İç içe buldum geniş ufuklarla seni…
Gözyaşınla ısladığın taş kaldırımda
Unutup kendimi, çizdim idrakime
Gönül esnafına sunduğun deseni…
Sende, gökler yer ile gönül gönüle.
Yedi düvele ibret devinimler başında
Bulutlar servileri ziyarete inmiş…
Heybet tepeleri yedi yönünde.
Sarılıp belinden aşk nakışı işler Adaların
Şahsına münhasır, nasırlı dalgalar.
İçine işlemiş her taşın meneviş
Kerih koku dokunmaz şehre
İnadına, kalpleri mağrur kılar
İlkel çarpıp yalılarına, kâmil gidiş
Bilemezsiniz, İstanbul’u avutur anılar
Sağ salim yurdunda kalasın ağyar
Zarafet, basiret dilekleri seninle…
Gecenin ağdalı karanlığında
Uğul uğul, sevdiğim koyu hüzzam makamlar…
Kulağımın dehlizinde mahfuz işittiklerim
Susmasın Gülhane’de bülbüllerin
Ağlamasın, sokaklarında oynayan haylaz
Asır geçse sır kalır bende o bahar
Verilmez bu şehrin emaneti yabana
Yüz adım ötede dur, Ey tahripkâr!
Bilemezsiniz, İstanbul huysuz ihtiyar.
Soldurma canan, düşünde yaşayan aşkı
Kasımpatı damarında seyreder trafik
Lale üzerinde çiğleşir emekler.
Dolaşır ihtişamın yollarda, biteviye.
Okurum ciğerini sensizliğin.
Tavan arasında çırpınır kutsalım
Damlar yıkılır tepemde, damlar, akar…
Kıymeti olmasa da hayıfa
Halâskâr’da tarihim haykırır, avaz avaz
Tek odalı, penceresi muşamba kaplı
Duvarı isli, kapıları paslı barınağımda
Topal bir güvercini kucaklar pervaz
Köşe başında pespaye canavar
Dikmiş gözünü aç biilaç bakar
Bilemezsiniz, İstanbul hasret kokar
Altın boynuz, Boğaziçi, Marmara
Sırtım pek, alnım açık dikilirim karşına
İçim dışıma çıkar gece yarısı ışıklarından
Sularında aslımı ararım bata çıka
Beyoğlu’nda hangi cama baksam, davet, huzura
Şimşekler çaksa, yakamozlar yansa avucumda
Evrik devrik oturulup kuru betona
Karşına geçilip, kaç şişe devrilir,
Bilemeden seni, utanmadan âşıklarından?
Kaç arşına ölçülür, kaç kefen biçilir?
Kaç kayık ilk soluğunda ciğere batar?
Ayaklar altında kaç şaşkın yatar?
Bilemezsiniz, İstanbul’da ne yangınlar çıkar.
Üst üste sarılmış zaafınla Vefa
Göz kırpsan Topkapı’dan batamayan güneşe
Geri dönecek ayan beyan, gökyüzüne
Kurulup tahtına, kâinata haykıracak
“Yer yok solgun yıldıza, dargın dolunaya,
Bu şehirde her lahza ehven
Her kavgada baskın sabahlar,
Kaçmaya değil, kanatlanıp uçmaya
Alışkındır bu şehrin insanları…
Buralardan vuslata kalkar tren.
Her kargaşaya vaktinden önce
Çalınmıştır makul, uslu, gamsız siren.
Akli dengesiz harekete yer yok boncuk kadar
Saldırmayın, sarılmayın sadrıma…”
Bilemezsiniz, İstanbul yolsuza kindar.
Önder olmakta bir damlacık yağmur
Kubbe kurşunları arasında sıkışıp kalmışa...
Poyrazına razı olamam zorba kışın.
Denk gelmeden kahpe kurşuna…
Arştan arza, ne varsa indirsen kucağında
Yürek harlanmadan sinmez bucağına yaz.
Sorma sevdalım, İstanbul dışında
Almadım senden hiçbir haz.
Bilemezsiniz, İstanbul yürekten coşar
Arkandan bakakalır, endamını nadir bulan
Devşirmeden aklını, başından alırsın.
Göğsünde gurur, tarzında fiyaka
Yere basmadan yürüyen genç kız
Derin mavi gözlerini dikmiş iki yakana
Zerresinde düş kırıklığı efkârının.
Kırk bir kere intizar ederim seni yakana
İstanbul! Toprağın sahne, rüzgârın sazende,
Vurur bam teline, gönülleri çalar.
Suyun musikidir inceden, alevin rakkase
Siz bilirsiniz! İstanbul aşkı başka yaşar.
28.03.2010
-İstanbul-
Kayıt Tarihi : 29.3.2010 17:53:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)