Büyük şehirlerin olanca karanlığını aydınlatamayacak olmalarına rağmen yine de sabaha kadar o karanlığı biraz olsun aralayıp yol gösteren sokak lambalarından adres sorarak ilerleyen düşüncelerimin beni götüreceği yeri biliyordum...
Ama yine de sessizce takip etmeyi tercih ettim. Bilmediğim bir yoldan gidiyordu çünkü... Ona göre kısa bana göre meçhul bir yol... Otobanın üzerinden hızla ilerledi... Ben aceleden aralarından geçtiğim arabaları fark etmedim bile... Bir ara gözlerim viyadüklerde kullanılan uzun beton blokları taşıyan tırlara takılsa da çok fazla önemsemedim... belki de yeni yapılan tüp geçitte kullanılacaklardır deyip kendimi karşıya atıverdim. Fatih Ormanlarında ilerleyip Ayazağa’ya vardığımda, o çoktan Maslak’a varmıştı. Burası önceden köydü demek... Köy... Köy meydanını, camiyi ve kahveyi göremesem de, az ilerideki plazaların stüdyo daire aidatlarıyla Anadolu’nun herhangi bir köyündeki insanların nasıl refah içinde yaşayabilecekleri gerçeğini fark etmem zor olmadı...
Son üç hafta içinde dört kere değişen kapı numaralarına rağmen, Vedat’ın aslında olmayan evini bulmuştu... Evli değildi. Onun için hanımı açmadı kapıyı... Annesinin hemen arkasında beliren üniversite öğrencisi oğlu da yoktu ortalarda... Vedat’ın gerçekten yaşadığından bu evdeki küçük çocukların haberi olsa; ortanca kızı çok sevinirdi ve en küçük oğlu uykusu gelmiş gözleriyle yatmaya ikna edilebilirdi... Yatmıyordu çünkü..
Karısı ve çocukları gerçekten tanımıyordu Vedat’ı... Sırf o yüzden onun ailesi değillerdi. Benim tanıyor olmamın da bir önemi yoktu... Üzerinde her zaman gördüğüm kabanı, acaba kaç köşeli? Beşgen mi, altı mı sekiz mi diye aklımdan geçirip bir türlü sayamadığım... Ya da boşver sayınca ne olacak dediğim ve nerde görsem tanıyacağım kasketi askıdaydı ama... Evet... Onlar da Vedat’ın değildi... Muhtemelen şaşkın gözlerle bakan çocukların babasınındı... Hatta... Eee Daha ne duruyorsunuz der gibi duran kadının kocasınındı...
Ah be Vedat! Keşke olsaydın... Gerçek varlığınla yaşasaydın... beceremeyeceğin halde kendini kandırmaya çalışmasaydın... ne güzel ailen olacaktı şimdi... Her şeye rağmen bir çayını içip giderdim... Çayında değilim aslında da çocuklara yazık olacak ona üzülüyorum... Olmayan babalarını hiç unutmayacaklar ve bundan sonra da seni kaybetmekten asla korkmayacaklar...
Hayırdır! Ellerini diklemesine ceplerine sokup, omuzlarını öne doğru çıkartmışsın? .. Ne gelirken ki hızın kalmış ne de sokak lambalarını umursuyorsun.. Dağıtmışsın kendini... Yaptığın şey değildi yerdeki taşları tekmelemek...
Üzgünüm...
Bilirsin haklı olduğum zamanlarda konuşmak istemem...
Aslında birbirimizi tanımıyoruz... Herkesi kendimiz gibi görme alışkanlığı içinde; zekice tasarlanmış bilim kurgu filmlerini aratmayacak oyunların kahramanı olduğumuzun farkına varmıyoruz... Sebebi her ne olursa olsun etrafımızdaki insanları aradığımız zaman, onlara gerçekten ihtiyaç duyduğumuz anlarda bulamıyoruz...
Hiç dostu olmayan... Haklı olduğu zamanlarda konuşmayan bir dostum vardı... bir o farklıydı... (Allah rahmet etsin ona) Ölmeden önce öldürmüştü kendini ve herkesi ölü sanıyordu...
Dahası yok sayıyordu... Dürüsttü... kendini kandırmıyordu... Özlüyorum kendisini ama biliyorum ki huzurlu...
Çünkü o; büyük şehirlerin olanca karanlığını sevmiyordu...
Semih Suat Yücelen
Bülent ÖzdemirKayıt Tarihi : 25.5.2007 14:15:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Bülent Özdemir](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/05/25/aslinda-birbirimizi-tanimiyoruz.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!