi sözcüklerinin gömüldüğü yer de sol yanımız, böğrümüzdü, duramayasıya sevdalarla avunan, özleyen, daralan, sabretmesini bilerek içine içine, en dar cidarlarına kadar sevdayı gömendi…
Kendine göre hep ötekiydi o ve hep ötede kalan hissetti kendini, hep yoksul, hep darda, hep bekleyendi, sevgiye sevmeye dair küçücük sevgi sözü, küçücük sevgiye dahil ihtimamdı içine sinmek isteyen…
Neden hep ötekileştirildi, neden hep ötelerde özlemle kaldı, neden hep öteki olmanın yosunları sarıldı cidarlarına?
Her anın, her düşüncenin bir gün hesabı çıkar karşımıza, sorulan sorular olur ki çoğu cevapsız kalır ama “beni unuttun mu” sorusu vardır ki hep için için cevaplanır ve sesli söylemeye de yürek titremesi ister...
Hayat bu deyip geçtiğimiz her saniyenin izleri peşinde koşarken hep bir şarkı mırıldanırız belki ki herkesin bir şarkısı olur, işte o şarkıya sahip çıktığımız müddetçe acılanır dururuz boşluğumuzda...
Hayatın yazı vardır şüphesiz bir de kışı var ama bir de baharlar vardır ki insan yanar durur farkındasızlıkla, dertleri dert ederek, sevinçlerin içinde boğulur ve hayat devam eder beklentisiz sevgide, gün gelir unutulur çoğul yaşam kesitleri, gün gelir yaşam kesitleri tırmalar yüreği ki çaresizlik diplere atarken insanı gene de bir şarkı mırıldanır "sanadır yar sanadır bu çektiklerim" derken son diptir aslında bu yaşam kareleri, dar nefeslerle...
“Nasıl gidiyor hayat” diye ansızın bir soru düşer aklımıza, bir an…
Saklılarımızla uzar gider hayat ne kadar kalanı varsa uzayarak oraya kadar…
Gün gelir pişmanlıklar, gün gelir sevinçler birer çiçek takar yakamıza, kalbimizden söküp aldıkları ile...
Gün gelir baka kalırız düşünmediklerimiz başımıza gelip acıyan yanlarımıza yapışır, çoğu zaman yürek vurgunlarıdır bunlar, çoğu zaman da ardına bakmadan gidenlerdir bu can yanmalarımıza sebep olanlar.
Yılların çoğulunda sevinçlerimiz hep eksilmiştir, çoğul yıllarda da acılarımız çoğalmıştır, yine arkamıza baktığımız başımızı çevirirken, kömürleşen duygularımızı saklarız bedenimizin en kuytusuna, işte orası yüreğimizin girdaplarıdır ki depreştikçe tekrar tekrar canımızı bir kez, bir defa daha yakar...
Çoğu zaman bir soru çıka gelir karşımıza, "nasıl gidiyor hayat " diye...
Nasıl gidecek ki yaralar, berelerle çilekeş bir resim çizdirir gözlerimize...
Ama yine de ayakta kalıp severiz hayatımızı, hem de en sevdiklerimizle beraber...
Yaşam hep aldıklarını çoğu zaman geriye vermez, aldıkları da hep çoğuldur aslında ama biz tutunuruz gene de o dikenli hayatımıza gülümsemek isteyerek...
Aslında yazmak tel örgülerin arkasından bakmak gibidir, sadece beyin diplerinden fırlayan cümleleri zapt etmek için parçalanan aslında kendi benliğimizdi, nerde duracağımızı bilmeden veryansın ettiğimiz sevgi veya sevgili, oysa kendi dünyasındaki orta oyun raksındadır, haberi bile yoktur çekilen sıkıntılardan veya çektiklerimizden, oysa aynı süreç onun için de uygulanır belki da aslında belki bir köşeye sığınmış kendi gözyaşlarından kendini sakınmaktadır, sevgi bu sevmesini bileni de, bilmeyeni de ağlatır ki çoğu zaman inkâr edilir ben ağlamadım derken akan gözyaşları gizlide kalır...
Bir şiirin hep son mısrasında aradı kendini, çünkü hep acılara sondan ulaşmıştı, hep beklentileri son anda çarptı onu acılarla, hep son şanstı beklediği ve hep son sözde ölürüm diyordu, çünkü hep son sözler ayrılığa dair olurdu ama bu sefer ölüme dahil olacak galiba, çünkü “ölürüm ben sensiz" derdi hep ve böylece hep ötelerde oldu aşktan…
Vakit çok geç oldu artık, söylenmemiş tüm sözler söylenmiştir artık sana ama inanıyorum ki hiç bir söz dilimin altındaki kelimeyle ulaşmamıştır sana, o kelime ne mi diye soracaksan eğer avuçlarımın içindeki kızıllığa bak "sen orada saklısın o sımsıcak gülüşünle...”
Bazen bir resme bakarız ve başlarız kendi kendimize konuşmaya, ne söyleriz ne düşünürüz hatırda kalamaz ama son cümle mıhlanır beyin diplerimize, "bu hayat bu güzelliklerde yaşama değer" dediğimizde ise, kendimize geliriz ve tüm geçmiş sıralanır göz diplerimizde, iyisi, kahredeniyle bizim hayatımız deriz ve kendi değerlerimize değer katanları düşünürüz işte yaşam tekrar o anda başlar...
O kadar ki yanlışlara verdiklerimiz derinlerde sızlar ki, bu günlerde düşünmemek mümkün değildi, yanlışlarla var güçle savaşırken benliğimizden kaybettiklerimizdi bizi perperişan edenlerin ardından bakmak…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 15.4.2013 19:59:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!