AŞKİSTANBUL (bitişik yazılır)
Bir katre idin, İstanbul oldun damarlarımda
Bir Pâyitaht-ı Saltanât-ı Dergâh-ı Muallâ
Kıskandı seni Palmyra, Kraliçe Zenobia
Değişmem hiç kimselere rüşvet olsa Honoria
Korint başlıklı bir sütun ve elif gibi sevdam
Dimdik, en az Hipokratın yemini kadar sağlam
Bak, Kız Kulesi gibi üryan bu aşk-ı serencâm
İki sevdalı kıtayı ayırıp çektirme gam
Ey benim katre katre kanayan İstanbul sevdam
Yâr dili ile, tarih kokuyorsun buram buram
Sana âşık krallar ve beşeriyyeti akvâm
Savaşır kıyamete değin, yaşanır izdihâm
Boğaz’da bir mavi boncuk, değmesin diye nazar
Âşıklarınsa kendileri için zannedip, azar
Bu hâl ile hülyâlara dalar Nebukadnezar
Kral Sargon göz kırpar, Darius maniler yazar
Seni arzular, tarihe damga vurmuş Jül Sezar
Fethe kalkışır Krum, İgor ve nice işgüzar
Pontus Thomas asılır, Türkmen Bey’i buna kızar
Senin aşkınla göçler verir doğusundan Hazar
Selçuk; Mâverâdan davarlarla yörüyen enver
Kuzuları Türk gözlü, Turan gülüşlü, münevver
Maya çalmış Ahî Evranlar, Hoca Nasreddîn’ler
Tohumunu atmış Çakabeyler, Alâeddîn’ler
Sonra, Konya Ovasında büyüyen münbit başak
Bendimâhî ki, çağlayıp Toroslar’ı aşarak
Menderese yöneldi hiç durmadan koşarak
Yayıldı oğuz boyu volkan misali taşarak
Şenlendi yeni diyar, oba oba, kuşak kuşak
Yurt kurdu tüm Anadolu’da köy köy bucak bucak
Peygamber müjdesine can vermeye namzet erler
Üç buçuk asırdır Üsküdar’da kılıç bilerler
Aristo öğüt vermiş fethetsin diye İskender
Sultan Mehmed’e kısmetmiş müjdelenen fetihler
Kültür ve medeniyet için başlatmışlar imar
Sedefkâr Mehmet Ağalar ve Mimar Sinanlar
Câmîler, çeşmeler, hanlar, şu an hala pâyidâr
Bu haşmetli eserler ki, atalardan yâdigâr.
Bugün dile geldi yıllardır yürüdüğüm yollar
Canlandı çocukluğumdan kalma o hatıralar
Ah! Gözlerimde hep senle ilgili tasavvurlar
Üstünde tepinen değil!; ruhunda gezen anlar
İstanbul, sende vuslata ermiş, aşk, ışık ve nur
Arayan Leylâ’sını da, Mevlâ’sını da bulur!
Dolaştım, en kuytu sokaklar dahî billûr billûr
Müşâhidim ki, bütün semtlerin ta ezelden mâmûr
Dar sokaklı, yeşil çamlı ve tılsımlı Ada’lar
Süslenmiş bir gelin gibi safkan atlar, paytonlar
Sevdanın uzletiyle, dökülür hazan yapraklar
Hasretle andıkça, mâşûkun kulakları çınlar
Galata Kulesi’nde buluşan aşk-ı nigârlar
Karaköy İskelesinde vedalaşıp ağlarlar
Kadıköy vapurunda şiirler yazar âşıklar
Hazin ki, Ayrılık Çeşmesi hep son duraklar
Burnumda bir sızı, vapurdaki martı çığlığı
Gözden düşeyazdı damlalar, çöz bu sarmaşığı
Pürmelâl şeydâ gönül, unutmaz bu dem aşığı
Hicran dolu ruhum bir ateş, sönmez hiç ışığı
Kavuşamaz çaresiz bakışan Hisarlar, inler
Saraylar, yalılar ve konaklar ne sırlar gizler
Surlardan atılan ok misali deler kirpikler
Kaşların âğûş-siperdir sanki Hilal-i Ahmer
Bu endamda sirayet; ya Bosna, ya Galiçya’dan
Bu gözlerde ünsiyet; ya Kerkük ya Karabağ’dan
Belki, sürgün yemiş Turgutoğulları soyundan
Kan mı çekti, can mı çekti bilmem? Ey âhu handân
Güller içinde şebnem misin? Krizantem misin?
Yoksa sen Cennet Hûrilerinden mücessem misin?
Lokman Hekim’den, aşk derdine deva merhem misin?
Yoksa tâ diyâr-ı Mersin’den esen meltem misin?
Nedir bu işve-naz? Kahra güdümlü kasem misin?
Genç Osman’ı Yedikule’de boğan Kösem misin?
Tevhide yanaşmaz mezâhib-i mukassem misin?
Düşünceye labirent, duygulara deprem misin?
Bir yol bulunur; ya da açılır sana ulaşan
Hannibal değil miydi? Bu usla Alp’leri aşan
Ya başaramam, gün zindan olur, gecem perişan
Ya da günüm ziya olur, gecelerim kehkeşan
Ondört artı birlik hecelerim sarsılmaz silah
Gönül her çiçeğe konar; koynundur bana penâh
Mîmâr’a Edirnekapı’dan görünen Mihrümâh
Şaire de öyle görünür âgâh-ü feriştah
Sonra birçok beste yapar âşık sultan-ı yegâh
İçip aşkın şarabını, işler çok hadsiz günah
Melekût saf saf dizildiğinde, derinden bir âh
Çeker de, bilmem affolur mu? Bunca cürm-ü günah
İstanbul, anılır kıyamete fetih destânın
Seni asla bırakmaz, sarılıp senle yatanın
Seni fetheden, sahibi olur tüm limanların
Sen, Cebeli Târıktan- Bâb-ül Mendeb’e ummânın
Mâlikiydin, İskenderiye, Hayfa ve Mora’nın
El’an köhnemiş, âşıklar kenti rüya Sayda’nın
Kalbimin hâli, O Navarin günü gibi elîm,
O hüznü tatmış levendler kadar aşka mecâlim
Gönül Cengiz’in yaktığı şehirler kadar harâb
İster şimdi, bir ınkılâb-ı turâb, lâkin bîtâb
Bedenim ki sahra, coğrafyam gibi paramparça
Amerikan kanseri sarmış, şimdi metastazda
Gûyâ bahar istemişti; Tunus, Cezayir, Libya..
Hıdiv Kasrı selam yollar, kan ağlayan Mısır’a
Mağrib’in güzelleri sahillerden el sallar
Kırım’ın goncalarında artar solgun bakışlar
Yüzyıldır kapanmıyor şu emperyalist pandora
Payandalar yüzünden, ayağındaki pranga
Tam yüzyıl önce ayrılık rüzgârında savrulan
Şam, Bağdat, Hicaz değil mi? ırkçılıkla kavrulan
Şimdi torunlarıdır senin şefkatine kaçan
Birleşememiş Milletlerin birleştiği vatan.
Şimdi yine peydah oldu bölünme hevesliler
Oysa ekmek veren ele bile hırlamaz itler
Kıymetini bil vatanın, yoksa bekler çöplükler
Cevherin kadrini ancak cevahirler bilirler
Otoritenin tekliği esastır! Gökte ve yerde
Senin de tek başın olsa, savrulmazdın çöllerde
Boynu bükük mülteciler boğulmazdı denizde
Kasavet yerine; gün doğardı soluk benizde
Âşık, Alamut’tan, dönülmez Hadramut’u gözler
Evvel, Meraga’dan Granada’ya bakan gözler
El’an, Elhamra da, ehramlar da, maziyi gözler
Ah Gözler..! Kelimelerin düğümlendiği gözler.
Sen ağlama İstanbul, sen ağlarsan cihan ağlar
Doğu Türkistan, Keşmir, Kafkasya karalar bağlar
Yaslar tutar Balkanlar, Semerkandlar, Buhâralar
Unutma! Herkes dünyası kadar endişe duyar
Çağlarsan Tuna, Şeria, Nil ve Yenisey çağlar
Uyanır, yıllardır uykuda yatan, yeni çağlar
Şahlanır yine Maveradan yola çıkan atlar
Engin Şafak’larda neşv-ü nemâ bulan umutlar
Kurşunlar hedefe, hasretken yağmura başaklar
Ufukta dört gözle beklenen kara bulutlar var
Bilemezsin ki! Kar mı, yağmur mu, dolu mu yağar ?
Böyle sürüp gider muammalar, med-cezir aşklar..
Beyt’ül Hikme, çekirdeği sulayan ârî pınar
Nizâmülmülk’te filizler, fezâya dek intişâr,
İstanbul’dur kök salan çınarlara bayraktar
Mer’î Âlem-i Nizâm, hep size râm ve minnettar
Bu şuurda Ali Mürtezâ’lar, Büşrâ Senâ’lar,
Ve Beyzâ’lar ve Âlem-i Berzah’ta Sümeyrâ’lar
Hak olan Ba’s ve Haşr gününde hep hatırlanırlar
O Uhud gibi, Kut gibi, şanlı On Beş Temmuzlar!!!
İstanbul’um, sensin Bâb-ı Hümayûn’uma sultan
Bâbı Âli’den beri, postallardan sızıyor kan
Dinmemiş sızıntı, yüz yıldır döner durur devran
Bir provokatörün peşinde binlerce figüran
Şehirlerin pâdişâhı, coğrafyanın şiârı
“Onbeş Temmuz Direnişinin” şanlı mihmandârı
Her neye tabir etsem kâbusları, rüyaları
Bahta sen çıkarsın, tutsam da; tutmasam da zarı
İstanbul -her taşın altın-da aşk ve tarih yatar
Seni şiirde mi kaybettim? İstanbul’da mı yar?
Maşukla kavuşunca gecesi güzel İstanbul
Şiir tahtında hecesi başka güzel İstanbul
Yusuf’u Züleyha’dan sor Aslı’yı da Kerem’den
Tahir’i Zöhre’den sor Tristan’ı İsolde’den
Sor bu aşkı da, şiirimdeki beyt-i gazelden
Git, gücün yeterse, sor yine ervah-ı ezelden,
İstersen Aphrodit’ten veya İştar-ı güzelden
Ama sorma namertler meclisinde müptezelden
Dillere destan saraylarını gezdim ben biraz
Her birinde ayrı bir şa’şa, estetik ve de şaz
Topkapı’da vakur haşmet, Çırağan’da imtiyaz
Akseder Dolmabahçe’de muâyededen bir haz
Ortaköy Câmiidir, İstanbul’un güzîdesi
Nikogos Balyan’dan eşsiz bir sanat manzûmesi
Cem olmuş letâfetler; mîmârîsi, bezemesi..
Fevkalade mevkîsi, Boğaz’a nâzır kıblesi ..
Allah-ü Azîm-üş-şân, lütfedip buyurmuş ihsan
Bu muhteşem terkîbi övmeye âcizdir lisan
Sanki cennet bahçesi ki, olmasın sürçülisan
O Musavvir’i görerek secde ediyor insan
Çamlıca Camii, üst perdeden şanlı feveran
İstanbul’un ulvî tepesi semâya iktiran
Atina’dan duyulur buradan okunan ezan
Megali İdea’yı çökertip, yaşatır zindan
Kesilir Kolettis’in soyunda dinmez hezeyan
Bin yıllık Türk yurduna en manidar kat’î furkan
Boynu eğik kalır mı hiç? Bu arza vâris olan
Şimdi beni sîgaya çeker, birçok aslı Yunan
Galata Mevlevihânesi’ndeki dervişlere
Bitmez tükenmez harlı, çilehanesin İstanbul
İstiklal arka sokaklarında âşiftelere
Sonu gelmez sanılan zevk-ü safâsın İstanbul
Negatif ayrımcılıkla işsiz kalmış erlere
O, her gün kanayan yara, Kerbelâ’sın İstanbul
Sonra evrilir şehir, aşklar, şiirler evrilir
Bitmez sanılan aşka bir katre zehir zerkedilir
Bozmaz Hipokrat yeminini, her vakit direnir
Fakat korint başlıklı sütunlar yere devrilir
Gizlenir elif gibi dimdik duran minareler
Pantheon’a vâris olur simbiyöz gökdelenler
Şiirde aşk kelamına cellât olur hicivler
Âşıklar mezarlığına gömülür pörsümüş güller
Dünyanın cânânı sen, güzellikler sende icmal
Kucaklaşırız bir gün toprağında bir ihtimal
Ruhum hür olduğunda yaşarız aşkı berkemal
Gülümser Aşiyan’dan, uç aşığın Yahya Kemal
Ey güzel İstanbul! Bugün içimi döktüm sana
İçtim aşkın şarabını koynunda kana kana
Şeş-Cihet âşıklar başka başka ad verdi sana
Sen ki, Dârü'l-Hilâfetü'l Âliye’sin İstanbul
Südde-i Saadet, Belde-i Tayyib’sin İstanbul..
04.12.2019 İsmail GÜLLER
Kayıt Tarihi : 4.12.2019 00:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!