Gözyaşı sağanağında yıkarken yüreğimi, henüz küllerin tozu ortalığa savrulmamıştı. Dudağımda kimsenin bilmediği bir dille işitilmeyecek sözler söylerken, onu duyacak bir kulağın yoktu. Cismin var, ismin kayıptı…
Dudaklarındaki harfler ateşten sözler söylerken, yüreğimin derinliklerine vuran kızıl ışıklar derunumu acıtıyordu. Seni bir kez görebilmek için, içimde titreyen alev yağmur olup yağarken. Gözlerimden yaş, dilimden söz, gönlümden kan olarak düşüyordun…
Ruhum işkenceye sıkışmış gibi acı çekerken, Kâğıt kayboluyor, yazı kayboluyor, harf kayboluyor, dilimdeki sözcük kayboluyordu. Sözcükler kalemin ucundan buse gibi dökülürken, kâğıda değil canıma yazıyordum. Dilimden düşen kelimeler yanıyor, kalem yanıyor, canım yanıyordu. Senin kokunu bu kül kokusunu kapatmak için istiyorum…
Gündüzlük bir hayal gibi dolaşırken edasız, buz tutan bir deniz misali, ruhum donuyordu gözlerinde. Ben senin bir tebessümüne hasretken, bana baktığın göz ateş, beden ateş, yürek ateş, ruh ateş, bu ateşi söndürmek için sunulan bade ateşti…
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.