Yüksek bir dağın zirvesinde akşam olmakta, günün son ışıkları yavaş yavaş kaybolmaktaydı. Genç adamın yüzündeki hüzün, anılarını derin yaşadığını gösterir gibiydi. Kırkbeş yaşındaydı, kumral saçları, geniş alnının üstüne düşmüştü, gözleri koyu kahverengi, burnu biraz uzun ve sivriydi. Kırlaşmış bıyığı ince olan üst dudağını örtüyor alt dudağının şeklini daha da meydana çıkarıyordu, kolları adaleli olmakla beraber ince uzun bacakları ve uzun gövdesi onu olduğundan da zayıf gösteriyordu.
Bu gün erken yatması lazımdı yarın cuma günüydü sabah günün ilk ışıklarınla yola çıkacak kasabaya gidecekti. Karşısında duran kulübeye gitmeden önce şömineyi yakmak için birkaç kuru odun parçasını topladı.
Kulübe ufaktı biri ön cepheye öbürü arka cepheye bakan iki camı vardı, kapıdan girince sağ tarafta iki duvar arasına sıkıştırılmış bir yatak sol tarafinda ise camın önünde, hem yemek hem de yazı masasi vazifesi gören tahtadan yapılmış bir masa duruyordu. Masanın hemen yanındaki dolap aynı zamanda mutfak tezgahı olarak kullanılıyordu. Yatağın tam karşısındaki duvarda zevkle yapılmış bir şömine vardı. Kapıdan içeri girildiğin de ise insanın gözüne karşıda camın hemen yanında bir sandalye ve üzerine itinayla konulmuş leylak renkli bir hırka çarpıyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla kalktı. Mayısın ikinci haftasıydı, tabiat kış uykusundan uyanmış etraf rengarenk çiçeklerlen bezenmişti. Ağac yapraklarının arasından süzülen ışıklar yeşilin her rengini tabiata sunmakla sanki yarış ediyorlardı. Acele etmesi gerekiyordu, yolu uzundu ancak akşam üstü kasabada olurdu. Hemen yola koyuldu sadece iki kişinin gecebileceği toprak yolun sağ tarafında yamaçta gizlenmiş bir orman sol tarafinda ise tek sıra ile dizilmiş ağaclar vardı. Birden kendini çocuk gibi hissetti sağ tarafta saklanmış ormanın bir ordu, sol taraftaki sıra ağacların ise onları koruyan nöbetçi askerler olduğunu düşündü. Kenarda duran ağactan kopmuş kalınca bir dalı eline aldı, sağa sola savurmaya başladı. Bir yandan bağırıyor bir yandan da görünmeyen düşmanlarlan savaşıyordu.
Burası onların beraberce isim taktıkları ormanlar köyüydü buraya düşmanlar giremezdi. Hayallerindeki düşmanlarlan savaşarak nihayat dere köyüne geldi elindeki dalı bir kenara atıp burada yemek molası vermeye karar verdi zaten öğlen olmuş karnıda acıkmıştı.
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.