Aşka Hasret Şiiri - Erbil Kutlu

Erbil Kutlu
173

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Aşka Hasret

AŞKA HASRET

“Bir dilim ekmeği bölüşürüm seninle
Suyu ayni tastan yudumlarım seninle
Eğer kalbin kırıksa dost yüzünden
Bir selam sana gönül dağlarından
Gel sende katil bizlere
Dolaş bahçemizde gönlünce
Uzat korkma elini
Bak beş parmağım var benimde
Eğer kalbin kırıksa dost yüzünden
Bir selam sana gönül dağlarından
Gel sende katil bizlere
Dolaş bahçemizde gönlünce
Uzat korkma elini
Bak beş parmağım var benimde
Eğer kalbin kırıksa dost yüzünden
Bir selam sana gönül dağlarından
Al selamımı gönül dağlarından”

(Barış Manço – Çoban Yıldızı)

Hiç unutmuyorum. İlkokul (bizim zamanımızda ilköğretim anlayışı henüz oluşmamıştı) ikinci sınıftaydım ve kasım ayı idi. Bir an dersten bunalmıştım, pencere istikametine doğru bakma ihtiyacı duydum; dışarıyı, özgürlüğü görmek istedim uçan kuşları görerek. Öğretmenimizin masası, pencere tarafında olup, koltuğuna oturduğunda pencereler sağında kalırdı. Pencere yönüne başımı çevirdiğimde öğretmen masasının hizasındaki kümede üçüncü sırada ve sürekli ayağa kalktığı için koridor tarafında oturan Didem’e takılmıştı. İki buçuk aydır birlikte okuyorduk (ben, bu sınıfa yeni geçiş yapmıştım) ve gözüme hiç bu kadar güzel görünmemişti. Etkilenmiştim. Kalb atışlarımı hisseder olmuştum. Kulaklarımda bir uğultu oluşmuştu. Dünya bembeyaz sisli bir hal almış ve o beyaz sisli görüntüde tek berrak olan Didem idi. Sanırım aşık olmuştum. Didem’e olan ilgim, ilkokul süresince değil, şu anda bile hala devam etmektedir.

O, benim ilklerimin varolduğu insandı. İlk aşkımdı, ilk tartıştığımdı, ilk yarıştığımdı, ilk dans teklifi yapmam olması yanında bana dans teklifi eden ilk güzeldi.

Belki de, esmerlerden hoşlanmamın sebebidir Didem! ...

Ortaokul süresince defalarca kez şans eseri karşılaştık ve aynı samimiyet ile görüştük. Ben, hep o kalb atışlarımı hissediyor idim. Lisede iken de, dört defa görüştük bu şekilde. Hatta dördüncü ve son görüşmemizde saçlarını uzatmış, çok alımlı ve çekici görünüyordu. Unutamam, çünkü o gün Beşiktaşımın, Gaziantep’te Gaziantepspor ile maçı vardı ve bunu Kanal Altı saat on ikide canlı olarak verecekti. Yüzüm ekrana bakıyordu, ama gözlerim Didem’i görüyordu. Maç golsüz berabere bitmişti. Bir süre sonra aniden beynimde bir şimşek çaktı. Ben, yıllardır zaten Beşiktaşımı, esmer güzeli bir kadın ile tasvir eder ve ona olan aşkım ile yaşardım hep. Hele de babamın öldüğü yıl, nağmağlup şampiyon olması ile bu alakam iyice derinleşti.

Beşiktaşımda bulduğum aşk, kaçan sevgilinin peşinden koşmak gibi, hiç tanışmadığın, ancak çok iyi tanıdığın bir kızın kalbini kazanmak için uğraşmak gibi, komşu kızına ondan habersiz aşk duymak gibidir. Çok acı verir, hatta zarar da veriri, ama asla bu yaşadıklarından pişmanlık duymaz; daha da ileri gitmek için çaba sarfedersin. Boğazına yumruklar kilitlenir ve göz yaşlarına engel olamazsın; ölümsüz bir gururun vardır zira.

Atam da Beşiktaşlı imiş. Dünyada tektir, ülkemin bağımsızlık sembolü bayrağımı almış armasına. Kötüde olsa, nasıl terk ederim ben bu aşkı? Nice güzelleri hiçe saydım ben bu aşk uğruna! Lakin pişman mıyım? Tabiki hayır!

Bulunduğum her ortamda özdeşleştirdiler bizi. Bulunduğum ortamlarda başka Beşiktaşlılar da vardı, ama ne hikmet ise uğraşılan hep ben oldum.

Bu konuda, hayatımın şu anına değin benim gibi varolmuş bir tane kardeşim oldu. Düzce’de, yüksekokulda okuduğum dönemde sınıfdaşım olan Ünal Şirin. Sivas Kangallı idi, bana da bir öz be öz Kangal Köpek sözü vardır hala. Bir gün, bir yerde görüşsek mutlaka tutar sözünü; öyle iyi insandır o.

Bin dokuz yüz doksan yedi yılının kasım ayı idi. Okuldan çıkmış, merkeze doğru yürüyorduk. Yolda konuşmaya başladık; Seba’dan sonraki başkan kim olacaktı? Ağız birliği etmişçesine “Serdar Bilgili” demiş ve o gelirse Sergen de geri döner, gençliğinin verdiği yapıcılıkla çehremiz değişir demiştik. Hepsi gerçekleşmek ile kalmadı, yüzüncü yıl mutluluğu bile yaşadık.

Düzce’de okurken, dahası yüksekokul süresince hiç aşık olma ihtiyacı duymadım. İlgi duydum, hatta erkekliğimi kabartan bile oldu, ancak aşık olma lüzumu hiç görmedim.

Yıl iki bin iki idi, askerdim. Kıbrıs’ın bir güzel kızına vurulmuştum. Öyle güzel, öyle bir tane idi ki, askerden sonra uğuruna tekrar Kıbrıs’a gittim. Benim ile gelsin istedim, gelmedi; kalmamı istedi kalamadım. Daha on sekiz yaşında evlenmiş, ama kocasının onu aldatması sonucu altı ay sürmüştü evliliği. Aldatılmanın acısını yaşamıştı. Bana söylediği şu idi: “sen İstanbul’undan, ben ailemden ayrılmayalım”. Kaldığım otele geldi. Sabaha kadar ayrılmadı yanımdan. Ertesi günlerde de, kaldığım o bir hafta boyunca hergün yanımda oldu, seviştik onunla.

Siyah dalgalı saçları, çekik Tatar gözleri, enfes endamı pespembe topukları sıcacık elleri ve yumuşacık teni. Bir annenin yavrusunu sarmalaması gibi, içten ve hassas bir şekilde kucaklayıp, öylece baktı gözlerime. Tüm sevişlerimiz hep bu şekil bitiyor, sıcak olan Kıbrıs caddelerinde titreten bir rüzgar esiyor, ancak kaldığımız otel odası cehennemden bir köşe gibi yanıyordu. Eve geri döndüğümde bile bu leziz günah ateşini kalbimde hissediyor, lakin af dilemiyordum. Ta ki o ana değin.

Otuz bir aralık gecesi yeni yılını kutlamak adına aradım onu. Birlikte nice mutlu yıllar diledik birbirimize. Ama o çok soğuk konuşuyordu. Ertesi gün öğle vakti saat iki gibi aradı. “Beni bir daha arama” dedi ve kapattı. Hani masallarda olur ya, ateşler yanar halde iken birden donar kalır, işte öyle oldum. Etkisinden kurtulamayacağım bir sonsuz boşluğa düştüğümü hissettim.

Bu sürede hiçbir insana aşk geçtim ilgi bile duymadım.

Tarih on dokuz haziran iki bin dört idi.

Çalıştığım Koluman Sigorta’nın yemeğinde idik. Bir nevi benim doğum günü kutlamam oldu da diyebiliriz bu yemek için.

Sigorta olarak muhatab olduğumuz araç satışında ilgili çalışanlar ile bir kaynaşma yemeği idi bu. Merkezde çalışanlar ile aynı havluya yüz sürüyorduk. Ancak dış ofislerde çalışanlar ile sadece telefon vasıtası ile tanışıyor ve simaen görüşmüşlüğümüz yok idi.

İşte bir vakit gelmişti ve o da gelmişti. Güzel bir kızdı, ama kimdi? “Merhaba ben Songül” dedi. Dünya bir anda durmuş sadece o vardı karşımda. O incecik endamı, hoş ve alımlı bakışları, uzun düz siyah saçarlı ile bir dünya görüyordum. Kahve kahve bakıyordu sanki de, üzerimde kırk yıllık bir hatır oluştu sandım. Bunun huyu suyu hürmetine bütün gece gözlerine bakmak benim için tek koşul olmuştu. Bu benzersiz manzara karşısında içmekten başka elimden gelen bir müdahalede olamıyordu. İçtim içtim içtim…

Hatırladığım kadarı ile iki bira, iki kadeh de rakı içtim. Sarhoş olmak, herkesin aksine beni çok dizginler. Yanlış bir hareket etmekten hep sakınırım bu halde iken. Söylememem gerekenleri hep unutturur, insanları güldürecek şakalar yapmama yol verir.

Ertesi gün kendime geldiğimde, oturup uzun uzun değil; insanca düşündüm. Ona aşk sunup, belki o anda, belki daha ileri bir vakitte muhabbetini kaybetmektense; onun ömürlük muhabbetini kazanmalı idim. Böyle olur ise, onunla sürekli konuşabilecek yüzüm olabilir idi.

Ve sanırım bunu başardım…

Aşk, bence duyulan ilginin adı; yaşanan mutluluğun değil. Sen mutluluğunun adına aşk adını verebilirsin, ama bu herkesin kabul ettiği aşk olmaz. Bu aşk adının Ayşe’den, Mehmet’ten farkı olmaz ki!

Aşkı, muhatabına sununca, yani ilgi duymaya başlayınca, bu yerini ilişkiye bırakıyor ve bu iki kişinin arasındaki muhabbeti bu ilişki sağlıyor. Bu ilişki yerine göre bir gecede sürebiliyor, bir ömürde. Ama hepsinden önemlisi, dost kalabilmeyi unutmamak. Uzun zaman hiç görüşmeyip, bir gün yolda karşılaşınca bir merhaba maksadı ile samimi bir gülümseme sunarak durup konuşabilecek sadeliği gösterebilmek.

İki kişi arasında yaşanan ilişkiyi daim kılan en önemli olgu, yokluklar, ihtiyacı duyulan acizlikler. İlişki, el ele vererek, bu noksanlıkları kaldırarak, en azından öteleyerek, insan zihnindeki işgaliyesinden kurtulmaktır. Bu kalbten kalbe kurulmuş olan bağları öyle kuvvetlendirir ki, hiçbir hata bu bağları kopartamaz hale gelir. Bir süre sonra zaten, kişiler asla hata yapmaz haleti ruhuye kavuşur ve yalnız birbirleri için yaşamaya başlarlar.

Eski iş, ama daimi arkadaşım Ebru Altınceviz’in gönderdiği, bir mesnevi hikayesinin konu edildiği bir elektronik postada okumuştum:

“Günün birinde bir bilge, kendi türleri ile uçmayı reddeden iki ayrı çeşit kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder, bu iki farklı yaratık nasıl olurda, kendi aileleri ile ait oldukları yerlerde değilde, bir yabancıyı kendilerine kardeş edinerek başka bir yerde yaşayabilirler?

Biri Karga, diğeri Leylek! ...

O kadar farklı iki kuş ki bunlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleri ile değil de, birbirleri ile uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalar ile, leylek dediğin leylekler ile olmalı.

Yaklaşır ve merak ile inceler bunları. Bir anda şahit olur, her ikisininde topal olduğuna. O zaman anlar ki, birlikte uçar, birlikte kaçar, birlikte yaşarlar kendilerinden olanların yanında tutunamayanlar.

Fark eder ki, sahip oldukları değil, sahip olamadıklarıdır bu iki kuş gibi canlıları birbirine yakın kılan.

Topal kuşlar bilirler birbirlerinin acizliklerini ve sömürmek yada örtmek yerine kabullenirler bu hallerini öylece koşulsuzca.

En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulandır. Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir; uçar ve söner.

Ortak acı, ortak hüzün, ortak acizliklerdir esas yakınlaştıran, yaklaştıran…”

Sebebim odur ki; ben aşk değil, sadece dost istiyorum. Benim ihtiyacım dosttan yana. Sürekli söylediğim ve bir o kadar da savunduğum bir söz vardır. “Bencil olmaz isen bu dünyada, asla kendini kabul ettiremezsin, istediklerinin bir kısmına dahi ulaşamazsın”. Benim şu dünyadan beklentim sadece; dostum olması ve ezel ebedi hayalini kurduğum barımı açacak kadar param olması.

Bardağım, az az olsada doluyor. Maddi olarak değil, ama manevi olarak, dosttan yana doluyor. Bende tabiki sabırsızlık ile barımın açılış törenini bekliyorum. Öyle çok davetlim olacak ki ve hepsi dostum olacak. Hayatım da ilk kez tüm dostlarımı bir arada göreceğim. İlk işimde hepsini birbiri ile tanıştırmak, geleceğimizi gülen yüzler ile, dostluklar ile, barış içinde oluşturacak olmanın bilgisini vermek olacak.

Az kaldı…

Erbil Kutlu
Kayıt Tarihi : 19.12.2006 00:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


aşka hasret beni anlatır...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Erbil Kutlu