Aşk, ruh hastalığıdır demiştik. Şimdi de şizofren bir aşıktan bahsedelim biraz. Aşka yakalanan herkes şizofren oluyor aslında, ama biz biraz farklı bir açıdan değerlendireceğiz şimdi bu aşığı.
“Gözümün nuru, burnumun direği, avuç içim, göz bebeğim, canımın içi, vs…” Daha neler neler söylenir sevgiliye. Burnunun direği olmak nasıl bir şeydir acaba? Kimse bana bu güne kadar “Sen benim burnumun direğisin” demedi doğrusu. Hani burnunun direği sızlar insanın türlü durumlarda. O zaman benim mi sızlamam gerekir doğrusu, merak ediyorum.
Gözümün bebeği ya da nuru; “İrisim sensin, gözümdeki ışık sensin “der gibi. Ya da, “ Gel seni gözüme koyup gezdireyim” ya da “lens yerine seni taksam olur mu? ” der gibi.
Avucunun içine ya da canının içine nasıl koyar insan sevdiğini? Dövmeyle resmini yaptırmaya kalksanız, tutun günün birinde terk ettiniz ya da ihanet etti size. Her avuç içine baktığınızda karşınızda o hain yüz ya da isim, her neyse artık.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Yağmur yağarken cama çiziktirdiğimiz harflere benzer aşk...buğu çözülür,büyü biter...
Bana bir arkadaşımı cok anımsattınız. kelimeleri üstadlıkla kullanıyor güzel bir rota ciziyorsunuz. Ne güzelde biliyorsunuz yüreginizi harika bir paylaşım cok teşekkür ederim
Funda Hanım kutluyorum emeğinizi, yüreğinize, kaleminize sağlık...saygı ve selamlar.
Bu şiir ile ilgili 3 tane yorum bulunmakta