Sen hiç bayramlıklar heveslerini sevip okşamadan  daldın mı. Hadi söylesene? Elindeki kocaman poşeti şekerle doldurmak için  sevdiğinin kapısını çaldın mı?  Kapıda başın okşandığında sevgili eli sandın mı? Ellerin ürkek ürkek  gitti aşkın şeker kabına. Avurtlarını doldura doldura kaç şekeri aynı anda aldın yüreğine. Şeker koması geçiren arzularına  beni de ekledin mi. Seninle  ilk bayramımızı kutlayıp dönerken kar kış kıyameti anımsıyor musun? Otobüs şarampole doğru giderken birden dışarı fırlamıştık.Ama son kurtulup duramamıştı.Arkasında  bir grup koşup gitmiştik.Kar ve aşk savurdu.Erciyes eteklerini sallıyorcasına  beyazlarını küpürüyordu.Üşümüştün,korkmuştun ama  çok sarılmıştın .İşte o anları arıyorum.İşte o  hazların soğundayım.Erciyes’e gittim.Ne kar savuruyor, ne arabam şarampole  kaydı.Her şey sensiz çok sıradan gibi sıra sıra  sıralanmıştım.Şimdi susarsın kara yazılı aşk kitabelerinin  kalabalığında...Baştan başa susarsın.
En başta  Şezum'dum.Şenzloglarımı kışın kullanırdım,ulanırdım sevda şekerin.Her günüm arefe geleceğin günün bayramına hazırlanıyorum. Sense tepeden tırnağa Omore ve orda ojelerini yeniliyorsun. Güzel kaçışlarının takvimini yazıyorsun. Bense  yaprak yaprak okuyorum sensizliği.
Biliyor musun benim hiç  bisikletim olmamıştı ama şimdi var.Geçen camlıca yokuşundan boğaz köprüsüne kadar gittim.Demirliklere senin adını yazdım.Gittiğin günün takvim yaprağını  aşk bayrağı astım, dalgalanıyor.Bütün İstanbul  23 Kasım’ı bilir. 23 Kasım  işgalinde yenik düştüğüm günce.Lain ve lanet dolu…Viy-ana bozgunu kadar ağır. Ama boş ver  içimdeki çocuk sensizlik bisikletiyle gezecek  sokak sokak,cadde cadde. İstersem bir gün bisiklet yarışına katılacağım güzellerle. Kumrular koşusundayım. Koma beni komaya girdiğim sen yarışında.Gelişin tek şeritli bir yoldu.Şimdi duble yollar ve  dolu özlemler de var.
Söylesene senin içindeki çocuk kaç yaşında? O da senin gibi kırılganlığın kırkayağı mı? Ya da bazen umursamaz mı görünür en umursadıklarının uçurumlarında. Senin gözaman o mu gözyaşı güzelliğini onlar da benimser mi? “Hadi içindeki çocuğu bana anlat”
Bir belgesel filminin karelerindeki gibi  umulmaz bir yamaca yuva yapan bülbül halimi.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta