Sultan Göçtükten Sonra
Rehavetinde güldü yürüdüğüm sokaklar
Sonu yok aydınlıkta parçalandı ipliğim
Soluk alışım gibi bana yakındı onlar
Yüz üstü sürünmüşüm bu güne dek bildiğim
Ütopya
Anlamak zor, hüzün akıyor bakışlarından bu gün
Ellerin bende ama, yüreğin asılmış kutuplara
Hani, yok bir ömre bedel gülüşün
Sofra kurmuş, mum yakmış gibisin yıldızlara.
Beklerim
Battıysa güneş, doğmasını
Severim
Güllerin açmasını
Bilirim
Çileye haz katmasını.
O kadar çok sorunun cevabıdır ki bu kelime, yüzler düzeyinde karanlık hususu aydınlatmak için her defasında neyi, nasıl, niçin gibi kelimelerle telaffuza muhtaç. İnsanın dışında kalan varlıkların ve nesnelerin de bu kelime kapsamında mütealası yapıla gelmiştir. Bilinmeyen hiçbir hususun kalmadığı günümüzde, insanın harikalara açık yaratılışı, her gün bilim, teknik alanında yeni yeni ürünler vermeye devam etmektedir. İnsan anatomisinden tutunuz, uzayın yaşanabilirliği üzerinde ki çalışmalar ve bilgi ağının her evde tıklanabilirliği, uçan arabalar, damara yerleştirilen mercimek büyüklüğünde ki tahlil cihazları gibi daha neler neler. Hepsi insana sunulan kıymetler sonucunda elde edilen lütuflardır.
Hiçbir canlı varlığın beş ileri dört geri şeklindeki seyrini geliştirememesi karşısında, insan, adeta efendiye kafa tutan hizmetçinin hükümranlık savaşını vermekte. Bu çağın nimetleri sonucunda husule gelmiş bir olay değildir. Belki bu gün ihtişamın insanı kuşatmasıyla bir nebze olsun alakalı olabilir efendiye köle başkaldırışları. Ne var ki çok eski çağlarda aynı isyanların yaşanması, hatta ilahlık davasının toplumları ihata ettiğini bilmekteyiz. Ne acıdır ki ne o toplumlar, ne de o toplumların sahte ilahlarından eser kalmamıştır.
Sözünü ettiğimiz olay da anlayabilmenin bir nevi savaşıydı. Buna benzer olaylarda katledilen mesafe hayli iyi. Yalnız anlayabilme kategorisinde geç kalınmış bir madde var. O da insanın kendini yani insanın insanı anlayamamasıdır. Bu konuda kayda değer bir ilerleme sağlanamamıştır. Dünkü yanlışların bu gün, biraz şekil değiştirerek aynı boyutlarda sembolleştirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Belki demekten ziyade kati bir kanaatle, yanlışlar üzerinde ısrar, anlamak istememe kaidesinden kaynaklanmaktadır. Üzerinde yaşadığımız mekânın her geçen gün büyüklüğünü ve azametini yitirdiği, bu değerlerin zamanla insanda toplandığı hakikati, bir nevi eskiye yönelişi hızlandırmaktadır. Kabuğunda devleştiğini zanneden insanın bu kaprisi, gerçekte gölgesiyle savaşmaktan başka bir şey değildir. Bunu bir olayda değil, birçok problemin temelinde görebiliriz. Bu insanlığın özelliklede bizim insanımızın dünyaya bakış şekli. Oysaki batının, bilim teknik alanlarında ki ilklerle sarsıldığı zamanlarda, bizdeki aydınlar ve halkın bu gibi densizlikleri yerdiğini görürüz tarih sayfalarında. Ne var ki zamanla dengelerin değişmesi sonucunda bunun tam tersi bir durumla karşılaşmamız sonucu çıkar ortaya. Her ne kadar çağ atladık deniyorsa da, insanın karşısında ki düşünceyi yermesi, küçümsemesi ve hayat hakkı tanımaması karşısında çağ atlayışın, geriye yönelik bir hamle olduğu kanaati husule gelmektedir.
Anlamamak istememe ya da anlayamama. Kapsamı oldukça geniş olmasına rağmen ilk etapta algılanan varlığın insan olduğu hakikati ortada. Bu özellik insana verilmesine rağmen, yeterli düzeyde işletememesi, zamana açısından büyük kayıp olmaktadır. Her zaman mesele olan anlamak istememe duygusunu
Konulara ve olaylara kendi menfaati penceresinden bakan kişilerin, başka kişilere hayat hakkı tanımayacağı, zaman zaman tırmandığımız yokuşlardan yalnızca biri. Bunu yaşadığımız kent, ülke ve sokak gerçeklerinde görmekteyiz. Aslında konulara bu açıdan çözüm getirildiğini empoze etmeye çalışanların bilinçaltında devleştirdiği gerçek, anlamak istememe kuralından başka bir şey olmasa gerek. Bu noktada şu latifeye bilmem ne dersiniz.
Zatın biri oğlunu okutmak için mektebe verir. Ne var ki çocuk okumaz. Bazı sanatları da dener. Fakat nafile. Nihayet remil atmakta, fala bakmakta mahir bir dostuna durumu anlatır. Remilci:
Gel:
Bildiğim dualar bitti dilimde
Hüznüme ağladı gece bulutlar
Gördüm bir buket gül gece düşümde
Yırtıldı ansızın tüm karanlıklar.
SEVERİM
Severim hayatı bir kulübe içinde
Hergün başka bir dünya, bir çileyi yaşarım
Yıldızlarla saklambaç oynarken gökyüzünde
Ayın alev rengine yüzüstü asılırım
Dalında yeşeren güllerin bir örneğidir düşünceler. Atlastan yaygılar üzerinde güneşi kıskandıracak derecede yüreklerin samimiyetini ortaya koyması...Tutunduğu zemin yiğit, ısındığı hava mert, dinlendiği gölge şefkatli. Zamana meydan okurcasına kaygısızdır düşünceler. Sıfatı düşünce olsa da aslında ufuklara yelken açmanın ta kendisidir beynin hezeyanları. Uzandığı yönün her noktasında ince sızıların tahtında gösteriverir kendisini.
Ezelin sorgucu olur bazen, büyülü inceliklerin esrarını derdikçe. İğne ucundaymışçasına kocaman alemin şaşaası. Veya bir balon kadar latif. Her iki halde ürpertilerin neden ve niçinlerin muharebe alanıdır. Kazanç; hoş sedalar, okşayan bakışlar sonunda gönül hoşluğu, kayıpsa; yine düşünceyle başlayıp sonuçta nedameti getiren kin ve husumet. İşte ezel ve ebet çizgisinin kıldan ince yüzü. Bu ince çizgide seyredebilen kişidir ebet cambazı.
Ve bir çığlıktır bazen düşünceler, gecenin karanlığını yırtan. Tırmandığı yolların kaktüs dikenlerine tutunarak. Ziya uzaktır. Sıralanmış binlerce dağ ötesinde. Yol yokuş, yol kıvrım, satıh karanlık, yorgunluksa diz boyu. Ya arka sokak, ya bir adım öte? Yok kelimesinin bulunmadığı alem. Durmak eğleşmek kafi.sinesinde sineleri büyüten sahte ana kavramı.
İnip derinliğinde, kaybolmak düşüncenin
Tadından daha leziz, çiçek balı yemenin
Her merhale alemin esrarengiz huşusu
Sevinçleri saklıyor tek bir günün korkusu
Zor bir uğraş. Kimine kara sevda olmuştur bütün zorluklarına rağmen, kiminin göz yaşıdır içten içe kanayan. Muhabbettir; sevgi akar ince çizgilerin satır aralarından. Her temada, bir başka dünyanın doyumsuz lezzeti dimağlarda kalakalır sonsuza dek. Ve eskidikçe değer kokan.
Yaşanmış birer dünyadır edebiyat adına kaleme alınmış her konu. Tasvirlerin simsıcak büyüleyen kucaklayışı yok mu? Adeta meme saati geciken bebe iştihasıyla sindirilmektedir okurun dimağında. İncelikler bir tarafa, belki de bir çok kişinin bakıp da göremediği güzelliklerin kalem diliyle anlatılmasının farkıdır bütün bu gizemler. Adeta suyun akışı, göründüğünden daha hoş, rüzgarın sesi daha canlıdır mısra ve cümlelerin ruhunda. Şairin anlattığı çiçeklerin kokusunu duyar gibi olursunuz bu tasvirler esnasında. Ve yahut da ağlayan çocukla ağladığımız, sevinen insanlarla haykırdığımız zamanlar olur. İşte öylesine alır götürür bizi sanat, ilhamın rengarenk çiçekleriyle mücehhez saraylarına.
İhtişamı yaşarız, açlığı duyar, soğukta titrer ve güleriz katılırcasına. Hepsi bir kıta şiir veya çeyrek sayfaya sıkıştırılmış hikayede yaşadıklarımızdır. Ama incede nezaketi, gülmekte kahkahayı, ağlamakta hıçkırığı, soğukta ayazı, tüm hücrelerimizde duyarcasına yaşarız.
Kendinize hiç zamanın getirdiklerine dair sorular sordunuz mu? Bilimin tekniğin ve dolayısıyla da insanlığın tekamülüne özgü sorular. Hani bu da nereden çıktı deseniz de inanıyorum ki bir çok kişi zaman içinde insanlığın seri şekil değişikliklerine tanık olmakta, kendini yargılarken bazen de gelişen olaylar karşısında apışıp kalmaktadır. Bir yerde insanlığın zeka denilen varlık sayesinde hayal sınırlarını hiçe saymak derecesinde ki tabiata hakimiyeti gıptayı gerektirirse de değişik insan portrelerinin gölgesiyle savaşır olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Eskiyle günümüz arasında bilim alanında kat edilen mesafe dudak uçuklatır cinsten hayrete mebni olduğunda, yaşayan her kişinin hem fikir olduğuna eminim lakin bir yönü ile hak etmeyen insanlar için bu nevi gelişmeler adeta bir lütuf olduğu şartıyla.
Toplumların bir zamanlar kendi koydukları ilkeleri, ilahı buyruk telakkisiyle dikte etmelerinin yanlışlığı ancak zaman ilerledikçe ortaya çıkmıştır. O dönem kurallarıyla çerçevelenip, kılıçların gölgesinde asırlarca devleştirilen bu akidelerin temelinde ne acıdır ki insan onuruna yönelik tahakkümler mevcuttu. Bu hem şarkın hem de garbın ruhunda kuvvet bulan sözde tartışılmaz kuralların derinliğinde insanı ön planda tutmasına rağmen aslında değer ifade etmeyen bir varlık olarak görülür. Yaratıcının müşfik adl ve ihsanı yerine insana karşı kuvvet, baskı ve zulmü yeğleyen yine insanın kendisiydi.
İsterseniz Servetüs’ü örnek gösterelim veya Sokrat’ı. Biri içinde bulunduğu toplumun hürefa inançlarına fikri savaş açmış bir serdengeçti. “Hıristiyanlığın Islahı”adlı kitabında İnsanlık adı altında işlenen hataları halka teşhiri nedeni ile yargılanarak ateşe atılır.
Diğeri,insanın kendini tanıması, yaratılıştaki gerçek sebebin teşhisi için adeta beyin jimnastiği yapan ve bu doğrultuda etrafındaki insanları yetiştirmeye özen gösteren bir düşünür. Sonuç her düşünür ve bilim adamına reva görülen ölüm cezası!
Bütün bunları söylerken adeta günümüz toplum ve fertleri ırk ve ulusları arasında mevcut ilişkilerde çok şeylerin değiştiğini ima ettiğimi zannetmeyin. Eskiyle günümüz arasında yalnızca strateji bazında boy gösteren farklılıkların medeniyet zırhıyla kaplanarak çok daha hunharca eylemlere imkan tanıdığı aşikardır. Dünyayı globalleştirme çabaları altında ki gerçek sebep, insanlığın saadeti olmaktan ziyade, belirli ulusların hegemonyasını kolaylaştırmaktır.Ulusların her geçen gün biraz daha fazla ensesinde hissettiği bu gücün varlığı bir nevi yanlış politikalar, kararlar ve hayranlıklar nedeni ile devleştirilmekte bilim ve fen insanlığın korkulu rüyası olmaktadır. Dünyanın her yerinde kan, göz yaşı ve zulmün eksik olmadığı, makul özgürlük ve insanca hayat arayışlarının cezası hep, çocuk, yaşlı, kadın demeden ölüm olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Kendi öz değerlerini bir kenara iterek, her geçen gün biraz daha fazla yozlaşmanın eşiğine gelmiş milletlerin yaşadığı sıkıntıların dünya basınına yansımaları arkasındaki gerçek yalnızca üç beş fotoğraf karesi ile sınırlı kalmamaktadır. Yaşatılan insanlık dışı hareketlerin temelinde öz benlikten kopma halinin varlığı söz konusudur. Dün inanç ve bayrağı aynı insanların, mevcut sorunlarını çözmek için insanlık özelliklerinden yoksun bir güce kapılarını açmaları sonucunda bu gün yaşadıkları rezalet, yıllar boyu tarih sayfalarında yer bulacaktır. Aynı değerleri paylaşan hiç bir asi idareci asla yabacı bir melekten daha kötü olamaz. Zira tarih boyunca melek maskesi takmış yüzlerce liderin insan katletmeyi şiar edindiğini pekala herkes bilmektedir.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!