Sevdalım,
senin için,
yüreğimde filizlenen sevgi tomurcuklarını,
kalbimde alevlendirdiğim aşk ocağını,
anlatmak için masa başındayım.
Elimdeki kalemin kalbi de sızlıyor benimki gibi.
Ruhumda meydana gelen tusunaminin kükreyişiyle,
titriyor bedenimi kucağına salıverdiğim masa.
Hissediyorum, odamdaki her eşya,
her cisim gözyaşlarıma eşlik ediyor.
Çoğu zaman yaslanarak,
kendimi ayakta tuttuğum dağ gibi olan,
sandalyemin dizlerinde de derman kalmamış.
Sandalyeme her oturuşumda, vakur çehresiyle,
dimdik nasıl durulacağını bana öğreten,
kendisinden ilham aldığım duvar da mahzun bu gün.
Onun da boynu bükülmüş susuz kalan yapraklarım gibi.
Parmaklarımın arasında can çekişiyor kalemim.
“Ben bu yürek acısına tercüman olmam” diye haykırıyor.
Tüm sıkıntılı anlarımdaki, en sadık dostum:
şiir defterimin de kirpikleri ıslak.
“Yüreğindeki yaranın kanlarını,
damlatma üzerime” diye figan ediyor.
Oysa ben kararlıyım.
Sana sende yaşayan beni,
bende bulamadığım beni,
sen isimli uzay boşluğunda,
yörüngesinden çıkmış ben adlı göktaşını,
anlatacağım zor da olsa.
Seninle karşılaştığımız,
benim için ilkbahar gününe dönen,
o kış gününü hatırlıyor musun, bilmem.
Ben o günü hiç unutmuyorum.
Yüreğimle çekmişim o günün fotoğrafını.
Zihnimin tüm duvarlarına asmışım bu eşsiz tabloyu.
Bakıştığımız mekânın renkleri taptaze,
geçen onca zamana rağmen.
Her baktığımda gözlerimin takılıp kaldığı,
rengiyle ruhumun bezendiği menekşesin orada.
Bu fotoğrafın en canlı ve alıcı aksesuarısın hala.
Ve öyle kalacaksın hayatımın günbatımına değin.
Gözlerinde hep bir umut sinyalinin,
müjdesini görmeye çalışıyorum,
bu resme her göz gezdirdiğimde.
Ola ki gözlerimle söylediğim,
hasret türküsünün nağmeleri kulağına ulaşır da,
“gel artık, bu can senindir dersin” diye.
Simana bakıp, gözlerimi gözlerinin içinde unuttuğum,
benliğimi sende kaybettiğim,
rüyalarımı süsleyen çiçeğim olduğun,
bir umudun yüreğime,
kutup bölgelerine doğan güneş gibi,
doğduğu andı, o gün.
Bir daha bana ait olanları,
asla geri istememesiye sana teslim ettiğim gündü o gün.
Yüreğimin en mutena köşesinde,
bir çınar gibi bitivermiştin o gün.
Köklerin vücudumu iplik iplik ören,
damarlarımda boy vermişti sanki.
Bir dağ gibi yükselivermiştin,
sinemin uçsuz bucaksız ovalarında.
Ve ben, bu dağın zirvelerinden,
ne güneşler çıktığını gözlemiş,
bu dağın zirvelerinde dolaşırken,
yıldızlara en yakın noktada olduğumu duymuştum coşkuyla.
Sinemin zümrütten yapılmış tahtına,
sultan olarak geçivermiştin de,
ben seni ebedi hükümdarı kılmıştım bu tahtın.
Sen beni bir geda olarak kabul etmesen de.
Sana olan sevdamın başlangıcı,
ve benim için,
bir ilkbahar başlangıcına eşdeğer olan kış günü,
ne kadar da anlamlı olmuştu bana göre.
İlkbaharın yeniliklerle gelip,
ekmek, huzur, neşe getirdiği gibi insanlara,
senin de benim dünyama;
huzur, neşe, bereket getireceğini
iliklerime işlercesine duygularla hissetmiştim sevdalım, o gün
Ben baharın gelmesini bekleyen bir çiftçiydim sanki.
Sense gözlerimin içine gülümseyen,
zaten hiç kaybetmediğim ümidimi tazeleyen,
vaktinde ve yerinde açmış nadide bir papatya.
Gönül dünyasında ilkbahara susamış bir seyyah idim ben.
Sen, bir bahar esintisiyle gönlümü serinleten,
muhtelif renklerinle hayal dünyamı renk cümbüşüne çeviren,
kanatlarıyla kanatlandığımı,
uçmak için kalkışa geçtiğimi hissettiğim,
iç dünyamdaki kara bulutları kanatlarına alıp,
onlardan kurtulmama vesile olan, zarif bir kelebek.
O günden sonra, duygular ve düşünceler bulvarında,
kaç defa yolculuk yaptım seninle, yağmurlar altında.
Senin bilmem neyi düşündüğün dakikalarda,
seninle olmuştum, kavuşma hayalleri kurarak.
Kaç defa dil dökmüştüm hayal alemimdeki resmine.
Hani yağmurda ıslanan insanlar, hoş bir üşüme hissederler ya?
Ben de bunu hissetmiştim çok defa.
Ama hep kaçmıştım, bu soğukluğu hissedince.
Çünkü ben üşürken senin de üşüdüğünü,
hasta olmana sebep olacağımı düşünür,
ve duramazdım yağmur altında daha fazla.
İşte ben sana öylesine bağlanmıştım elmas gözlüm.
İşte beni, seninle öylesine bütünleştirmişti aramızdaki bağ:
Bir ucu benim kalbimin derinliklerine çakılmış,
diğer ucu senin ruhunun kara deliklerine salınmış bir bağ.
Sibirya’nın soğuğu gibi işlemiştin içime.
Nasıl olur da unutabilirdim seni?
Nasıl olur da hatırlamazdım attığım her adımda.
Olacak iş miydi seni bir an olsun hissetmemek?
Yalnız şunu söylemek isterim ki,
sen o soğuktan çok farklıydın alınyazım.
Sibirya soğuğunu düşününce tir tir titreyen,
buz tutan meyve gibi büzülen ben,
seni hatırlayınca ısınıyor, sevinç çığlıkları atıyordum.
Yüksek sıcaklıkta eritilip, birleştirilen demir parçaları gibi,
senle ve hayatla bütünleşiyordum.
Ve gezdiğim her mekânda ve zamanda,
Sibirya’nın soğuğu kadar içime işlemiştin inan.
Yanarcasına, duman duman soluyordum,
kalbimin özlem ağıtları yaktığı anlarda.
Sibirya soğuğunun dondurucu atmosferi içinde kalmış gibi.
Damarlarımda akan kan kadar içime girmiştin o gün.
Dolaştıkça zihnimde ve yüreğimde,
hayat oluyordun bana.
Seninle besleniyor,
seninle hayat buluyordu canım.
Yediklerimden öte sen hayat enerjisi sunuyordun bana.
Kanın bedenimdeki yeri ne ise,
senin hayatımdaki yerin de oydu artık,
öylesine vazgeçilmezdin benim için meleğim.
Bir çocuğun elma şekere olan sevgisi gibi,
yutkunarak bekleten bir sevgiydi sana olan sevgim.
Bir annenin evladına olan ilgisi gibi,
yıllar sonrasına umutla bakıtan bir ilgiydi sana olan ilgim.
Bir insanın sağlığına olan dikkati gibi,
ihmale gelmeyen bir dikkatti, sana olan dikkatim.
Deriyle vücut arasındaki dantela örülmüştü,
seninle benim aramda sanki.
Gözlerin bir çocuğun üzerindeki nazar boncuğu,
Kalbimse o nazar boncuğunun,
üzerinde bulunduğu çocuk olmuştu.
Bir annenin o nazar boncuğunu korumak,
çocuğunun üzerinde daima tutmak için gösterdiği dikkati,
gözlerini kalbimin üzerinde,
paha biçilmez bir süs olarak,
bulundurmak için göstermiştim o günden sonra.
Bir nefes kadar ciğerimdeydin.
Hava gibi, gün boyunca
içimin odacıklarını gezerdin.
Bana olan katkın açısından,
her saniye aldığım nefese bedeldin.
Bir yaz gününde, sabahın güneş ışıltıları gibi,
yine bu yaz sabahında ağaçların altındaki masa,
elimde yutasıya okumaya çalıştığım bir kitap,
ve ağaç yapraklarının bestesi gibi,
dolaşır dururdun hayal dünyamda.
Ben o günü yaşıyormuşçasına rahatlardım,
senin hayal denizine daldığım doyumsuz zamanlarda.
Öyle zannediyorum ki,
güzelliğini görmek için aynalara bakar durursun.
Aynalar seni sana gösteremez çiçeğim.
Aç şu yanan yüreğimi de, orada seyret güzelliğini.
Senin için her gün temizlediğim,
toprağa düşen kar kadar temiz ve berrak,
gönül aynamda gör kendini.
Saçlarına ak düşmüş yüreğimde seyret resmini.
Sakın bunu yapmadan karar verme kendin hakkında da,
haksızlık etme kendine.
Hissiz aynalar seni sana gösteremez sevdiğim.
Sana olan sevdamı, anlatamamaktan korkuyorum sevdalım.
Efendisi karşısında dili tutulan köle gibiyim.
Bir suç sonrası yüzü kızaran çocuğun,
masum ve tedirgin bakışlarıyla sana sesleniyorum.
Yılgın ve kırılgan bir ruh haliyle kapındayım.
Hani ırmaklar denize doğru akar ya hep.
Hani aşağılara doğru yürür ya topraklar tıngır mıngır.
Bunlar gibi bir şey aşkım.
Sen deniz olmuşsun da ben ırmak,
sana akıyorum durmadan.
Sen bir toprak parçasının aşağı bölümü olmuşsun,
ben bir toprak kırıntısı,
sana koşuyorum, yukarıdan çocuklar gibi yuvarlanarak.
Limanına sığınamadığı için,
okyanusun derin dalgalarında batmamaya,
çalışan bir gemi gibiyim.
Herkesin saçlarına düşen karlar,
bende mekan şaşırdı sevdalım.
Kalbimin tellerine yağdı karlar.
Bir kar topuna döndü korlaşmış yüreğim.
Alnımdaki çizgiler ne ki,
sinemde oluşmuş çizgiler,
sel sonrası toprak üzerinde kalan yarıklar gibi.
Sensizliğin kalbimde oluşturduğu deprem kuşaklarının haddi hesabı yok.
Bir gün içinde onlarca,
öncül ve artçıl deprem yaşıyorum.
Sinemde oluşan fay hatlarını zapt edemiyorum gülüm.
Sevgilim, senin için bu yazdıklarımı okuyanlar
ne kadar da dış görünüşe bağlı,
bu aşk diyecekler, eminim.
Bu sebeple şunu da belirtmek istiyorum.
Ben senin simanı sevdiğim kadar,
ruhunu, duygularını ve düşüncelerini de seviyorum.
Bazen seni düşündüğümde hayatının içinde kendimi buluyorum.
“Aynı acıların çocuğuz” diyorum sonra.
“O da benim geçtiğim yolda,
tikenler üzerinde yürümüş,
kanayan bedenine rağmen,
yüreğindeki yaşatma sevdasından güç almış,
meçhule giden gemileri rotasına sokma bilinciyle,
ayakta kalmayı başarmış” diye mırıldanıyorum, çoğu zaman.
Sonra senin için,
yüreğimde yaktığım ateşin alevlerinin haykırışını dinliyorum,
sessizlik kaftanına bürünerek.
Yüreğimin ufuksuz ovalarında,
Bir dağ gibi yükseldiğin,
ve ben bu dağın zirvelerinde dolaşmaya,
oradan yepyeni zirveler seyretmeye başladığım günden bu yana,
senin okyanuslar kadar derin,
yüklerimi daha az enerjiyle taşıttıracak,
gönül deryanda da dolaşıyorum.
Zaten sana olan sevdamın en önemli kaynağı,
kalbinin derinliklerinde gördüğüm,
bir gün izlemekle yetinmektense,
ebedi görmeye muvaffak olmayı dilediğim incilerdir.
İnanıyorum ki sevdalım, aynı teknede kürek çeker,
bu dünyanın sıkıntılarına beraberce göğüs gerersek,
duramayacak önümüzde hiçbir engel.
ve ufuktan ufuğa koşacağız seninle,
kendimiz, milletimiz ve insanlar için.
Orman yanıyorsa sevgilim,
sönmesi beklenemez onun yangınının merhemini vermedikçe.
yangınıma merhem olarak seni seçtim.
Bu merhemden beni mahrum etme de,
yanmadan bütün bağlarım, bitkilerim, çiçeklerim,
gel söndür bu yangını.
Gel de azap çektirme bu garibe.
Susuz kalmış bitkilerin yaprakları gibi,
senden uzak kalırsam bükülür başım.
Ve kavuşamaz isek bilir misin ne olur halim?
Sen hiç dalgalarla kenara savrulan,
güneş altında kalarak ölümü yutkunan,
deniz analarını gördün mü güzelim?
İşte onlara dönerim alınyazım, onlara dönerim?
Sen kendisinde hayat bulduğum denizim olmazsan,
kayan yıldızlar gibi sönerim.
O ilk gün vardı ya,
bakışlarımızın buluştuğu,
ruhumun rengarenk dünyalara kanatlandığı,
ilkbahara inkılap eden kış günü.
Bana o zaman dünyada aldığım,
en güzel ikramlardan birini sunmuştun:
Bir çift bakış…
Yüreğe saplanan mızrak gibi iz bırakan bir bakış.
İşte sevgilim ben seni böylesine seviyorum.
Ben seni ölesiye seviyorum.
Umutlarımı, hayallerimi, düşüncelerimi de seninle paylaşıyorum.
O ilk bakışın, tüm hayatımı süslemesini diliyorum.
İstanbul-2009
Ahmet PekiyiKayıt Tarihi : 7.11.2009 21:44:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!