Aşk – Zenaat – Sanat! ...(Düz Yazı - Der ...

Naime Erlaçin
955

ŞİİR


43

TAKİPÇİ

Aşk – Zenaat – Sanat! ...(Düz Yazı - Derleme)

Enis Batur’un aşk üzerine yazılmış bir denemesini* dün yeniden okudum. Bugün oradan edindiğim izlenimleri özet olarak ve kendi penceremden size aktarmaya çalışacağım…

Aşkı anlatmak ne haddimize! ..
“Dalı öncesizlikte aşkın / kökü sonrasızlıkta…” diyor M.Celaleddin-i Rumi…

Konuya ancak kıyısından köşesinden dokunabiliriz. N-boyutlu ve tanımlaması henüz yapılamamış bir şeydir aşk. Olsun! Yine de herkesin kendine göre bir fikri vardır elbette. Tıpkı sorular gibi….

Kavuşma ve kavuşamama durumlarında aşk ve mutluluk nerede dururlar? Aşkın günümüz toplumunda ekonomi ile ilgisi nedir? Veya “ölüm” kavramıyla? Sizi fazla sıkmadan, kısaca bir şeyler söylemeye çalışacağım.

Batur’un saptamalarına göre, aşık çiftler arasında mutlu aşkın sürme olasılığı var gibi görünmüyor. “Mesafe, aşkın en sağlam sigortasıdır” diyor Batur. Burada söz konusu olan, tek taraflı tutkular değil elbette. Yaşanmış bitmiş; diğer bir deyişle çoktan ölmüş aşk öyküleri ise hiç değil. Karşılıklı olan ve tüm engellemelere rağmen yaşamını sürdüren; dirençli ve büyük aşklardan söz ediyor.

Aşk, mutluluk verdiği oranda mutsuz da edebilir insanı. Ve çoğu kez, bir mülkiyet duygusu içerebilir. Özellikle çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere ve yerleşik düzene geçildikten sonra ve toplumsal anlamda devlet otoritesinin hükümran olmasını izleyen dönemlerde nüfus çoğalmasının legal eşlerle sürdürülmesiyle ölüm halinde mülkün devredileceği varislerin sorun çıkmaksızın belirlenmesi sağlanmıştı. Bu ise otoritenin işini kolaylaştırdı. Kadın-erkek ilişkisinin, bedelleri önceden tespit edilen kesin kontratlara bağlanmış olması, zamanla eşler üzerinde dolaylı bir mülkiyet hakkının doğmasına da yol açtı. Gördüğünüz gibi aşktan çoğalmaya ve oradan da mülke ve mülkün paylaşımına geçtik. Aşkın ekonomi ile olan ilişkisi de denilebilir buna. Eşler böyle bir düzende, bir anlamda yapışık yaşamaya zorlanırlar. Bazıları aşkı sürdürmeyi ve sevgiye dönüştürmeyi başarırken; bazıları ise Tolstoy’un Kroyçer Sonat’ında belirttiği gibi “Biz aynı zincire bağlanmış iki kürek mahkumuyduk” diyebilirler pekala. Bu noktada aşk ölmüş veya katledilmiştir. Tek hükümran, yalnızca 'statüko'dur artık…

Aşk-ölüm ilişkisine değinelim biraz da. Aşk ve ölüm kavramları birbirlerinden pek ayrılmazlar. Ölüm, manevi anlamda veya gerçek olarak ebedi bir kaybın belgelenme hadisesidir…Aşık kişi ölümü sıkça düşünür. Gerçek ölüm ihtimali; partnerini yitirme korkusu, aşığın aşka her zamankinden daha güçlü bir tutku, ve heyecanla sarılmasına neden olur. Giderek büyür aşk. Sanatta aşk ve ölüm temasının (Romeo ve Juliet; Leyla ile Mecnun; 'Love Story', örneklerinde olduğu gibi) sıkça ve bir arada kullanılmasının altında yatan asıl nedenin aşığa (ve günümüzde izleyiciye) bu heyecanı kuvvetlice yaşatmak arzusu olduğunu düşünüyorum…

Aşkın manevi ölüm ihtimali ve bunun yarattığı korku ise aşkın metabolizmasına bir anlamda ivme kazandırır. Aşığı sürekli düşünmeye ve duyguyu derin yaşamaya zorlar. Kavuşmalı mı; kavuşmamalı mı? Mesafe ne kadar olmalı? Kavuşma ve doyum aşamalarından sonra ölüm kaçınılmazsa eğer, bu durumda aşık aşkını yaşatmak uğruna “acı”yı seçmeli ve engellemeleri mi tercih etmeli yoksa?

Burada bir soru takılıyor kafama. Mesafenin kısaldığı zamanlarda, aşk ölüme doğru hızla yürüyorsa eğer, bir süre sonra ölmesine izin vermek yerine, aşkı kendi içinde diri tutmanın bir yolu var mıdır? Aşkı yaşatabilmek belki de en zor zenaat!

Aşkın hiçbir karşılık beklemeksizin, ruhsal ve bedensel anlamda tam ve kesin bir teslimiyet olduğuna inanıyorum. Bu kez ortada, yazılmamış, gönüllü ve iki kişiye özel; bir öncekinden çok farklı ilahi bir kontratın var olduğunu düşünüyorum. Şimdi asıl soru geliyor: Yüzde yüz ve açık bir kitap gibi teslim olunursa eğer, aşkın ölümüne davet çıkarılacağına göre, aşkı yaşatmak adına ne yapılabilir? Üstelik o, çok değerli ve vazgeçilmez olandır. Özellikle de aşk aleminden beslenen şair ve yazarlar için…İşte tam burada aşığın aklı, zekası, becerisi ve karmik gücü giriyor devreye. Aşkı diri tutmak için verilen savaş da denilebilecek böyle bir aşama içerir bu evre. Kimi aşık niteliksiz bir savaşçı olup kaybetmeye mahkumdur. Kimisi ise tam bir aşk insanı olup, girdiği bütün savaşlardan galibiyetle çıkar.

“Başarılı aşığın anahtarı nedir? diye soruyorum kendime ve sonra kişisel görüşlerime göre bir sonuca varıyorum.

Aşık, öncelikle aşkın sıkça görülen pembe bir rüya olmadığına inandırır kendini. Seçicidir ve bulduğu mücevheri bin bir özenle saklamayı bilir. İkinci olarak, sevdiğinin yanına çözülmüş bir bilmece olarak varmaz. En yakın olduğu anlarda bile aradaki mesafenin sürekli özlem yaratacak ve arzuları diri tutacak biçimde korunmasının bir önkoşul olduğunun bilincindedir. Akıl, zeka ve kavrama gücü öylesine gelişmiştir ki, sevilen kişiye çok yaklaştığında dahi öznel gizemini, bilinmezini koruduğu gibi; onun sihrine ve sırlarına da saygı duyar. Şiddetle istemesine rağmen bencil değildir. Ne kendisinin, ne de onun kalesi tamamen fethedilsin gibi bir gayret içine asla girmez ve sevgiliyi mülkiyeti altına almaya çalışmaz. Her ikisinin de nefes almasına izin verir. Uzun soluklu bir aşk için, bir anlamda “an”dan fedakarlık etmektir bu. Birbirlerine bütünüyle ait olduklarını elbette bilir. Ancak prangalar, yerini onlara sürprizler hazırlayan ve heyecan rüzgarları estiren hoş bilinmezlere bırakmıştır. Böylece yolun sonuna varılmaz; mücadele bitmez ve aşıklar “aşk alemi”nde aşkın meyvelerini toplamayı sürdürürler.

Aragon “Mutlu aşk yoktur” derken, Rougemont “Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur” diyordu. İkisi de kendi doğrularını söylüyorlardı aslında. Yaşatmayı becerebildiğiniz sürece mutlu aşk vardır; dolayısıyla ölümsüz aşk da…

'Ancak mutlu aşkın okuru ve izleyicisi azdır! '

Aşk esaret olmayıp, istekle teslim edilmiş bir özgürlüktür. Üstelik “Aşk bize güç veren tek özgürlük yitimidir..” diyen Aragon’un vurguladığı gibi özgürlüğü yitirirken bile sonsuz mutluluk tattıran ama öğrenilmesi ve uygulanması en zor zenaat ve çoğu kez de gerçek bir sanattır aşk.

Bana sorarsanız eğer, dipsiz acılar, nihayetsiz bekleyişler, kıskançlık, umutsuzluk, zihinsel ve tensel özleyişler, hatta kimi zaman bıkkınlık ve ruh yorgunlukları ile dolu karanlık bir labirentte pusulasız ve rehbersiz yol alırken, aynı anda hem bir cengaver; hem gönül adamı bir kuyum ustası; hem de aklın zirvesinde gözü kara dolaşan bir serüvenci olabilme sanatıdır aşk.

Uzun soluklu aşklar diliyorum dostlar…
Ve Cogito okuyun :))

HAYIR, gitmeyin! Bundan sonraki yazıda izleyin beni. Bambaşka bir öykü anlatacağım sizlere!

(*) Enis Batur: “Aşk Üzerine Marazi Bir Deneme Daha” başlıklı yazıdan derleme...(Cogito 4, 'Aşk' Sayısı, Bahar 1995)

(12 Temmuz 2004) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından.

Naime Erlaçin
Kayıt Tarihi : 13.7.2004 12:21:00
Hikayesi:


'

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Naime Erlaçin
    Naime Erlaçin

    Muammer'e...
    Ne diyebilirim ki Muammer. Ben bir görüş dile getirmişim. Sen ise - yer yer örtüşmekle birlikte -başka bir görüş, kesin kanaat ve adeta inanç dile getirmişsin.... Dillerine sağlık!...Bundan sonraki yazıda vurgulamaya çalıştığım şey ise, 10 ayrı pencereden daha bakarak farklı görüşler anlatabilirim. Çoğu da birbiriyle çelişkili olabilir. Her birinin iç tutarlılığı olduğu sürece benim için sakıncası yok. 'Yani, yazı ben değilim' demek istiyorum. 'Şiir'in kendisi olmadığım gibi...Ürün benimdir ama kişiselleşme hakkını vermedim ona. Evrensel bir bakış açısı ve tavır koymaktır bunun adı...Ama galiba ben söyleyip, ben dinliyorum. Olsun, ne yapalım!...
    Sevgi ve teşekkürlerimle....

    Cevap Yaz
  • Muammer Çelik
    Muammer Çelik

    Ask, insan akli, zekasi ve iradesi disinda gelisen bir duygudur. Öyle bir duygu ki, önce insani tüm ruhu ve benligi ile birlikte aklini, zekasini ve iradesini esir alir, zorlada olsa sürükler götürür insani seline kaptirip. Bu esaret ask duygusunadir ve insani askin muhatabina muhtac kilar her anlam ve acidan. Dolayisi ile istekli özgürlük teslimi de degildir. Zorunlu baglanmaktir, ancak bu zorunluluk insana daha önce bilmedigi, tanimadigi tanimsiz bir huzur, rehavet ve hosnutluk duygulari yasatir, o yuzden itiraz etmeyiz bu zorlamaya. Bu yuzdendir ki, ask duygusunun insanin sosyolojik yada kulturel sartlar icinde gelistirdigi bir olgu olmadigini anlariz. Ask yaratilistan ve icgudusel bir unsur (yeti) oldugunu anlariz ve bunun hesabini yapmak, neye, kime, neden, nicin gibi sorulari sormak icin elimizde hic bir gerekce yoktur. Ask bir anlamda yada bir baska deyisle ilahidir (tanrisaldir) ve cismin ve mekanin ustunde olaganustu bir ihtiyac duygusudur DOYUMA asla ulasmayan, tukenmeyen bir özlem icinde. Aski öldüren yada öldürebilecek tek sey; AKIL, MANTIK iklisidir ki, bunun ikiside kulturel ve sosyolojik sartlar yumagidir ve insanlar tarafindan gelistirilirmistir. Biz neleri öldürmedik ki, bize karsiliksiz verilenler arasinda????

    Cevap Yaz
  • Meneviş Köylü
    Meneviş Köylü

    tamam.

    Cevap Yaz
  • Abir Zaki
    Abir Zaki

    Aşk esaret olmayıp, istekle teslim edilmiş bir özgürlüktür................// sevgiyle daima :-)

    Cevap Yaz
  • Nisan Serap
    Nisan Serap

    :) Velhasılı Aşk Zor Şey! Sevgili Naime Erlaçin..

    Verdiğiniz emek ve paylaştığınız için teşekkür ederim.

    Bir sonraki yazıyı merakla bekliyorum..

    Sevgi Ve Saygıyla..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (5)

Naime Erlaçin