Ortalığa dağılmış kelimelerimi topluyorum. Vurgun yemiş duygularımı anlatmaya. Soru işaretleri sarmış dört bir yanımı, ünlem işaretini bulamıyorum. Yaşamım hep virgül ve üç nokta. Devrik cümlelerle yaşamayı öğreniyorum. Tamlamalar arasında dik yokuşlardan yuvarlanıyorum. Yüklemsiz tümceler gibi parça parça ve anlamsız yüreğimin sesi. Acılara gark eyledim tümleçlerle arasında bu ruhu viraneyi...
Bir sırt çantasına sığdırdım bütün noktalama işaretlerini. Tırnak içindeki konuşma çizgisi en fazla yeri kaplıyordu. Ruhum ise taşıyamayacağı kadar büyük bir şeye katlanması gereken çocuk gibiydi. Yokluğunu anlatmaya yetmiyordu bütün imgeler. Mazi bir girdap oldu fark ettirmeden beni içine çekti parantezler içinde...
Ve sen yoksun ben gene tamamlanmamış bir yazıtın ortalarındayım...
Deniz
10.09.2010
Avanos
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...



