Ne zaman dalsan sevdanın labirentlerine
Uzun ve tiz bir ıslık sesi karşılar yüreğini.
Sevgiler imparatorluğu uzaktır, bekletir seni
Rüyalar pembe düşlerdir, siyaha çalar kimi
Eşsizdir yüreğin, barındırır tüm güzellikleri
Lirik bir bakış ol ve törpüle artık çilelerini…
Kırık dökük anılardan çıkardığımız yazılar ve bu anıların yüreğimizde açtığı yaralarla yaşamak zor gelir bizim gibilere. Uçsuz, upuzun ovalarda yalın ayak yürümek, varmayı düşlediğimiz dağlara tırmanmak ve oralarda yankımızı duyurmak çabası hep vardır. Kimi yastığa başını koyunca bunları düşünürsün, kimi yüreğini sevecek, okşayacak bir el beklersin. Sonsuza dek gözlerine bakıp, aynı sonsuzluğa ulaştıracak bir bakış dilersin. Yaşamın garip çarklarında tüm bunlar mümkündür. Ancak bilinmeyenlerle, anlaşılmayanlarla mücadele ederken bu güzellikleri kaybediverirsin ve onlardan dirhem dirhem mahrum kalırsın.
Yaşamın mavi denizlerinde özgür kulaçlar atmayı kim istemez ki, yüreğimizdeki sevda ateşiyle ve aşk tütsüsüyle ibadete durmak, o ibadetlerin barınağında sonsuza dek sevişmeyi kim dilemez ki? . İşte böylesi beklentilerde yüreğin hep boştur, sözcüklerin yıldızlara değer ve geri dönmez. Ay kıskanç ışıklarını yeryüzüne gönderirken sürekli bedel alır, sürekli yeniler doğa görüntüsünü, hızla tükenen mevsimler gibi. Bir yol vardır aslında sevmek için. O yol tehlikelerle dolu olduğu için cazip gelmez bizlere. Bu doğanın diğer yüzüdür ve sürekli acılarla bütünleştirir sevenleri. O acılar ki, ömür törpüsüdür ve geriye dönüp bakmaya korkar insan. Korkuların ayak izleri derindir ve kaybolmayı istemezsin.
Oysa ki, dil yarası, yürek acısı beterdir. Yüreğin sızıları her doğan gün saklanır geçmişe. Saygı sevgiyi özler, sevgi saygı bekler, saygının düşürdüğü gül nehirlere düşer, nehirler sevgiyi gizler, gizlenen her sevgi de aşk’ı bekler. Fırtına tepelerinde bağdaş kurup oturunca farkına varmadan bunları düşünürsün. Bir elinde kağıt vardır, diğer elin yüreğinin gelgitlerini dinlemektedir. Kaleme varmaz elin, yüreğin tutukludur ve öfkelerinden sevinçler çıkarmayı düşler. Dumanınla bir sen boğulur, siteminle bir sen avunursun.
Kimi, bir yazı yazmak gelir içinden. Sonsuzluğa ışık tutacak bir mirasın kalsın istersin. Zorlarsın kendini, düşürürsün gözlerini bembeyaz kağıtlara. Bedeninin ateşlerine aldırmaz, yaşadıklarını takmaz, geriye dönüp bakmak istemezsin. Uyanınca, gece boyu dinmeyen yağmura uzatmak istersin sonra ellerini. Islak camlarda elini gezdirir, buğulanan camlara birkaç satır karalamak geçer içinden. Ansızın, dışarıdaki yağmur sularını kucaklamak istersin. Saçlarını serip deli yağmurlara çılgınca bir sevda yaşamayı düşlersin. Fakat neler düşlesen de, tuzaklarla dolu bu garip yerkürede adımların seni taşımaz, bir okul kaçağı gibi kendi tenhalarına dalarsın.
Kırılırsın, üzülürsün, yüreğine söz geçiremezsin. Çile yumaklarını sararsın durmaksızın. Ömür boyu taşıyamayacağın bir yalnızlığın kapısını tekrar çalarsın. Girdaplar gibidir için, döner başın, sessizce ağlarsın. Gözyaşlarını aynalara siler, dudaklarının kıvrımlarından, gözlerinin ovalarından ve yüreğinin labirentlerinden bir resim yaparsın. Dalarsın meçhullere, ararsın çocukluğunu ve kaderine yanarsın.
Bu olmazlar çemberi hep böyle döner anlayacağın. Aşk’a her zaman vakit vardır ve sevmek özünde aynıdır. Işıklara belediğin yürek ışıl ışıl bir gelecek düşler. Bir serçe yem ister pencerende, bir çekirge öter çatında ve yoldan geçmeye çalışan bir sürüngeni okşarsın gözlerinle. Anlayacağın bebek, sevmek için dokunmak zorunda değilsin. Yaşamak ve sevmek beşiğini sürekli salla yüreğinde. Bir gün, yarınlara kavuşunca güzelliğinin mükemmel bahçelerinde sevgiye uzatırsın ellerini. Sevgi dağlarının ne kadar yakın olduğuna, aşk denizlerinin ne kadar eşsiz olduğuna inan sen bile şaşarsın.
Kayıt Tarihi : 10.6.2005 14:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)