İstinye'de bir istiridye içinde saklıydı gözlerin, suya eğilmiş gözlerimle buldum onları. Usulca kalktım oturduğum rıhtımdan, sokuldum, sokuldukça denize sokulan ellerime hırçındı dalgalar, çığlık çığlığaydı martılar, geçit vermediler rıhtımdan öteye ve, ve gülümsedim umarsızca, ellerimle, bir tek ellerimle yırttım denizi ve indim gözlerini keşfetmeye.
Gözlerinin etrafında gözlerine uzanıp kalmış cesetler; kimi henüz taze livor mortis, kimi bir hayli olmuş rigor mortis, ama hepsi, hepsi algor mortis! Kimisinin elinde, kimisinin dilinde hep şiir mortis!
Bir kulaç atsam, cesetleri aşsam gözlerine ulaşsam, çalsam yüreğimden yüreğine bir yürek dolusu aşk.
Sen emzirsen, ben uyutsam, sana emeklese, bana yürüse ve biz beraber büyütsek bedenlerimizdeki bu yürek dolusu aşkı.
Yüzünün coğrafyasında gözlerinden sonra dudaklarını keşfettim, dudakların ilk cümlesiydi sevişmelerimizin. İhtirasın bedenlerimizde vücut bulduğu saatler akreple yelkovan evlerine dağılırdı. Galata'dan sarhoş döner ama hep ayık sevişirdik. Emirgan'da, gözlerinin kahvesinde, kahvenin telvesinde görürdüm Tarabya'ya çıkan yolumuzu. Bilirdim, canın rakı çekerdi ve demlenmiş sohbetlerimizle Tarabya'da fasıl ederdik. Şimdilerde di'li geçmiş cümlelerimle yalnızlığıma kaldırdığım her kadehte anlıyorum ki yalnız içilen her rakı, hikâyesi yarım kalanların aynasıymış.
Senden ayrı tek başıma büyüttüğüm şiirler şimdi düşman bana, sana adanmış kelimeler her gece çengelli harflerinde asıyorlar beni. Rıhtımdaysam yeni bir şiire daha yer yok kadehimde, çünkü zaten kadehim ağzına kadar sen dolu.
Rıhtımlar meyhanemdi benim, harabiyken,rıhtımlarda saf tutarken güneşin alnında gece, gecenin koynunda yakamozdu gözlerin.
Ben seni hep rıhtımda sana şiir adarken, seni ararken öğrendim bu aşkın azametini, çünkü şehrin kalabalığında benden çok, senden hiç yoktu sevgilim. Ne zaman denize vursam kendimi elimle koymuş gibi bulurdum gözlerini. Şimdi ne gecenin koynundasın, ne de güneşin alnında. Öyle bir yarım bıraktın ki bu hikâyeyi sahaflarda hikâyemizi arayan arayana.
Burası İstanbul; hikâyesi yarım kalanların kadehi yarım kalmaz bu şehirde. Üstelik bardağın dolu tarafından da bakamazsın kendine. Hep yarım kalmışlık vardır duyulan kalabalığın gürültüsünde. Yorulursun, bu sefer rıhtıma değil bir meyhaneye oturursun, garson gelir ne içeceğini yüzünden okur bir yürek dolusu 70'lik getirir, birileri şarkı söyler, karşı masada sevgililer birbirne sarılır, ýine kadeh boşalır, garson kadehi doldurur, şarkı değişir, şarkıcı da kendi yarım kalmışlığına avaz avaz bağırır. Arka masadan birileri birilerine şarkı isteyip gönderir ta uzaklara, birileri duysa ta uzaklardan kalkar gelir şarkıların hatırına. Yine kadeh boşalır, yine kadeh dolar, demin birbirine sarılanlar yarım bir hikâyeyle dargın, kırgın çıkarlar kapıdan. Sonra onların ardından onların adına da bir kadeh daha boşalır. Bir müddet sonra yine rıhtımda bulursun kendini, artık garson yoktur. Sokak müzisyenleri dem vurur geceye, gem vurur yüreğe ve yürek dolusu dalgalarlarla kendi hikâyenle başbaşa kalırsın. Hani bazen kükremek, gürlemek istersin ya tam da öyle işte, ben İstanbul'dan bağırsam o sanki başka şehirden duyup yarım kalan kadehini bitirecekmiş gibi. Benim hikâyemde ne şarkıların hatırı var, ne de şehirlerin. Hükümsüzsün İstanbul, sen benim hikâyemde hükümsüzsün, çünkü belli ki senin de yarım kalan bir hikayen var, ki senin de benim gibi boğazına durmuş gemiler, yutkunup duruyorsun dalga dalga Kız kulesi'ne doğru.
Samet KALABAK
Samet KalabakKayıt Tarihi : 14.10.2018 00:36:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)