Alevden ve ateşten örülü gözlerin,
Şimdi bulanık dimağımda
Uzak bir nehri asıyor
kendi yatağına.
Ellerin,
Zamanın sarkacını aksine çevirirken,
Ölüler dirilip secde ediyor Tanrı’ya
Ve herkes çağdaşı oluyor kendi atasının …
Ey Sonsuzluğun ötesinden
Kalbimize,
Aşk ve ölüm çiçeklerini
Getiren yasa.
Ey, aşkın ezelli
Aşkın ebedi sahibi
Tanrım bizi bağışla.
Şimdi tuzlu nehirler sızıyor
Parmaklarımızın arasından
Zaman, ikiye bölüyor kendini.
Aslında ne varsa ikiye bölüyor artık kendini.
Bakmak için
dönmüyoruz bir tarafa
Döndüğümüz her yerde kalbimiz
Hep ölü bir yaşamın şafağında,
Bekleyen, asi bir yolcu gibi duruyor.
Aşk ve ölüm durağında…
Bizim destanlaşan aşklarımız vardı
Ama, artık yok köpekleri
Gözlerinden öpen mecnunlarımız
Yok başları okşanan sokaklarımız
Şimdi mezarlarında
Çılgına dönen o eski meftunlar
Bir bir yiten aşklarını arıyorlar
Ve
Toprak gizliden hüzün biriktirmekte
Su renk değiştirmekte
Ateş sadece yürekleri değil,
Ateş, bedenleri de eritmekte
Tanrım
Dervişler unuttu adını
Meczuplar, şimdi
Maddeyle örüyor maneviyat duvarını
Yaşadığımız dünya
Acının sağır eden istilasında
Çaresiz kıyamet umudunda…
Ve çağdaş bildiğimiz ne varsa
Aman diliyor şimdi sana
Tanrım bizi bağışla
Aşkın ve acının kardeş olduğu çağda
Nefretin ve günahın alnımızda
Şaha kalktığı
Beyaz rengin ve güllerin
Bize hesap sorduğu bu zamanda
Şimdi,
Buzdan güneşler açıyor insanlığımıza
Bebekler ve kelebekler gölgesinde kalıyor
Düz ovaların.
Naylonlar gururunu incitiyor
Dağ çiçeklerinin
Kendini bile tanımayan çocuklar
Göğü deniz
Kuşları balık
Balıkları
İnsan
Yarısı
İnsanları
Ateş ile toprak arası
Ve toprağı üzerine bastığı
Bir mikrop yuvası biliyor.
Özümüz bize düşman artık
Tanrım bizi bağışla
Gök,
Şimdi üzerimizde
Mavi bir kelepçe
Ruhlarımız teslim beşeriyete
Samanyolu henüz kirletmediğimiz
Geceden akan
Işık, ışık bir yıldız nehri
Ve kalan aşklarımız
Hep güneşin ortasında
Bakmaktan korktuğumuz,
Kimi zaman kapkara bir acem halısını
Aydınlatan düşümüzde
Kimi zaman bir akşamüstü
Arayıp bulamadığımız
İbrahim’in şehrinde
Ve
Hep aşkımızı kime anlatırız dediğimizde
Unuttuk seni,
Unuttuk…
Tanrım bizi bağışla
Şimdi ellerimizde dilekçeler
Festivaller, kitaplar
Aşka yazdığımız her satır dertler pazarında
Satılığa çıkıp dönüşü olmayan matbu bir yazı
Aşk sözlüğümüzde.
Ve
Düşümüz hep saklıyken gerçeğimizin
En uzak köşelerinde
Bir şehre dönüyoruz
Kimi bir heykel olup
Nemrut’tan Dicle’ye bakan
Kimi bir hayal olup
Bismil ovasından Mardin yurduna yol alan
Ve hayal oluyoruz gerçeğe ve sana düşman
Kimi bir dost oluyoruz
Haşimiye meydanında
Birinin gözlerinin değdiği yerle
Ve biliyoruz ki
Aşkımız değil
Ama bedenimiz sonlu.
Dünyevi aşılmaz aşkın yolu
Ancak ölümle aşılır
Aşkın o sonsuz yolculuğu
Yine biliyoruz ki
Dünya artık, mutluluğun değil
Dünya, acının ve özlemlerin yurdu
Sürgünüz şimdi arzdan
İşimiz değildi bizim
Mutluluktan koparmak yıldızları arştan
Biteviye düşmüşüz
Çek at bizi Tanrım
Bu aşka mağlup zamandan
Andranova’dan,
Samanyolu’ndan gelip
Bir nehir aksın içimizden
Ve bizi alıp götürsün.
Hüznün yaşam çizgisini zorladığı
Bu ölümlü karanlıktan
Bizi alıp götürsün,
Kelebeklerin bile boğazlandığı bir dünyadan
Kelebekler bile
Artık bize düşman
Tanrım bizi bağışla
Gök üzerimizde
Vazgeçecek gibi kendinden
Yeni bir yurt bulmuş kuşlar
Bırakıp gidecekler gibi bizi
Bebekler insanlıktan değil miydi?
Ve
Çocuklar…
Elleri masumiyet kokan çocukların
Tanrım!
Gözleri sana açılan birer kapı değil miydi?
Kırdık o kapıları
Ateş bastık derununa
Şimdi çocuklar bize düşman
Bizi bağışla Tanrım
Ey seksen kuşağı!
Aşk zincirinin son masumiyet halkası
Ormanlarda fidanların
Sabahlar da seherlerin, toprağın
Ve uzak dağların,
O son tanıkları
Ey Memlerin, Zinlerin
Mecnunların, Leylaların
Yolundan dönmeyenler
Biliyoruz,
Biliyoruz,
Saklandığınız köşelerden akıttığınız nehirleri…
Kim bilebilirdi bizim gibi
Uyuduğunuz uykularda
Titreyen teninizi
Kim duyardı karanlığınızda
Duyduğunuz o korkunç sesleri
Bir resim değil miydi?
İçine gömdüğünüz ömrünüz.
Kim inanırdı.
Cennet, gülümsemeydi sadece sizin için
Ve cehennem her gün kapınıza misafir ettiğiniz
Hiç su görmemiş ateşti
Ki yakmazdı o ateş sizi
Ateşin bile yakmadığı bir kuşağı
Biz yaktık.
Tanrım bizi bağışla
Kadınlar, dışarıda yağmurla yarışıyorlar
Bulutlar şaşkın, şaşkın bakıyor kadınların gözlerine
Kadınların gözleri ki
Şimdi ateşi yakacak kadar kinli
Kadınlar!
Omuzlarında acıdan taş kesilmiş analar…
Kadınlar!
Özgecanlar..Bergenler…çağlalar..
Ve
İnsanlık en ayrılmaz yerinden
İkiye ayrılıyorken;
Kadınların naaşını taşıyor, yine kadınlar…
Bizi bağışla tanrım
Evren genişler elbet, gittikçe
Bu kadar acıyı sığdırmak için bir yere
Bizi bağışla tanrım
Kırmızı ışıklara umut bağlayan
Esmer tenli çocuklar
Bir gün gelir öfkelerini
Elbet bize kusarlar
Bizi bağışla tanrım
Gelinlik görmeyen kızlar,
Şimdi birer acılı ana oldular
Elbet bizim de
Ellerimize bulaşmıştır bu silinmez ‘’ah’’lar,
Ve gün gelecek
Onlar da göğsümüzde bir yara açacaklar
Bizi bağışla Tanrım
Yollar ki;
Şimdi acıdan upuzun duraklar
Ceylanlar ya da tavşanlar
Upuzun… yerde yığılırlar
Ve gelip alıp götürürken insanları ambulanslar,
Onlar yerde ölüme bırakılırlar
Ve ancak bunu gören
Aşıklar bir inilti ağzıyla konuşurlar:
‘’o zalim yolların cellatlığını
Avcılar bile yapmazlar
Aşk sadece bize değildi
Değildi…’’
Bizi bağışla Tanrım
Hangi tabut bir beşik kadar masum kalabilir.
Beşikler ve tabutlar arasında sadece âşıklardır.
Nefsine yenilmeyip
Ölümü kirletmeyen.
Ve gövdelerinde zamanı yücelten
Ölümden bile saygı gören
Sadece onlardır
Ey aşkın ezeli
Ve aşkın ebedi sahibi
Aşk ve ölüm durağında
Bedenleri su ve ateşten
Kim varsa bekleyen
Aşk’ın ve ölüm’ün
O büyük kutsallığı adına
Bağışla Tanrım
2013-2017
Mehmet GöksuKayıt Tarihi : 5.11.2022 01:10:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Böylesine güzel bir şiiri kaleme alan yüreğinize sağlık..
Hakikati anlamak ve anlatmak yanlız yüce gönüllerin işidir..
Selâm ve saygılarımla..
TÜM YORUMLAR (1)