Sokakta karşılaştım.
Satarken güllerini,
Alırken alın terini.
Yırtıktı elbisesi,
Ayağında terliği.
Devamını Oku
Satarken güllerini,
Alırken alın terini.
Yırtıktı elbisesi,
Ayağında terliği.
Kayseri-Develi doğumluyum.
İlk ve orta eğitimimi Ankara'da tamamladım. 1989 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldum. 1995 yılına kadar önce kısa bir süre Malatya-Gündüzbey'de, daha sonra da Malatya-Pütürge'de öğretmenlik yaptım. 1995'te Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'de Felsefe ve Din Bilimleri Bölümüne bağlı olarak Din Psikolojisi Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Bu arada 1993 yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimle ...
antoloji üyesiyim ilk defa mailime Asım Yapıcının şiiri geldi ve çok çok beğenerek okudum.hemen şairle ilgili bilgilere girdim.Diğer şiirlerine göz gezdirdim.Tanınması ve tanıtılması gereken değerli bir şair.(belki de ben tanımıyordum.) tebrikler,başarılar.Tanıdığım için kendimi mutlu hissediyorum.
Şiirin felsefesine kafa yoran adam:
Asım Yapıcı
Bilim adamı kimliği ile sanatçı kimliğini aynı anda ve başarıyla taşıyan bir kişilik Asım Yapıcı.
Küçük yaşlardan beri şiirler yazmakta.
Bugün usta şairlerimiz arasına adını yazdırmayı başaran Asım Yapıcı, şiir yazmanın yanında şiirin “ne”liği ve “nasıl”lığı üzerinde teorik tartışmalarda yapmakta.
Yani, şiirin felsefesine de kafa yormakta.
Yapıcı’nın şiir yazmakla yetinmeyip şiirin felsefesine kafa yormasında bilim adamlığının büyük payı vardır şüphesiz.
Yapıcı, şiirlerinde tema olarak şiirin temel temalarının yanında felsefe içeren temalar da kullanmaktadır.
Aşk, sevda, ayrılık, ölüm, mistik duygular ve toplumun sorunlarının yanında, Asım Yapıcı’nın şiirlerinde anlam arayışı ve varoluş sancılarını da görebiliriz.
Hatta, Yapıcı şiirlerinde diğer şairlerde olmadığı ölçüde ön plana çıkmaktadır.
Üniversitesi Aslında. Yapıcı’nın bilimsel çalışmaları da şiirlerinde ön plana çıkan anlam arayışı ve varoluş sancılarına paralellik gösterir.
YAPICI KİMDİR?
5 Kasım 1966 yılında Kayseri- Develi’de doğdu.
İlk ve orta eğitimimi Ankara’da tamamladı.
1989 yılında Erciyes İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
1995 yılına kadar önce kısa bir süre Malatya-Gündüzbey`de, daha sonra da Malatya-Pütürge`de öğretmenlik yaptı. 1995`te Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’de Felsefe ve Din Bilimleri Bölümüne bağlı olarak Din Psikolojisi Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı.
Bu arada 1993 yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne bağlı olarak yapmaya başladığım yüksek lisans eğitimini 1996`da, doktora eğitimini ise 2002`de tamamladı.
Şu anda Adana`da Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Din Psikolojisi alanında öğretim üyesi olarak çalışmalarıma devam etmekte.
Akademsiyen kimliğim ile çeşitli bilimsel dergilerde makaleler yayınladı ve başta psikoloji, sosyoloji ve sosyal psikiyatri olmak üzere çok çeşitli kongreye katılarak sunumlar yaptı.Yapıcı’nın çalışmaları genel olarak `dindarlık`, `dini yaşayış biçimleri`, `dindarlık ölçekleri`, insanın anlam arayışı ve din``, `dindarlık ve psiko-sosyal uyum`, `dindarlık ve ruh sağlığı`, `dogmatik ve fanatik dindarlık türleri`, `değerlerin oluşumu ve değer tercihlerinin yapılanması`, `dini gruplar gruplar arası sosyal mesafeler`, `Sünni ve Alevi Grupların birbirlerine yönelik tutumları`, `ötekini algılama`, `küreselleşmenin kimlik üzerine etkileri`, `dinde kadının yeri ve değeri` ve `kimlik` konuları üzerinde odaklanmakta.
Şairin birisi şiir, ikisi araştırma olmak üzere üç yayınlanmış kitabı bulunmaktadır:
*Asım Yapıcı, Aşkımı Güneşte Yıkayıp Yağmurlarda Kuruttuğumdan Beri..., Karahan Kitabevi, Adana 2004 (Şiir)
*Asım Yapıcı, İslam`da Tövbe ve Dini Yaşayıştaki Rolü, Beyan Yayınları, İstanbul 1997 (Araştırma) .
*Asım Yapıcı, Din-Kimlik ve Ön Yargı: Biz ve Onlar, Karahan Kitabevi, Adana 2004 (Araştırma) .
Katerina
yeşil kırmızıya döndüğü vakit
ve döndüğü zaman aşk başka yörüngelerde, serseri
eşkiya gözlerinde sönünce umutlarım
yanıklar merhem olup inince kasıklarıma
haz verir mi okşamak titrek göğüsleri?
gecenin en uryan vaktinde
tomurcuk gülleri öpmek
ve koklamak, hatta yosun tutmuş denizi
dinince aşka vurgun ağıtlar
hercai gönlünde kaç otağ var, bilmem ki
ey kitapsız sevdaların fettan meleği!
Katerina
az mı süsledin gün görmeyen düşlerimi?
vuslatı az mı gıdıkladın hayallerimde
arsız bakışlarınla, cilveli
içtikçe kandırmayan mavi şaraptı tadın
ismin yeterdi titretmeye aklımı
arzuları mayalayan seraptın, bin yıllık mahzenlerde
bir yanın Erciyesti, öbür tarafın Ağrı
nice ırmaklar akardı vadilerinde, kızıl
ey ehlileşmeyen duyguların vahşi ceylanı
beynimin kıvrımlarında danteldi adın
günahı seninle sevmiştim seni sevmeden önce
besmelesiz uykuları başlatan ey kadın!
Katerina
hani, geceyi bitirmezdik ikindiyi görmeden
devletler yıkan sevişmelerimiz vardı
asırlık çınarların altında
ne mümkündü korkmak yaban taylarından
ve unutmak varoşlara sinmiş kokunu
bombalar altında
yarı kan, yarı duman
yarısı bir öfkeydi lanet okuyan
hadi bir kurşun da sen sık Felluce yüreğime
yaban postalları altında, ölgün
yık, kalan ne varsa maziden
eski dünyada
kırk gün kırk gece
kabustan bir sevda değil mi bu zaten
can suyu kan
kirli eğlence
çek bıçağı İbrahim
titremesin ellerin
siz ey İncilin üvey çocukları!
söyleyin:
gökkuşağı hayaller ne vakit kaybetti renklerini
ey gölgesiz düşlerin karanlık tanrısı!
hangi zamandı bilmem ki Ares
daha dinmedi mi kızıl kıyamet öfken?
şimşeğiyle dağları yırtan Zeus
senden mi ilham alır şarapnel parçaları
teyyareler
ve Sen:
ölümü ve hayatı Var eden
aşkla yoğurduğun kainatta can çekişiyor aşk
neden?
vur bıçağı İbrahim
kes gitsin
Moriah’ta kalp ağlasın, Bağdat’ta beden
neden? nisan rahmeti belleyip kurşunları
şemsiyesiz gezerim ölüm yağmurlarında
Katerina
çoktandır kıra düşmez gözlerine
marketlerde mi tutsak hissiz bekleyişler?
mesafeler mi ölü, tekliyor mu zaman?
neyin sevdasına paketlendi Allahsız sevdan?
ey yüzünü namahrem diye saklayan gece!
ey geceyi yarasalara satan sessizlik!
nicedir ıslık çalar ruhum yokluğa
hüzün doğuran
şeytanları besleyen oynak nameler söylerim zamansız
karanlığı çoğaltan türkü
Katerina
her nefesi vebal kokan sevgili
ya günahınla yıka ya kanınla yak beni
dinsin bu kaypak arzu
bitsin bu sarhoş öfke
çal bıçağı İbrahim
'bismillahirrahmanirrahim'
2005
İmgelem Kültür-Sanat-Yorum Dergisi; Yıl: 3; Sayı: 15, 2006, s. 20.
Asım Yapıcı
GÜNEYİN KIZI
ZİRVE GAZETESİ YAZI DİZİSİNDEN ADANA
TEMMUZ 2006
www.muneverduver.com
ASIM YAPICI’ NIN ŞİİRSEL YOLCULUĞU
Mustafa CEYLAN
Tahlil:6 (Son Bölüm)
Güllük Grubumuzun üyelerinden Doç Dr. Asım YAPICI mehtapsız yaşayan ve kalbini elinde taşımaya mahkum bir şairdir. Gece yolculuğuna tutkun şair, o yolculuktan kurtulup seher vaktine ulaşmak, aydınlığa kavuşmak ister. Nitekim bir şiirinde;
“Mahkum muyum hep böyle mehtapsız yaşamaya?
Mahkum muyum kalbimi elimde taşımaya? ” der ve sonra da;
“Karanlıklar ne olur bırakın, gideyim ben
Benden başka bu yolda kimse kalmadı zaten…” deyiverir…
Bazen öylesine dalar gider ki ayrılıklara. Ben Türk şiirinde, kelebeğin de ayrılık zehri taşıdığı dizesini tek onda gördüm. Yarınlardan endişe duyan şair, sevgilisinin çağırmadan yanına gelmesini ister. Bahtına kahreder… “Ayrılık zehri taşır kanadında kelebek” diye de ”Karanlık Düşünceler” başlıklı şiirinde, duygularını ifade eder.
“Gör” başlıklı şiirinin son kıt’asında ise;
“Taşa çal korkuları, düşleri yere savur
Körelmeyen hisleri hiçlik yağında kavur
Saatleri vuslata baştan tekrar kur
Sonsuzluk ne demekmiş “Enelhak”la dol da gör” diye seslenir… Hallac-ı Mansur hayranı olan şairimiz “Delirmek Ya da Ölmek” şiirinin bir yerinde de;
“neden hep aşk diyor dilim?
Bu “ben” eski “ben” değilim
Bir şeyler değişiyor bende
Yoksa Hallac’ı öldürten fikir mi bu?
Yunus’u diyar diyar gezdiren
Aşıkları meftun eden zikir mi bu?
Ethem niçin terk etti tahtını?
Çözebilmiş değilim
Ölümsüzlük arayan biriyim”
Evet, iyi şair ölümsüz şairdir. Ölümsüzlüğe talip olan has şiir yazar. Çile çekmeyen, yanmayan yazamaz… Duymayan, çaba vermeyen de yanmaz ki… Şairleri ölümsüz olan bir Yüce Milletiz biz… Zenginlerimiz, nice yiğitlerimiz, uzunlarımız, kısalarımız, güzellerimiz, çirkinlerimiz ölür de belleğimizde, bilhassa öldükten sonra yaşatmaya çalıştığımız şairleri gelecek çağlara taşırız öylecesine… Yaşarken kıymetini bilemedik maalesef şairlerimizin. Bir Molla Kasım gelse de yırtsa bunca şiir yaprağını… Atsa nehirlere, göllere… Sonra bir yerde duracak nasıl olsa… O durduğu yerden sonrakiler de yeter bize. Zaten gönül tezgâhımızda gergef gergef işlenmiştir o kalan, bize kalan şiirler. Biz onlarla da taşırız gelecek zamanlara şairlerimizi…
Asım Yapıcı Hoca’ nın kaygısı da bu işte… “henüz ulaşamadan ölümsüzlüğe / ölecek miyim? / yoksa öldürülecek miyim? ” deyişinin ardındaki sebep, sonsuzluğun kapısını aralamak istemesidir.
Psikolojik alandan aldıklarını kendi felsefesi ile yoğurur ve poetikasını-şiirsel çizgisini ortaya koymaya çalışır. Bütün gayreti-çabası da bu yöndedir. Hattâ bazen felsefe de yapar. Der ki:
“bilmek istiyorum ağaçların namelerini
Kuşların mektuplarında ne var?
Bazıları neden kanatsız uçar?
Varlık nasıl var olur yokta?
Yoklukta varlık nasıl?
Yokluk varlıkta yokta
Varlıkta yokluk asıl”
Evet dostlar, rahmetli ağabeyim Halil Soyuer’ de varlık ve yokluk konusunda “Yokta noksan aranılmaz / Yasa budur var eksilir” demişti. Hatırlıyorum…
Zaman denen mefhumla başı derttedir şairimizin. O yüzden de “Duvar Saati” ne seslenir. Der ki şiirinde:
'Ya zaman beni dize getirecek ya ben zamanı...'
Yarının müjdecisi, anlaşılmaz bir sanat
Zamanı yok etmede sanki hayata inat
Ürküten nefesiyle tarihler yazan saat
*****Her şekilde sen varsın, sende gizlilik ve sır
*****Son bulsun artık nizam, ne yıl kalsın ne asır
Efsanelerden kalmış acı sesli canavar
Senin ağır kütleni nasıl taşır bu duvar
Bir tebessüm eyle de, ses verme fecre kadar
*****Seninle dursun vakit, yeter artık yakma can
*****Yoksa bir âh çekerim duman tüttürmez bacan
Çözülmeyen bilmece, zaman sanki kördüğüm
Bu muydu sonsuz hayat, rüyalarda gördüğüm?
Nasıl bir alemdi o, al atımı sürdüğüm
*****Uyandırma düşlerden, gerçeği yalan etme
*****Nikah kıy yarınlara, hasretleri tüketme
Kapı vurulur gibi sesler gelmekte üzgün
Yaşlı gözler duayla göğü dolaşır süzgün
Akrebin kıskacında eriyip biterken gün
*****Zamanın pusulası kalın, küçük bir bıçak
*****O kestikçe kan gelir ruhumdan sıcak sıcak
Şefkatle bak hüzünlü kalbime bir saniye
Mezar ve sen, yan yana, bu ortaklık ne diye
Her şey senin elinde, alem sana hediye
*****Bir tatil et bakalım, yorgunluğunu unut
*****Akrebin intiharı, budur işte tek umut
Ay geceye vurulmuş, karanlığı dağlıyor
Hasret yağlı bir urgan ümitleri bağlıyor
Akrebin kucağında şeytan bile ağlıyor
*****Ürperiyor duygular, buz kesiliyor düşler
*****Kalbin her vuruşunda azalıyor gülüşler
Ölmek mi? Ölüm bile korkar ölmekten sensiz
Hangi vuslat? Nerede? Nasıl olur bu bensiz?
Bir zifaf arzularken sevgiliyle bedensiz
*****Korkular bende kalsın, yeter ki bir kere sus
*****Ben düşlere tutsağım, düşler geceye mahpus
Bir ateş çemberinde düşlerime ruh geldi
Fırladı azap oku kendi bağrını deldi
Demin esen şu rüzgar aşk anlatan bir yeldi
*****Şafakta daha nice yaşanacak gün dolu
*****“Gidelim” diyor bir ses “zor bulduk zaten yolu”
Gel de can kardeşim, bu şiire has şiir deme bakalım… Şu güzel ifadelere bakın hele… Şu buluşlara-bilişlere… Tamamen felsefe yüklü bu şiir… İnsanın zamanla mücadelesi var… Su misal akıp giden zamanı durdurma isteğinin şaheseri bu şiir… Buradaki haykırış, buradaki samimiyet ve buradaki içten-yalın-mükemmel söyleyişi kaç şiirde bulabiliriz? Kaç şiirde? ...
Hele zamanın son noktası olan ölüm konusundaki deyişine bakın. “Ölmek mi? Ölüm bile korkar ölmekten…” ne güzel! ! Hasretin yağlı urgan olması, akrebin kıskacında şeytanın ağlamasına ne denir ki? Ve saati tatil yapmaya çağırışı ya? ... Keşke, keşke bu şiiri ben yazsaydım Asım Hocam. Sen şu psikolojik konulara – ilmi konulara dalsaydın bu şiiri yazarken de o ilham meleği bu konuyu benim gönül dehlizimden içeri atsaydı diyorum… Şakası bir tarafa, gerçekten has şiir işte bu dostlar…
Asım Hoca’ mız soyadı gibi gerçek “yapıcı”- yani “olumlu” bir şairdir. “aranıp da bulunmayan aşklar” için, dostluklar için can vermeye hazırdır. Bir ömrü bir aşka harcamaktan çekinmez şair…
Şairimizin şiirsel yolculuğunda ele aldığı konulara Türk edebiyat tarihinden değişik örnekler de verebilir, sözümü biraz daha uzatabilirim. Ama, istedim ki, bu kadar güzel bir şairin tahlili de özgün olsun. Edebiyat tarihinden misallerle konuyu geliştirebilirim. Lâkin, biliyorum ki, şairimiz 2000’ li yıllarda benim gibi yeni-çağdaş bir şiir atılımının hasretini çekmektedir. Bu hasret ile kıvranmaktadır daima…
Ancak, bu noktada, bir başka yerde bir kıvılcım arayışına devam ederken, bilmeliyiz ki ve Asım Hoca’ da bilmeli ki, ışık da, aşk da, her ne varsa GÜLLÜK grubumuzda ve benzeri gruplardaki dost yüreklerde… Bizim içimizde… Çare biziz yani… Yeni bir atılım, bir büyük hamle olacaksa gene biz gerçekleştireceğiz onu…..
M. Akif ERSOY’ un işaret ettiği şiirdeki “Asım’ ın Nesli” bizler olmalıyız…
Asım Yapıcı Hoca’ mıza şiirsel yolculuğunda talep ettiği o ölümsüzlük noktasına, o unutulmazlar ve iz bırakanlar menziline varması dileğimizle, selamlar ve saygılar sunuyorum.
Ve
Cümle grup üyelerimize de kalbi selam ve saygılar….
Mustafa CEYLAN
Mustafa Ceylan ve Antalya GÜLLÜK Dergisi Kurucusu
ASIM YAPICI’ NIN ŞİİRSEL YOLCULUĞU
Mustafa CEYLAN
Tahlil:5
Ölüm, inanan ve seven insan için bir yok oluş depğildir. Tasavvuf edebiyatımızın temeli de “ölmeden evvel ölmek” le kurulur… O temel üzre yükselir şiirden ışık duvarları. O temel üzre açılır mısra çiçekleri…. Ama, bazı şairlere göre ölüm kaçıştır. Bitmektir. Halk Edebiyatımızın ozan yürekleri ise “ölüm ile ayrılığı tartmışlar / Elli gram ağır gelmiş ayrılık” demişlerdi…
Ahmet Haşim’in “o Beldesi” ne gidişi hedef seçen, içe kapanık şairlerimiz bazen Yahya Kemal’ in “Sessiz Gemi” sine binip yelken açıverirler. Onlara bakar kalır gözlerim… Kaçış üstüne kaçışı yaşarlar… Asım Hoca’ da bazen kaçar kentlerin gürültüsünden.. Dünyadan, uhrevi aleme kaçmak ister. Oraya sonsuz sevdasını yaşamak için adım atmaya çalışır.
Şair, söylemlerinde bazen öyle ileri gider ki, diline fren vurmaz. Levh-i mahfuzda yazılı yazıyı bile değiştirmek ister. Arşa çıkar. Şeytanı-cini-meleği konu eder. İnsan ya… İnsan yüreği bu. İnsan kutsal alanda, Yaradan2ın çizdiği yolda ilerledikçe melekten üstün olur. Bunun tersi ise hayvan’ dan daha aşağı derecelerdir. Tersi olmayı taş bile kabul etmez…
“Severim ben seni candan içeri
Yolum vardır bu erkandan içeri” dedikten sonra;
“Beni bende denmen, bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri” diyen Yunus Emre’ mizin inanç-iman felsefesinden ve hoşgörü anlayışından hız ve ilham alan bir şairdir Yapıcı Hoca…
Aşkın gece-ateş ve güneş arasında nefes nefese anlatmaktan çekinmez. Çünkü, “İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer / Aşık olmayan gönül misal-i taşa benzer / Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter “ diyen Yunus Emre’ mizin dilidir şairimiz…
Mevlana’ nın oğlu Sultan Veled (1227-1312) ’ de bir gazelinde;
“Senin yüzün güneştir, yoksa aydır
Canım aldı gözün, daki ne eydir? ” demiştir. Ünlü Divan Edebiyatı şairimiz Baki’ de;
“Avazeyi bu âleme Davud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” dememiş midir? Demiştir, demişlerdir. İşte Asım Yapıcı şairimiz’ de psikoloji hocası olması hesabıyle, kendi içindeki “ben” i çıkarıp ortaya koymakta, ateş, gece, güneş arasında kutsal aşkını haykırmakta ve şu gök kubbede bir hoş sada bırakmak telaşındadır.
Sözümüzün burasına gülden bir virgül atalım da şairimizin bir şiirini birlikte okuyalım olur mu?
Hem de bundan sonra yayınlayacağı 2. şiir kitabına isim vereceği şiirini. Şiir aynen şöyle:
kafiyesiz aşk bu
kırık-dökük bir sevda
duygularım toslamış buz dağına
cemreleri unuttum
düşlerim kar altında
korkular kiralıyorum buz çölünde
yürüyorum, gecenin düğümlendiği yere
menzil ırak şimdilerde, yolculuk yakın
darbe ağır, yara derin gönülde
cenaze sularında yunuyor umutlarım
bugünlerde farklı esiyor kavak yelleri serde
ay çiçekleri hüzne çeviriyor yüzünü
bir matem kokusu taşıyor gecelerden
heykeller dikiyorum tunçlaşmış bekleyişlerden
bir şair resmediyorum sol göğsüne, dilimle
sağ göğsünde elim
arzular kırbaçlanmış
zikzaklar çiziyor aklım dolambaçsız yollarda
bölündükçe büyüyor korkularım
üşüyorum
...
dümen kırık
acılar fora
artık yazılmamış bir kaderdir rotam
kabir kokan dudaklarında
asılı kalmış yarınlar karanlık yıldızlara
keşişlemeden esince rüzgarlar
titriyorum gözlerine baktığımda
kafiyesiz aşk bu
hislerim kıyam etmiş, ayakta
ne isyanlar yaşıyorum içimde, celali
bir tarafı eski, bir yüzü yeni
öksüzlerin “âh”ı yüklü sırtıma,
Felluce'nin figanı
vebali boynumdadır ölmüş kelebeklerin
bendedir soğuk gecelerin kavurduğu kaygılar
unuttum daha dün gördüğüm rüyaları
unutulmuşken görülmemiş rüyalarda
suçlusu benim karanlık gecelerin
acıktığımı hatırlıyorum aşka
ağıtları duyulduğunda doğmamış bebeklerin
açlığımı unutuyorum
bakidir susuzluğum sevda okyanusunda
yürüyorum, adı konulmamış belalara
kafiyesiz aşk bu
lirik bir yalan
çamurdan bir sevda
balçıktan zevk alan
çekiyor beni karabatak düşünceler
bilinmeyenin bilinmez bilgeliğine
zifafsız vuslatlar yaşıyorum, nikahsız ayrılıklar
mümteni hülyalar peşinde
boğuluyorum ter kokulu bir deryada
kepeklerim mahrem yerlerime merhem
sırtlanmışım dünyayı mehtapsız karanlıklarda
gidiyorum ölmüş gölgelerin izinden
can çekişen umutlarım heybemde
buruk bakıyor gözlerim azdıran güzelliğine
ayaklarım gamlı yürüyor bu ara
gamsız dolaşırken kanım damarlarımda
aksis mundi*
yıkıldı gönlümün direği
düşmüyor dilimden isyan kokan dualar
tövbesiz günahlara dalıyorum sabaha kadar
Leyle-i Kadir’de
küçüldükçe büyüyorum gözümde
büyüdükçe küçülüyorum
aklım yorgun
yasaklar yorgan
vurgun yemişim en durgun sularda
en soğuk sularda kırka yükselmiş ateş
başlamış sayıklamalar
kışın...
temmuzda...
dökülüyor yapraklar...
kafiyesiz aşk bu
berzahta bir sual
düz yollarda yalpalayan bir sevda
biraz kör, biraz topal
kırık vuruyor notalara anılar
sarhoş olmuş makam-ı nihavent
yanık türkü dinlemekten
atığımdan beri aklımın pabuçlarını dama
çıplak gezinmekteyim Arnavut kaldırımlarında
peşindeyim her gördüğüm güzelin
derin bir kabus var Bosna sokaklarında
korkulu bir rüya
sıkışmış mengeneye tabirler
kurşun olmuş aydınlık
tutulmuş güneş
siyaha vurulmuşum beyaz lekelenince
kekeme bir intizar fışkırırken içimden
yelken açıyorum şifasız yaralara
kanadı kırık inançlarım ışıtmıyor ruhumu
ne de sokak lambaları
uryan kalmışım pervane yalnızlığımda
vergisi fazla bu aşkın, diyeti ağır
yüreğim soğumuyor feryat cehenneminde
yanıyorum tam da üşüdüğüm yerde
kafiyesiz aşk bu
en karanlık sayfalarında tarihin
daha yakılmadan ateş
yazı icat edilmeden daha
zincirlemişim ruhumu deniz gözlerine
Kâlû Belâ’da
ismin dudaklarımda zikir
fikrim heyelan altında
zemheri bir ayazda / susuyorum
“fırtına öncesi bir sukut bu”
mahşeri bir gürültü
unuttun mu? nadasa bıraktığım gün vuslatı, çoraktı yüreğin
yağmur duasına çıkmıştım ya hani..
hani kurban etmiştim ya kendi ellerimle kalbimi,
adağım sendin işte
senin için bağlamıştım çaputları iğde dallarına
sulamıştım nilüferleri
vuslat pınarında
yıkansın diyordum kor yürekler
heyhat! aksis mundi
sevgi yağmurlarından damıtılmış ateşlerde, donuyorum şimdi
kafiyesiz aşk bu
kifayetsiz bir sevda
eğiriyorum yumak olmuş karanlıkları
pusulasız kalmışım Araf’ta
dayanmış kapıma gece
nasır tutmuş bekleyişlerde hüzün
tek mevsim var zihnimde
bir parça kara kış, bir salkım yaz
hülasa sonbahar, hazan, güz
alaca bir sevda bu, alaca karanlıkta
birazcık gece, bir tutam gündüz
sözde ikramiye günü yarın bir busecik zamla
tarihi satın alacaktım yalanlardan
mecnuna aşk satacaktım pazarlıksız
yakamozlar altında
heyhat! aksis mundi
renklerimi kaybettim ararken ahengimi
rahmeti unuttu yağmur
gri bir lanet yağıyor şimdi
açmıyor eskisi gibi çiçekler
bazen “beden” oluyorum cennetten kovulan
İbrahim’e ateş, İsa’ya çarmıh
içimi gıdıklıyor şeytan
en zayıf yerlerimde vesveseler
çivilenince kalbim aşka
kilitlenince zaman
kutsuyor beni vaftizci Yahya
kah kuyu oluyorum Yusuf’a, Kenan’da
miracım yarım
kah ikiye yarılıyor aklım
Akdeniz’de
Leyla’yı arıyorum şimdi Maria’yı kaybettiğim yerde
aksis mundi
sahi bu aşkın redifi kimdi?
kafiyesiz aşk bu
sahici bir riya
eli kulağında bir ayrılık
vuslat uzlette artık
Eros sağır, Afrodit ama
bir veba havası var Olimpus’ta
şifa olmuyor yaralara şamanların dansı
aksis mundi, gün bu gün
umutlar yeşeriyor dağlarda
Tûr’u Musa’ya bıraktım dün, Zeytin’i İsa’ya
Atlantis’i arıyorum şimdi
yanımda gül kokulu bir yetim
göbeği kesiliyor alemin
bakir bir sevinç bu, tadılmamış bir haz
bağ bozumu ayrılıklar nöbette
ümitler beyaz bakıyor yasak meyvelere
Horasan’da vakit hasat vakti
zevkleri sen topla diyorum, ıstırapları ben
Kabe’de ruh olayım
Akdeniz’de beden
kafiyesiz aşk bu
kurumuş bir papatya
su arıyor gönül kör kuyularda
bekçisi hani duyguların, zaptiyeleri nerde?
yaktım tüm anızlarını hislerimin
talan olmuş sevdaların peşinde
körkütük sarhoşluk bu
zonkluyor kasıklarımda en ayıp duygular
sıkıştırıyor göğsümü gölgesiz bir heyecan
girdap olmuş çekiyor beni derinliklere
kükredikçe kükrüyor kamçılanan arzular
Akdeniz’de
aksis mundi
Hermes’te kim
tercümanım İdris benim
lanetler okuyorum Ben-i İsrail’e, İsmail’in dilinden
bir cümle dolaşıyor hançeremde
dilimde öfkeli türküler
lodos, poyraz, alize
acı esiyor yeller acımaz dediğim yerleri acıtarak
buram buram yas kokuyor caddeler
sokakların en yakın arkadaşı ölüm
Beyt-i Lahim’de
tekbir, isyan, şehadet, küfür
fecir vakti fucûr
kan çekiliyor damarlarımdan hokkalara
kırmızı bir ayrılık bu, kırmızı bir dumur
Kerbelâyı kırmızı besteliyor nabzım
sol fa sol la
kanımda kardeş yarası
bir yanda oğlum bir yanda kızım
ağlıyorum
Maçin’de kaybettiğim kimliği, Akdeniz’de arıyorum şimdi
köprüleri yaktığımdan beri anılarımla
boşadığımdan beri hayallerimi
soruyorum
sahi, redifi kimdi bu aşkın?
nerede aksis mundi?
2004
* Aksis Mundi: 'Dünyanın direği' demektir. Özellikle Romen din tarihçisi M. Eliade tarafından kullanılan anlam içeriğine göre bu kavram, 'her inananın dünyanın merkezinde yaşama arzusunu' dile getirir. Esasen bu arzudan dolayı da farklı inançlar kendilerine göre farklı merkezler oluştururlar. İnanan insan dünyanın merkezinde yaşamak ve gök ile yer arasındaki bağlantının kurulduğu yerde bulunmak ister.
Evet bu işte… Şairimiz batı’ dan aldıklarını da yürek harmanında savurmasını bilen bir duygu işçisi…
Maçin’ de kaybettiği kimliğini Akdeniz’ de arayan, gök ve yer arasında, iki değirmen taşının arasında kİ direğe yakın olmak isteyen insan motifini sergilemiş bu şiirde… Bu şiir de tamamen kuvvetli vurgular, benzetme sanatları ve tarihsel akışla donatılmıştır. Ancak, bütün bunlar yapılırken Türkçe’ nin saf-arı-duru ve samimi sinesinden ayrılınmamış... Müzikalite düşünülmüş… Günümüz dünyasının önemli meseleleri dile getirilmiş…
DEVAM EDECEK DOSTLAR…
ASIM YAPICI’ NIN ŞİİRSEL YOLCULUĞU
Mustafa CEYLAN
Tahlil:4
Bu saydığımız örnekleri bir çok şiirinde bulmak mümkün. Asım Yapıcı Hoca’ mızın “AŞKIMI GÜNEŞTE YIKAYIP YAĞMURLARDA KURUTTUĞUMDAN BERİ” isimli şiir kitabını alın, okuyun ve benim gibi bir inceleyin; göreceksiniz bütün bunları. Şiirde dini öğeleri nasıl ustalıkla kullanmış.
Tabii ki bu dini öğeler dediğimiz konular, doğrudan doğruya insanla ilgilidir. Üstad, insanı temel almakla, zaten ilmini yaptığı ve öğrencilerine öğretmeye çalıştığı konuların içinden seçip seçip şiirinin örgüsünü örmüştür.
Cennet mi? Bana göre, Hoca’ nın cenneti, dünyadaki cenneti, eşi ve çocuklarıyla evidir vede ezel-ebed-mutlak sevgili olan Yaradan’a hulis-i kalple yöneldiği ve aşkını haykırdığı zaman dilimleridir.
Cehennem mi? Cennetin tersi… Yani, dünya… Yani fena olan fani… Yani maddesel dünya… Yanlışlıklar, yalan, riya vb…
Ölüm mü? Korkulacak bir hadise değil… Kabir ve ölüm yüce Sevgiliye götüren bir vasıta sadece…
Özetle, Hoca aşkının şiirini, bitimsiz sevdasının şiirini yazmakta…
Uzun soluklu şiirleri yanında kısa, sadece bir beyitlik şiirlerinden birkaç örnek sergileyelim mi, ne dersiniz?
“ŞARKI YOK
Aşkla yanmayan kalbin, buz çölünden farkı yok
Susuz gölde sazları besteleyen şarkı yok”
FAKİR DÜŞLER
Duygular paralanmış, aşklar hissizlik dolu
Haydi fakir düşlerim gösterin doğru yolu”
SEVGİLİYLE BARIŞMA
Göz bebeğe küser mi? Gel haydi barışalım
Şu kırık teknelerle dalgaları aşalım”
AYRILIK KADERİMİZ
Dün gece arşa çıktım gizli notlara baktım
Kalbimin üzerine ayrılığı bıraktım”
VUSLAT HIRKASI
Sn gittin gideli ben ne haldeyim gel de gör
Ne olur dudağınla bir vuslat hırkası ör.”
SENİ TERKEDİYORUM
Başıma ne geldiyse hepsini senden bildim
Arşa çıktım aşkımı levh-i mahfuzdan sildim.”
KURŞUN
Yıllardır mutlulukla bir randevu isterken
Bindiğimiz trenler bizi yolda bıraktı
Kanat takıp uçarak yare varalım derken
Bir kumru avcısının kahpe kurşunu yıktı.
Asım Yapıcı Hoca, vezinli-ayaklı-uyaklı şiirlerinde de en küçük bir yanlışlık ve kırılma ortaya koymaz. Onun Türk Halk Şiiri geleneğini de özümsediğini ve bu kültürel birikimle, yeni şiire kanat açtığını bilenlerden birisiyim. Hep söylemişimdir zaten, heceyi bilmeyen serbest şiirde çok zor başarılı olabilir diye. Hece, dar alanda-kısa zamanda-iğne deliği kadar bir yerde çok ve lirik söylemek için meydanda bize gel gel etmektedir. Serbest şiir gibi, uçsuz bucaksız bir ova, ritmini ve duygu atını şaha kaldırdın mı, başarılı olamazsan da, gene zihinlerde bir tadlı iz bırakırsın. Hece de yanlışlık, duvarı yıkar üstüne vallahi… Asım Hoca’ nın “Benim için” başlıklı şiiri tıpkı Züleyha, Leyla şiirleri gibi güzel bir hece şiiridir.
Yıldızlar yas tutup ağlarsa eğer
Vuslatı şafağa kur benim için
Ayrılık güneşi dağlarsa eğer
Dön de bu hasreti vur benim için
Işıksız gönlümden hayalin gitmez
Deryalar akıtsam bu özlem bitmez
Dönmeye niyetlen ne olur bir kez
Ümitsiz yaşamak zor benim için
Aşkımız ağaca dilek yapıldı
Hayaller bir tanrı oldu tapıldı
Gönül şeytanlara burda kapıldı
Sevgi cennetleri kor benim için
Taşlarda merhamet bulunur sandım
Baharı andıran gözüne kandım
Ateşte üşüdüm denizde yandım
Düşlerimi hayra yor benim için
Hasretin bıçağı aşkı keser mi?
Rüyalarda vuslat yeli eser mi?
Sevgili “ayrılık” son olsun der mi?
Öfkeli bakışları “kur” benim için
Duygular eskimiş sanma uzaktan
Feryat yükselir mi, akar mı yoktan
Kim demiş “unuttu, o seni çoktan”
Hayalin gecede kar benim için
Arılar çiçekte kokluyor seni
Avcılar göklerde okluyor seni
Kumrular kalbinde saklıyor seni
Sensiz cennet bile ar benim için
Akrep yavrusunu kumlarda beler
Körebe oynarım gölgem söbeler
Bir damla gözyaşı dağları deler
Vefasız yüreğin nâr benim için
Ağlatma göllerde sular tükendi
Topraklar semada, gök yere indi
Duygular sensizlik atına bindi
Döndüğün her vakit “sûr” benim için
Örümcek ağları gerildiği gün
Devler topraklara serildiği gün
Kalbine aşk suyu verildiği gün
Vuslatı yollara ser benim için
Çıkarsa bir kere arzular kından
Ayın şavkı bile görünmez kandan
Yıldızlar kayarsa biraz yakından
Anlarım bu dünya dar benim için
İşte görüyorsunuz dostlar… Şu teşbihlerde ki güzelliğe bakınız. Şu kelimelere ruh verme sanatına bakınız…
“ayrılık güneşi”
“sevgi cennetleri”
“baharı andıran göz”
“ateşte üşüdüm, denizde yandım”
“hasretin bıçağı”
“vuslat yeli”
“öfkeli bakış”
“”arı-avcı-kumru-akrep-örümcek-at-devler bu şiirde ustanın kaleminden yerlerini bulmuşlar
“dağı delen bir damla göz yaşı”
“vefasız yürek”
“aşk suyu”
Ve daha neler… Neler… İsterseniz bu şiiri bir kere daha okuyun…
Bir yandan kapıyı yarı aralık tutup, duygu ve sözcüklerini gizlemeye çalışırken, kapının içinde esen fırtınayı-deli tayı da onca gürültüsüyle hatırlatıyor bize… O sebeple, siz siz olun Asım Yapıcı Hoca ile, karşılaştığınızda sessiz ve suskun olduğunu görüp te yanılmayın. İçinde fokur fokur kaynayan bir şiir kazanı vardır onun…
DEVAM EDECEK DOSTLAR...
ASIM YAPICI’ NIN ŞİİRSEL YOLCULUĞU
Mustafa CEYLAN
Tahlil:3
Önce, Züleyha başlıklı şiirini okuyalım:
ZÜLEYHA
“Yusuf bir Peygamberdi. Ben 21.yüzyılda peygamber olmayan bir Yusuf’um. Züleyha’yı arıyorum”.
Selamsız geçtin de göz bebeğimden
Kıyamet kopuyor sandım Züleyhâ
Tanrı affederdi bu korku kimden?
Vuslat ateşiyle yandım Züleyhâ
Öptükçe susatan buseler nerde?
Çatlamış yürekler, kalmış kederde
Dön de bak istersen arkana bir de...
Ayrılık aşına bandım Züleyhâ
Arzular açmadan soldu, mevsimsiz
Yarınlar kefene doldu, mevsimsiz
Duygular saçını yoldu, mevsimsiz
Hicran denizinde yundum Züleyhâ
Ebabil kuşları başımda gezer
Korkular müstevli, aklımı ezer
Her küfür ruhumun resmini çizer
Zifri karanlığa döndüm Züleyhâ
Gül kokun içime sindi bu akşam
Yangınlar gönlüme indi bu akşam
Hayaller gerçeği yendi bu akşam
Ruhumu şeytana sundum Züleyhâ
Ayrılık büyüsü işlemez derdim
Ne düşler kurarak sabaha erdim
Sinemi yol yapıp önüne serdim
Istırap atına bindim Züleyhâ
Feryadım kalbine ulaşmaz, neden?
Yüreğin sağır mı, dilsiz mi beden?
Kimdi çiçeklerden fal tutup giden?
Burcun yay, Erosun bendim Züleyhâ
İsyandı meskenim, komşumsa inkar
Yakındım Tanrıya bir günah kadar
Tövbesiz kalplerde bir bekleyiş var
Pusulası yitik yöndüm Züleyhâ
Dilekler dillenip arşa çıkarken
Göz yaşı Nil olup kalbe akarken
Aşıklar kabirden kalkıp bakarken
Zemheri gönlünde dondum Züleyhâ
Dil başka söyler de gözler inanmaz
Ecel kokan düşten gönül uyanmaz
Leylasız sahraya Mecnun dayanmaz
Kadersiz yazgıya yandım Züleyhâ
Züleyha şiirine antoloji com’ da yapılan yorumlardan bazıları da şunlar:
Öncelikle ben, bu şiire ne yorum yapmışım onu bir sunayım sizlere. Demişim ki:
'Selamsız geçtin de göz bebeğimden
Kıyamet kopuyor sandım Züleyhâ
Tanrı affederdi bu korku kimden?
Vuslat ateşiyle yandım Züleyhâ'
mısralarıyla bu şahane şiirine giriş yapan Asım YAPICI, Türk Şiirimizin 'bunalım' da olduğu bir dönemde, yüreklerimize o altın şiirimizin kelebek kanatlarıyla dokunuvermiş.
Evet, Tanrı-Allah affedicidir, esirgeyip bağışlayandır.
Ama, günümüz insanı öyle mi? kÜÇÜMEN BİR YÜREKLE DAĞLARI DEVİREN AŞIK-İNSANIN öfkesinden evler-yuvalar darmaduman. Hoşgörü ve sevgi başka dağların yamaçlarında açan çiçek mi oldu ne?
ŞAİR, 'Selamsız geçtin de göz bebeğimden /kıyamet kopuyor sandım Züleyha' demekte. Gerçek aşk böyledir. Gönül okyanusunu çalkantıda bırakır. Kıyama durdurur seveni...
Biz, bu kadar güzel ve içten aşklara-sevgilere ne kadar hasret kaldık... Ne kadar...
Sevenin sevdiğine korku ile bağlanmaması gerekir. Sevgiyle, sadakatle bağlanması elzemdir. Vuslat, hasreti ve gurbeti bitiren son nokta. Yusuf Züleyha'sına, Züleyha da Yusuf' una nice yürek kuyularının karanlıklarından çığlık çığlık seslenmede şimdi... Ateş sadece 'hasret' te olmaz. Vuslat ateşi ayrılık ateşinden başkadır.
Aramak, şairin temel görevidir. Arayacak ve bulabilmek için çırpınacaktır... Yanmak pervaneler gibi Züleyha' nın aşkında... Tutuşmak...
Aslında söylenecek çok sözüm var sana usta...
Hele bu şiirine... Hele bu şiirine...
Bizden, içimizden, sesimizden bir bayrak... Anlaşılır, has şiir işte... Kuru gürültü yok burada. Özün özü var mısra mısra...
Teşekkürler, yüreğine ve kalemine sağlık üstad...”
Ve diğer dostların yorumlarından bir kaçı da şöyle:
Abdullah Belen
“Belli ki Karacaoğlan sizin oralara da uğramış. O topraklara da serpmiş türkü çığırmayı.
Her yönüyle mükemmel bir eser. Tebrik etmekten ve bir daha, bir daha okumaktan başka yapılacak bir şey yok.
(Duyguların Ölümü'nü eleştirdiğimde bunu okumamıştım. Okusam inanın yazmazdım. Çünkü bu şiir diğerlerini eleştirmeyi yasaklıyor) ”
Metin Eser
“Asım bey, gözüm ne yapmışsınız böyle... Züleyhâ'nın aşkına yollara düştüyseniz vuslat yakındır o zaman...
Güzel bir çalışma tebrik ediyorum ve Allah kavuştursun....sevgi ve muhabbetlerimle”
Sevil Nizamoğulları
“İsyandı meskenim, komşumsa inkar
Yakındım Tanrıya bir günah kadar
Tövbesiz kalplerde bir bekleyiş var
Pusulası yitik yöndüm Züleyhâ
Her zamanki gibi muhteşem bir şiirinizi okudum..ama burası beni daha da etkiledi. :) Tebrikler”
Gülen ayva, ağlayan nar rumuzuyla yazan dostumuz
Feryadım kalbine ulaşmaz, neden?
Yüreğin sağır mı, dilsiz mi beden?
Kimdi çiçeklerden fal tutup giden?
Burcun yay, Erosun bendim Züleyhâ
Nefis bir şiir bu...çok çok güzel..
Yusuf Peygambere “Senin hiç bir şeyle kıyaslanamaz güzelliğinin sırrı nedir” diye sormuşlar. O:
“Ben her an, hayatım boyunca yabancılara hoş gelecek, onlara yararlı olacak, gönlünü hoş edecek işleri yaptım, güler yüzlü oldum ve bu bana ümmetimin beni güzel görmesinin nurunu verdi.” demiş
Sevmeyen sabredemez, sabretmeyen aşık olamaz, aşık olmayan kuyudan çıkamaz... '
Sanıyorum vücudun kuyusundan çıkmak için Züleyha gerekli saygılar.”
Evet mesajlar bunlar.
“Halk içinde en sefil en bedbaht ozan benim / Elimle yaptığım dilimle bozan benim” diyen şair Asım Yapıcı, gecenin, ateşin ve hasretin şairidir. Dini öğeleri şiirinde sıklıkla kullanır. Bu öğeler, onun şiirinde bir öğütçü olarak görev yapmaz, yürek yanığı, sevgi çağrısı işlevini görür. Kullandığı öğeler sadece Leyla, Züleyha ve Yusuf değil, daha bir çok konuyu kendi içsel dağarcığına resmetmesini ve şiirine nakşetmesini bilmiş bir şairdir. Sadece “hece” yle değil, “serbest” şiirde de başarılı olan şair, teşbih ve tasvirlerinde çok kuvvetlidir. Leyla’ya o kadar bağlıdır ki, “Leyla’ya Şiir” başlıklı şiirinin bir yerinde zamaneye de iğnesini batırıverir. “Kadın ruhlu erkekler / çekilsinler meydandan artık / alsın gitsinler / Marialarını, Sofialarını / Leyla bana kalsın” deyiverir. Kıskanır Leyla’ sını. “Sussun akordu bozuk kalpler bile / kulağı gürültü duymasın Leyla’ nın / bütün hovardaları, çapkınları, ayyaşları / yakın takibe alsın polisler / Bel ki peşine takılırlar Leyla’ nın…” der…
Kendisinin de beğendiği Sezai Karakoç usta “Sussun bütün böcekler, sussun bütün çöl / Leyla’ nın uyku saati geldi” diyordu… Ustası misalince söylemini yapmaktan da çekinmez şair.
Sonra, kıskançlığını “yerdeki karıncadan mühür gözlüsü” nü kıskanan Halk ozanımız gibi, çok ileri noktalara taşır. “Hiçbir şiir / hiçbir şarkı / kullanmasın Leyla nakaratını / hiçbir televizyon kanalında / radyo istasyonunda / gazete manşetinde / Leyla adı geçmesin…” der. Ve Leyla’ nın doğum gününde kutlu doğum diyerek, mevlütler, dualar okunsun, hatimler indirilsin” diye seslenir.
Leyla, Asım Yapıcı’ nın şiirinde “kamil insan”, “ilâhi aşka onu taşıyan” bir rehberdir.
Bakın gece, ateş, güneş ve dini öğeler konusuna örnekler vereyim size:
-Artık Düş Görmüyorum” şiirinde:
……………
Gölgen kovalıyor gölgemi
Gözünü ovuyor güneş
Ateş çekiyor beni çapaklı gözleriyle
-“Duyguların Ölümü” şiirinde:
………………….
Kalbi olduğuna inanırdım taşların
Ateşin vicdanını duyardım içimde
…………………
Demir erirdi
Su ve ateş erirdi
AZRAİL’ in ağladığını duyardım içimde
KABİL’ de Filistin’ de
……………….
Ateş böcekleri
Kandil olurdu Mezarlıklara
KABİR SUALLERİ bir başkaydı orada
………………
Sevgililer ayrılınca
Ateş yanmaz olurdu
……………..
Sen gidince azalırlardı
İnce ince ağlardı gece
……………
ÖLÜM bile hoş gelirdi
……………
CEHENNEM fışkırıyordu sanki damarlarımdan
……………………………………….
-“Arayış” şiirinde:
………………………………………
Mecnun’un hikâyesi ne saçma! ”
…………………………………..
ÖLÜMün adı silinecek lügatlerden
……………………………………
ŞEYTANlar inlerine kaçacak
…………………………….
Yeni bir doğuş arıyorum GÜNAHsız rahimlerden
Sonsuzluk ateşini harlıyorum içimde
……………………………
MELEK girmez bir sokakta
Kendimi seyrediyorum bazen
Ateşten bir aynada
……………………………
Çölde su arıyorum
Gölde ateş
Güneş arıyorum toprağın altında
……………………………………
Belki de ben
Bir balığın karnından bakmalıyım hayata
………………………………
Ya bir NEBİ
Ya bir bozkurt yol göstermeli bana
…………………………..”
-“Besmele Duymuş Şeytan” şiirinde;
……………………………….
Besmele duymuş ŞEYTAN gibi
Çarpılırdım
Her gördüğümde seni
……………………………….”
-“Yangın” şiirinde;
……………………………….
Yanığı yüreğime sinmiş düşler
……………………………..
Ve bir yanık kokusundan başka
Yanık bir sevda
Yanık bir hasret
Yanıklar sarıyor beni
………………………………….
RUHumun en mahrem yerlerinde
Bir ateş sarıyor beni
…………………………………..
CİNlerle top oynadığım sokakta
………………………………….
-“Ruhsuz ve Cilveli” şiirinde;
Bir ateş vardı
Ruhsuz ve cilveli
Kalbimi ödünç aldı
Gece
…………………………………
Bir güneş vardı
……………………………..
ŞEYTANa aşıktı kafir
……………………………..
Gece
Hasret örsünde dövdüm aşkımı
……………………………….
Buz kestim, ateşte dondum
Güneş altında
……………………………….
Ve su istedi ateş
……………………………….
-“Sevgi ve Oyun” şiirinde;
………………………………..
Canlarla oynuyor AZRAİL
Sevgili benimle
…………………………………..
RUH’um ateşle oynuyor
……………………………….
-“Kırmızı” şiirinde;
…………………………….
Dilimi ateşte dağlıyorum
Yüreğimi güneşte
…………………………….
DEVAM EDECEK DOSTLAR…
KİTAP TANITIMI
Hazırlayan: Ahmet ÜNAL
Üyemiz Doç. Dr. Asım YAPICI’ nın Bir Eseri:
ESERİN KÜTÜĞÜ:
Adı: İslâm’ da Tövbe Ve Dini Yaşayıştaki Rolü
Yazarı: Asım YAPICI
Yayınlayan: Beyan Yayınları - 238. Kitabı
Dizgi-Sayfa Düzeni: Hasan Demir
Baskı: Umut Matbaacılık
Yayınlanış Tarihi ve Yeri: İstanbul-Mart 1997
Ebatları: 14 X 21
Sayfa Adeti: 352
Eserin İthaf Notu: Günahkârlara, tövbekârlara, günah ile tövbe arasında dolaşanlara, dün olduğu gibi bugün ve yarın da her zaman kendilerini tövbe halinde görmek istediğim sevgili annem Gülhanım Yapıcı’ ya, kıymetli babam Yusuf Yapıcı’ ya ve eşim Gülnur’a…
GÜLLÜK grubumuzda bu hafta ŞİİRSEL YOLCULUĞU’ muzda aynı zamanda bir öğretim üyesi olan şair Asım YAPICI’ yı ele almaktayız. Şiirlerinin genel ve özel tahlilini kıymetli hocam Mustafa Ceylan, röportajları can kardeşim Galip Sinecikli, Şiirlerinden seçmeleri’ de Şairimiz Nurten Altınok yaparken, ben de Asım Yapıcı’ nın şiir dışında ki eserlerini sizlere tanıtma görevini üstlenmiş bulunmaktayım.
Bugün Asım Yapıcı’ nın “İslâm’da Tövbe” konusunu esas alan çok değerli kaynak eserini sizlere tanıtmaya gayret edeceğim. Eserin kütüğü’nü yukarıda arz ettim.
Eseri anlatmadan önce, eserin daha ilk sayfasında yazar-şair Asım Yapıcı’ nın kısa yaşam öyküsü bulunmaktadır. Sizlere aynen aktarayım:
“Asım YAPICI… 1966 YILINDA Kayseri/ Develi’ de doğdu. İlkokulu Ankara’ da, ortaokulu Develi’ de, liseyi ise Ankara Keçiören Lisesi’ nde tamamladı. 1984 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ ne kayıt yaptırdı ve buradan 1989 yılında mezun oldu. Aynı yıl Pütürge İmam-Hatip Lisesi’ ne Meslek Dersleri öğretmeni olarak atandı. 1991-1994 yılları arasında aynı okulda okul müdürlüğü görevini de üstlenen yazar, 1993 yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ ne bağlı Din Psikolojisi alanında Yüksek Lisans eğitimine başladı. 1996 yılında “ Dini Yaşayışta Tövbeye Din Psikolojik Bir Yaklaşım” isimli teziyle masterini tamamladı. Halen Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ nde görev yapmakta olan Asım Yapıcı’ nın çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış şiirleri ve makaleleri bulunmaktadır.”
Beyan yayınlarının 238. kitabı olarak yayınlanan eser 5 Bölümden meydana gelmektedir. Bu eser, başlıbaşına bir araştırma-inceleme ve kaynak eser niteliğindedir
1. BÖLÜM: Bu bölümde, konunun belirlenmesi, çalışmanın amacı ve hedefleri, varsayımları ve metodu anlatılmaktadır.
2. BÖLÜM. Bu bölümde, Tövbeye Yaklaşımlar: Tövbeyi gerektiren fiil olan günah ve kişiyi günah işlemeye götüren faktörler, nefis, şeytan ve sosyal çevre konuları gayet güzel –ilmi bir şekilde Kur’an ve öteki kaynaklardan mehaz gösterilerek anlatılmaktadır. Sonra tövbenin tanımı, tövbe ile ilişkili kavramlardan istiğfar ve mahiyeti, ihtida ve Hidayet, ıslah-ı hal ve Salih amel konuları işlenmektedir.
Asım Yapıcı’ nın şairliğinin ve güzel Türkçesi’ nin etkilerini bu kadar önemli bir konuda da hissetmekteyiz. Akıcı – yalın bir ifade dizimi bulunuyor yazarın. Bu bölümde yazar daha sonra Dinde tövbenin önemini ele almıştır. “Kur’an’ da Tövbe Hadisesi, Hz. Peygamber’ in Sünnetinde Tövbe, İslâmi Düşünce İçinde Tövbeyi Temellendirme Çabaları, Tasavvufi Tecrübede Tövbenin yeri” ana başlıkları altında geniş-derin bir araştırma ve analizler alt başlıklarla verilmiştir.
Gene bu bölümde “Kararlılık, Süreklilik ve Samimiyet” istenen Tövbede aranan özelliklerin yanında, Olumsuz tövbenin şekilleri’ de anlatılmıştır. Olumsuz tövbeye örnek olarak alt başlıklarda “Kabil’in tövbesi, Hz. Yusuf’un Kardeşlerinin Tövbesi, Firavun’un Tövbesi, İnanmayanların (Kâfirlerin) ve münafıkların Tövbesi” ele alınmıştır.
Ayrıca, “Tövbenin zaman ve mekân boyutu” ile “Tövbede usül ve şekil Problemi” de ayrı bölümler halinde yazar tarafından analize tabi tutulmuştur.
3. BÖLÜM: Bu bölüm “Tövbenin ruhi fonksiyonları” nı ele almaktadır. “Tövbede din duygusunun etkisi, Allah inancının tövbeye katkısı, Allah sevgisi ve korkusunun, ölüm duygu ve düşüncesinin, ahiret inancının tövbeye katkısı ve yansımaları” incelenmiştir... “Tövbede ahlâki motivasyon, tövbede sosyo-psikolojik süreçler, tövbede ruhi problemlere çözüm beklentisi, insanın anlam arayışı, tövbeden önce veya sonra yaşanan duygular” ki “nedamet, günahtan tiksinme ve nefret duyma-günahkârlığın verdiği huzursuzluk-utanma duygusu-beklenen ve aranan insan olma arzusu” gibi konular tali başlıklarla ele alınmıştır. “Tövbede irada ve niyet, tövbenin cerayan edişi, tövbeden sonra oluşan ruhsal haller” de incelenmiştir.
4. BÖLÜM: Bu bölüm araştırmanın sonuçlarına ayrılmıştır.
5. BÖLÜM: Bu bölümde bibliyoğrafya bulunmaktadır.
Eserin sonunda yazar, eseri okuyacaklar için kolaylık temin etmesi maksadıyla bir de index hazırlayıp sunmuştur.
Eseri merak edip te okuyacaklara da bir ipucu verelim:
Asım Yapıcı, çalışmasının bilimsel olması için geçerli ve güvenilir kaynaklara baş vurmuştur. Din psikolojisi hoca’lığının verdiği tecrübe ve şairliğinin verdiği dil kullanma ustalığını bu nesir-düzyazı eserinde de adeta konuşturmuştur.
Müracaat ettiği kaynaklar şunlardır:
Tövbe ile ilgili ayetleri yorumlarken:
-Râzi-Tefsir-i Kebir
-Zemahşeri-Keşşâf
-Hamdi Yazır-Hak Dini Kur’an Dili
-Seyyit Kutup-Fi Zilâli’l-Kur’an
-Süleyman Ateş-Yüce Kur’an’ ın Çağdaş Tefsiri
Hadisleri yorumlarken de “Ayni’nin, Buhari’nin “Sahih”ine şerh olarak yazdığı, “Umdetü’l-Kari’ si ile Nevevi’ nin, Müslim’in “Sahih” ini şerhettiği “el-Minhâc” adlı eserlere müracaat ettik” demektedir.
Yazar Asım Yapıcı’ nın, bu eserinde müracaat ettiği kaynaklar elbette bununla sınırlı değil. Daha bir çok kaynak kitap bulunmaktadır. Eserde bu kaynakları dip not olarak sayfasıyla da vermiştir.
Birinci hamur kâğıda çok temiz bir baskıyla basılarak yayınlanan eser, gerçekten alanında bir şaheserdir diyebilirim.
Eserin arka kapağında şunlar yazılı:
“Bu araştırma, İslâm Dini’ nin iki temel kaynağını esas alarak, dini yaşayışta ön görülen tövbe hadisesinin açıklanması ve bununla birlikte söz konusu olan ruhsal değişmelerin ele alınmasını amaçlamaktadır. Şüphesiz insan hayatının akışı içerisinde, çok çeşitli değişme ve gelişmeler cereyan etmektedir. Bu durum, dini hayat için de geçerlidir. Bilindiği üzere dini ve ahlâki hayatın, her zaman aynı istikamette ve aynı yoğunlukta değişmelere uğramadan devam etmesi mümkün değildir.
Hayatın her alanında içten ve dıştan gelen farklı uyarıcıların etkisiyle çeşitli davranışlar sergileyen insan, dini ve ahlâki hayatında da değişiklikler gösterebilmektedir. Bu cümleden hareketle o, yaşayışlarında dini alana yaklaştığı ve onunla birlikte yaşadığı kadar zaman zaman ondan uzaklaşmakta, hatta o, bunu yabancılaşma noktasına kadar götürebilmektedir. Dini hayata yaklaşması ve onunla iç içe olması ferdin, daha yoğun bir biçimde dine yönelmesi olarak ortaya çıkabileceği gibi yine onun dini yaşayıştan uzaklaştıktan sonra günün birinde yeniden Yaratıcı’sıyla barışma duygu ve düşüncesiyle dine dönmesi şeklinde de tezahür edebilir. İşte genel anlamda dine dönüş diyebileceğimiz tövbe hadisesi, bu araştırmanın konusunu oluşturmaktadır.
Bu çalışma, günah işleyerek dini hayattan uzaklaşan bir kişinin dini hayata dönüşünü ifade eden tövbe hadisesini psikolojik bir yaklaşımla incelemek istemektedir.”
Sonuç olarak, GÜLLÜK grubunun bütün üyeleri gibi, Asım Yapıcı’ da kalemini hem nesir ve hem de manzum alanda başarılı bir şekilde raksettiren bir şair-yazar. Hocamızı tebrik ediyor ve kitabı yayınlayan Beyan Yayınları’ nın adresini veriyoruz: Beyan Yayınları- Ankara Cad. 49/3 - 34410 Cağaloğlu/ İSTANBUL (Tel: 0212. 512 76 97 Fax: 526 50 10)
Cümle dostlara selam ve saygılarımla….
Ahmet ÜNAL
KİTAP TANITIMI
Hazırlayan: Ahmet ÜNAL
AIM YAPICI’ NIN BİR ESERİ.
DİN KİMLİK VE ÖN YARGI
BİZ VE ONLAR Kitabı üstüne
Mustafa Ceylan ve Antalya GÜLLÜK Dergisi Grubu olarak şiirsel yolculuğunu ele aldığımız Asım YAPICI’ nın bugün de şiir dışında yayınlanmış bir eserini sizlere tanıtmaya çalışacağım:
ESERİN KÜTÜĞÜ:
Eserin Adı: Din Kimlik ve Ön Yargı- Biz ve Onlar
Yazarı: Yrd. Doç. Dr. Asım YAPICI
Yayın Editörü: Seyfi Karahan
Kapak Tasarım: Erdiç Yağmur
Mizanpaj: Sinemis
Kapak Resim: Salvador Dali
Baskı: BRC Basım Matbaacılık
Karahan Yayınları: 18
Araştırma inceleme: 7
Birinci Baskı: Haziran 2004
Ebatları: 14 X 21
Sayfa Adedi:399
Eserin İthafı: “Peşin hükümlerin ve kalıp yargıların kıskacına takılmadan, canın büyüğü küçüğü olmaz düşüncesi ve inancıyla, her canı değerli bilip iç ve dış dünyalarını sevgi üstüne kurmaları temennisiyle Kızım Feyza’ ya, oğlum Yusuf’a ve öğrencilerime…”
Evet saygıdeğer dostlar, Asım Yapıcı hoca’ nın bu eseri de tamamen bir araştırma-inceleme eseridir. Üstad, “Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ ne bağlı olarak 2002 yılında tamamladığım “Gençlerde Dini Kalıp Yargılar Sosyal Psikolojik Bir Araştırma” isimli doktora tezimin yeniden gözden geçirilmesiyle oluşan bu çalışma…” demekte, eserin önsözünde…
Eser 7 bölümden meydana gelmektedir.
Bunlar:
A-Giriş
B-Çalışmanın kavramsal yapısı ve teorik temelleri
C-Uygulama ve yöntem
D-Bulguların Analizi
E-Sonuçlar ve öneriler
F-Bibliyoğrafya
G-Ek (Anket formu örneği) bölümleridir.
Din psikolojisi sahasında öğretim üyesi olan hoca’ mız bu eserinde de önemli bir araştırmanın sonuçlarını teker teker tablolar halinde yorumlarının arasına serpiştirmiş ve yorumlarını bu tablo sonuçlarıyla daha etkili kılmıştır. Dini oluşum ve gruplardaki karizmatik liderlik konusu eseri incelerken, en çok dikkatimi çeken konu olmuştur.
Peygamber(S.A.V) ’ imize ilk vahiy gelmeye başladıktan sonra, o günkü Arap toplumunda görülen tepki ve etkileri anlatışı da gene hoca’ nın ustalığını ispatlamaktadır. Gençlerin ideal Müslüman tasavvurları ve üniversite gençliği konuları da şahane bir şekilde eserde incelenmiştir. Sünni-alevi gençlerin bakış açıları ve ön yargılarının da ele alındığı eser, sahasında tek ve önemli bir araştırma kitabıdır. Bu eserde bütün gençlerin “zihnindeki ideal Müslüman tasavvurunun inançlı, dinine bağlı, dürüst, ahlâklı ve entelektüel vasıflarla donanmış, olgun ve kendini gerçekleştirmiş bir şahıs olduğu görülmektedir” deniliyor.
Asım Yapıcı hoca’ nın bu eseri Tövbe kitabında olduğu gibi şiirsel bir anlatım özelliği taşınmıyor. Daha fazla bilimsel ve mesleki terimlerle hareket edildiğini görmekteyiz.
Elbetteki bir doktora tezinin genişletilmiş şekli olan bu eser, öncelikle onu değerlendirecek ilmi heyete veya heyetteki kişilere sunulması için kaleme alınmış olmalı ki, sade bir vatandaş olan bizler için biraz yabancı-ilmi kökten gelen kelimelerle süslenmiş gibidir. Bu sahada, yani gençlerimizin dinsel kimlik ve ön yargıları konusunda temel bir inceleme eseridir
Eseri isteme adresi de şöyle:
Karahan Kitabevi
Çakmak Cad. Çakmak Plaza N: 49/ 43
Seyhan / ADANA
Tel: 0322.363 05 84
Fax: 0322. 363 57 79
Cümle dostlara selam ve saygılarımla
Ahmet ÜNAL / ANTALYA
ŞİİRSEL YOLCULUK-Doç.Dr. Asım YAPICI
Mustafa CEYLAN
Tahlil:2
Din psikolojisi hoca’ sı olmanın verdiği olanakları şiirinin topoğrafyasında öylesine güzel değerlendirir ki… Sizi, konunun içine sade bir gözlemci olarak davet etmez, kendi gönül sancılarıyla iç içe katar da farkına varamazsınız. Yarı kapalı söylemin pençeresinden içeri girer ve o güzelliği yaşarsınız bir anda…
Tahlil çalışmamıza Hoca’ nın “Leyla” başlıklı şiiriyle girmiştik. 26. Şubat 2005 tarihi itibariyle, bu şiirin altına dostlarımızın yaptığı yorumlardan en genişini Zuhal Yıldızı / Nuray Alper yapmış. Nuray Alper yorumunda diyor ki:
“Sayfanıza girdiğimde ilk okumak ve yorum yapmak istediğim şiiriniz bu oldu....
Her ne kadar aşikâr yazılsa da duygular,şiirde yoğun bir 'giz' var....
Bu nasıl bir Leylâ haykırışıdır ki; her Leylâ adı yankı yaptı yüreğimde....
Şiirde;
14'lük hece ölçüsü kullanılmış....Benim en sevdiğim tarzdır hecede...Kıta sonlarında son iki mısranın kullanılış şekli şiire duruş olarak da,anlam olarak da bir güzellik vermiş...
Gölge-aşk oyununda roller bana mı düştü
Sonsuzluk sahnesinde çöller bana mı düştü
Göklere çivilenmiş eller bana mı düştü
***Sahraları yeşertmek bana mı düştü Leyla
***Bu beyhude işime yer gök gülüştü Leyla
bu kıta uyum ve ahenk'in donattığı mısralardan oluşan eserinize farklı bir boyut getirmiş...'düştü' fiilinin yerine kelime kullanılsaydı daha hoş dururdu fikrimce..Roller,çöller ve eller kelimeleri mısra sonlarında olursa ahenk bozulmazdı...
Aynı tarz sondan ikinci kıta içinde geçerli....
Şair;
Leylâ'yı direkt muhatap almakla çok şeyi aştığını göstermekle kalmıyor,şiiri yazan kaleme Mecnun'a has bir hava vermeyi başarıyor...Adeta Mecnun dilinden yazıyor...
Şair;
okuyucunun gözünde ve yüreğinde Mecnun duruşunu canlandırıyor...
Şiirinde sade ve yalın bir üslûp kullanıp okuyucunun şiiri rahatlıkla anlamasını sağlayan şair;
Anlam bakımından esere baskın bir şatafat katıyor..Teşbih sanatının çok güzel ve yerli yerinde kullanıldığı şiir,okuyucuda tatlı bir ahenk bırakıyor...
Sen,gönül kuşlarının besteler yaptığı dal...'bunun güzel bir örneğidir....
İçtenlikle yazılan bu eser,kişi üzerinde yaşanmışlık hatırası bırakmaktan geri kalmıyor..Sevgili için seçilen isim bir sembol olsa bile güzel bir seçim yapılmış....
Leylâ'ya şiir sonuna kadar güzel bir çağrı bırakan Mecnun kokulu kalem şiir sonunda insana;
'Leylâ'nın hasretiyle çöllere düşen Mecnun'un gün gelip onu tanımaz oluşunu ve Hakk katına ulaşmasını anlatıyor adeta...
Beşeriyetten O'na adım adım örneğini çok güzel bir biçimde sergiliyor....
Hiçliğin ortasında an be an kavrulurken
Yalancı sevdaların üstünde savrulurken
Aynalarda gölgemi baş aşağı bulurken
***Arzum yok, hevesim yok seni unuttum Leyla
***Daha yüce bir aşkın yolunu tuttum Leyla
çok derin bir şiir okudum kaleminizden...
*
Önce hangi yalana asılı kaldı gözlerimiz? Kişi,sevdasına baktığı zaman Allah'ı göremiyorsa ne önemi var sevginin? O aşkı yüreğe koyanın O olduğu unutulduktan sonra....
Leylâ sırrı merdivendi,Mecnûn sırrı Allah katı..Yaşanmışlık eseri miydi? Belki....Leylâ sırrı temizlikti,Mecnun sırrı hasret....Ulaşılmazlık mıydı? Evet diyor yürek....Allah'a götüren hâkîki gerçek....
Su'yun ellerime sunduğu renk'i,bırakıp gidiyorum şiire...
tebrik ve saygı ile....”
Zuhal Yıldızı/ Nuray Alper’ in görüşleri bunlar. Alper’in “düştü” sözcüğü konusunda getirdiği eleştiriye ben de katılıyorum. Ama o’ nun “derin şiir” olarak nitelediği ve
Hiçliğin ortasında an be an kavrulurken
Yalancı sevdaların üstünde savrulurken
Aynalarda gölgemi baş aşağı bulurken
***Arzum yok, hevesim yok, seni unuttum Leyla
***Daha yüce bir aşkın yolunu tuttum Leyla”
Dörtlüğü ile son bulan şiirin özü üzerinde biraz durmak istiyorum. 5’lik nazımla ve 14’lük hece vezniyle yazılan şiirin özü, beşeri sevdanın hasret ateşiyle yakıp kavurduğu ozan yüreğinin, bu çile sonunda içten arınması ve “daha yüce bir aşkın yolunu” tutmasıdır. Beşeri sevdadan ilâhi sevdaya geçişin türküsüdür bu… Neden mi? Nedeni şu, Leyla Mecnun efsanesi de sonunda öyle bitmiştir, öyle değil mi?
Yüce Mevlâ’ da bu âlemi aşk için yaratmıştır. “Tecelli” sini her şeyde, atomdan daha küçük dünyanın dönüşünde, galaksilerin-kehkeşanların senfonisinde her an görmekte ve duymaktayız. Kendi parmak ucumuza bakıvermemiz bile yeterli…
Şiirsel çizgisinin hedefini tasavvuf okyanusunun kıyısına kadar ulaştıran şair Asım Yapıcı, bu gidişle dalgalara kendini atacak ve o okyanusta yüzmeye başlayacak gibi görünüyor… Öyle, “daha yüce bir aşkın yolunu tuttum” diye Leyla’ sına seslenmekle kalmayacak bu iş… Bu, burada bitmeyecek biliyorum… Nar olgun kızarıklığa erişecek ve Yunus heybesini omzuna atacaktır Yapıcı dostumuz… Görün, izleyin bu şairi hele…
“Yalancı sevdalar ın üstünde savrulurken / Aynalarda gölgemi baş aşağı bulurken” diyor. İşte hakikat bu… Aynada gölgesini baş aşağı görmek, onun yarı kapalı üslubunun bir ürünü…Gerçek olan Leyla’nın sevdasıdır. Çünkü Leyla’ yı ararken Mevla’ yı bulmuştur… Asıl aşkı bulmuştur…Hiçlikten, yıkılıştan-yeniden onarıma-yeniden diriliş ve buluşa kavuşmuştur…
Türk Halk ve Tasavvuf şiirinin temeli olan “hece” yi “imge”lerle donatmasını beceren bir şair Asım Hoca… Ancak bu şiirde “S” ve “Ş” harflerinin ağırlığı oldukça fazla. Bu ağırlık da şiirin dokusunda bir hata gibi duruyor…
Leyla Şiiriyle, Hoca’ nın Züleyha şiirine birlikte bakmak da gerekiyor.
DEVAM EDECEK DOSTLAR…
Mustafa Ceylan (26.02.2005 15:53) Cevap yaz | Bu mesajımı sil | Grup yetkilisi: Bu mesajı sil
ASIM YAPICI’ NIN ŞİİRSEL YOLCULUĞU
Mustafa CEYLAN
Tahlil:1
“Karanlıktan korkarım aydınlansın şu alem
Hep mi hüzün? Nerede mutluluk yazan kalem?
Katran olmuş kaynıyor içimde bin bir elem
***Mahkum oldum, mahpusum, düştüm eline Leyla
***'Gayri sensiz yaşamam” böyle biline Leyla
Sensizlik çok zor çile, sensizlik bana haram
Bir kez göz kırpıversen, gözlerim eder bayram
Bu yola baş koyandan başkasına olma ram
***Beni bırakıp gitme gayriye sakın Leyla
***Gel benim ol bu akşam mutluluk yakın Leyla
Özlemim arşı döver, beni de yanına al
Hayat hayal olmadan bir gecelik ben de kal
Sen gönül kuşlarının besteler yaptığı dal
***Aşıkların dilinden düşmeyen cansın Leyla
***Sen mutlu ol, önemsiz, bu alem yansın Leyla
Çok naz aşık bıktırır, etme aşkına pişman
Zaman-mekan karıştı oldum hayata düşman
Gel, terk etme gel artık, hasretliğin pek yaman
***Özledim vuslat gibi ulvî hazları Leyla
***Çekemez hiç bir aşık bunca nazları Leyla
Bir garip hale girdim, tarifi mümkün değil
Benliğim kayıplarda gezerim mecnun, sefil
Taşlara sor, söylesin, her şey sevgime kefil
***Gizli sırrım kalmadı döndüm şaşkına Leyla
***Ne olur acı bana Allah aşkına Leyla
Gölge-aşk oyununda roller bana mı düştü?
Sonsuzluk sahnesinde çöller bana mı düştü?
Göklere çivilenmiş eller bana mı düştü?
***Sahraları yeşertmek bana mı düştü Leyla?
***Bu beyhude işime yer gök gülüştü Leyla
Ne kadar tatlı hayal görürüm, düşümde sen
Çağırmadan gelirsin, anlarım peşimde sen
Söylediğim her söz de, yaptığım işim de sen
***Bu aşkın abidesi beklenen nursun Leyla
***Altın kadehte aşkı zemzem gibi sun Leyla
Tatlı bir sala sesi çınlarken kulağımda
Peşine takılmaya derman yok ayağımda
Acı bir tebessümle son buse yanağımda
***Birleşmeden ayrılmak ne kötü durum Leyla
***Çözülmeyen düşlere en güzel yorum Leyla
Bulanık ecel suyu ayna gibi durulur
Baş ucumda gölgeler 'sıra kimde' sorulur
Saatler vuslat için yeni baştan kurulur
***Tabipler sıra sıra gelse deva mı Leyla
***İçilen bunca çile kalbe reva mı Leyla
Hiçliğin ortasında an be an kavrulurken
Yalancı sevdaların üstünde savrulurken
Aynalarda gölgemi baş aşağı bulurken
***Arzum yok, hevesim yok, seni unuttum Leyla
***Daha yüce bir aşkın yolunu tuttum Leyla”
Asım Yapıcı
**
Evet sevgili dostlar. Şiirsel yolculuk tahlillerinde bu hafta GÜLLÜK grubumuz üyesi Doçent Doktor Asım YAPICI’ yı ele almaktayız. Galip SİNECİKLİ’ nin gerçekleştirdiği röportajla şairimizi ve şiir evrenini tanıma imkânımız oldu.
Asım Yapıcı, şiir dünyamda önemli yeri olan şair dostlarımdan birisidir. O’ nu 1. ANTALYA ŞAİRLER BULUŞMASI’ nda Antalya’ da tanıma imkânını buldum. Sonra, Hayal Şairleri’ mizin Konya’ da gerçekleştirdiği şiir etkinliğinde daha da yakından tanıdım. Sımsıcak bir dostluk bağı ile gönüllerimiz birbirine bağlandı. Sevgiye, saygıya dayalı ve has şiir- kalıcı şiiri yakalama sevdamız eksenli bu dostluğumuz dilerim son nefese kadar devam eder.
Asım Hocam, üniversite Din Psikolojisi öğretim üyesi malumunuz. Dini konularda bilgi birikimi de oldukça fazla. Çünkü o’ nun şiir dışında kaleme alıp yayınladığı, Beyan Yayınları arasında çıkan “İslâm’ da Tövbe Ve dini Yaşayıştaki Rolü” isimli 352 sayfalık eseriyle, Karahan Kitabevi’ nin Yayınladığı “ Din Kimlik ve Ön yargı-Biz ve Onlar” isimli 399 sahifelik eserlerini de okudum.
Çok iyi bir araştırmacı ve yorumcu olduğuna inandığım, Hoca’ mla zaman zaman şakalaşmayı ve birbirimize hoş sözler söylemeyi çok severiz. Kendisinden hep dua talebim olmuştur. O da sanırım gereğini yapmıştır, amma, biraz şairliği ağır bastığından arzularım bir türlü yerine gelmemiştir. Bir gün genç edebiyat tarihçileri-araştırmacıları sorarsa onları anlatırım veya anılarımı yazma gereğini duyarsam yazarım sanıyorum… Şaka ve espiri yüklü bu anılar, çoğu kere gündelik olaylar karşısında asık duran yüzümü güldürmüş, sıkıntıdan patlamak üzere olan içime bir serinlik ve rahatlık getirmiştir. Dostluğumuzun sonsuza değin sürmesini arzu ederim.
Asım Hoca, ilk bakışta-dışardan ilk görüşte resmine bakıldığında veya fiziki yapısına bakıldığında çok ciddi- soğuk bir imaj sergiler veya öyle sanır insan… Zaten kendisi de röportajda bunu açıkça söylemiş. Oysa, hiç de öyle olmadığını, o resmi görünüşün arkasında şen-neşeli-huzurlu-akıllı ve dost canlısı bir yüreğin bulunduğunu anlamakta gecikmezsiniz. Yaklaştığınız ve konuşmaya başladığınızda şiirsel birikimi ve din – tarih kültür birikiminin de bir o kadar fazla olduğunu görürsünüz…
Asım Hoca’ mın beni ve benim gibi düşünenleri de etkisi altında bırakan Şiirlerini okudukça, bu güne değin bu konuya münhasıran niye bir şiir düşmedi ilham pınarımdan diye kendimi sorguya çekmiştim. Yusuf Peygamber’ in- Züleyha’ nın öyküsünü, hem Yüce kitabımız’dan ve hem de öteki kaynaklardan yıllar önce okumuştum. Ama hoca’ nın tövbe kitabında Yusuf Peygamberin kardeşlerinin tövbesi bölümünü okuyunca, olayın bir başka boyutunu daha anladım.
DEVAM EDECEK DOSTLAR…
ŞİİRSEL YOLCULK-Doç Dr. Asım YAPICI
Röportaj....
Röportajı Yapan: Galip SİNECİKLİ
Mustafa Ceylan ve Antalya GÜLLÜK Dergisi Grubu Adına...
1- Sayın Asım Yapıcı, Kaç Yıldır Edebiyatla Uğraşıyorsunuz?
-Öncelikle teşekkür ederek başlayayım bu röportaj için
Edebiyatla uğraşım ortaokul yıllarına kadar uzanır. Evimizde zaman zaman Develili Aşık Seyrani’nin gerek aşıklama tarzı şiirleri gerekse hicivleri özellikle dedem Kasım Yapıcı tarafından sıklıkla okunurdu. Tabii Aşık Seyrani ile bir soy bağımız da var, özellikle ninem tarafından. Ayrıca rahmetli dedem her ne kadar yeni harflerle okumayı bilmese de Osmanlıca yazmayı ve okumayı gayet iyi bilirdi, sufi bir meşrebi vardı ve Borlu Ahmet Kuddusi’nin Osmanlıca taşbaskı divanından zaman zaman şiirler okurdu bize. Tabii Yunus Emre’nin bugün ilahi olarak söylenen pek çok şiirini o zaman dedemin dilinden biraz da nasihat babından ve öğretici bir tarzda dinlerdik. Dedemin halasının oğlu merhum Mustafa Asım Köksal’ın (İslam tarihi yazarı) yazdığı şiirler ve manzumeler (ki bunlardan birisi Peygamberimiz ismiyle yayınlanmış olup Hz. Peygamberin hayatını hece vezniyle ve manzum bir şekilde işlemektedir) sıklıkla okunurdu.
Babam tam bir Mehmet Akif Ersoy hayranıydı. Gerek babam gerekse dedem bana seçmece şiirler ezberlettirirler ve bunu çeşitli yerlerde “hadi bakalım bir şiir oku” diye benden talep ederlerdi. Böylece şiiri sever bir hale geldim. Ortaokul yıllarında zaman zaman küçük küçük dizeler karalar ve bunu hem aile içerisinde hem de okulda öğretmenlerime gösterirdim. Lise bir de iken edebiyat hocam Necip Fazıl’ın “Saat” şiirinden bahsetti ve “bir şiir bu kadar güzel olabilir, her dizesinden tik-tak sesi geliyor” dedi. O günden sonra Necip Fazıl’ı ciddi bir biçimde okumaya başladım, hala da neredeyse ezberlediğim şiirlerini zaman zaman okurum. Lise ikide iken Arif Nihat Asya’yı çok okumaya başladım. Bu süreçte yazdığım şiirleri başta edebiyat hocaalrım olmak üzere pek çok kişiye cesaretle okuyordum ve onlarda teşvik edici sözlerle beni motive ediyorlardı.
Üniversitedeyken bir ara Türk İslam edebiyatına merak saldım. Arapça ve Farsça kelime ve terkiplere aşinalığın da etkisiyle divan şiiri okudum ve bunlardan büyük bir keyf almaya başladım. Üniversite son sınıftayken bir ara Ahmet Haşim, bir ara tekrar Necip fazıl okumaya başladım. Öğretmenliğimin ilk yıllarına kadar serbest şiiri öylesine okurdum ve serbest bir şiir de yazmış değildim. Bir arkadaşın da ısrarlı tavsiyesi ile Cahit Zarioğlu ve İsmet Özel’i okumaya başladım. Bu iki şair serbest şiiri bana serdirmeye başlamıştı. Bu sefer döndüm Orhan Veli, Cemal Süreyya, Ataol behramoğlu, Atilla İlhan, Can Yücel hatta bir ara Nazım Hikmet’i okumaya başladım. Neticede uzun bir süre Sezai Karakoç’u okudum. ismet Özel ve Sezai Karakoç serbest şiirde beni en çok etkileyen kişiler oldu. Hala fırsat buldukça ideolojisi, rengi, kokusu ne olursa olsun eğer şiirinden tad alıyorsam o kişiyi okurum.
Kısaca şiirle uğraşım okumak ve dinlemek açısından ilkokul yıllarına bir şeyler yazıp karalamak açısından ise ortaokul özellikle de Lise yıllarına dayanmaktadır. Ancak şiirimdeki kırılma ve farklılaşma 1990 lardan sonra başladı 2000 den sonra ise çok farklı bir mecraya doğru yol alıyor. Şiirde çoklu temayı seviyorum. Yeteri kadar imge kullanmayı, belli düzeyde örtük yazmayı seviyorum. Sırf imgesel şiirleri ise yabancı bir şarkıyı dinler gibi okuyorum ve bundan da oldukça haz alıyorum. Ama kendim şiirde manayı çok gizlemiyorum çok da açıkça söylemiyorum bazen oldukça örtük bazen yarı örtük şiirler yazmayı seviyorum. yer yer kültüre dayalı imgeleri de bulup kullanmak istiyorum. Çünkü imgesiz şiir tadı tuzu olmayan çorbaya benzer. Manası en aşikar olan şiirlerimde bile imge ve mecazları bol bol kullanarak farklı bir anlatım geliştirmeye çalışıyorum. Bunda ne kadar başarılı oluyorum bu bilemem, buna zaman ve okuyucular karar verecektir.
2- Bu güne kadar kaç basılı Eseriniz var?
- 2003 Aralık ayına kadar yazdığım şiirlerden 120 şiirden 100 tanesini seçerek kitaplaştırdım. Adı: AŞKIMI GÜNEŞTE YIKAYIP YAĞMURLARDA KURUTTUĞUMDAN BERİ… (Karahan Yayınları, Adana 2004) .
Bunların 10 kadarı serbest tarzda diğerleri ise heceyle yazılmıştır. Biraz evvel de temas ettiğim gibi aile ve okul ortamında ağırlıklı olarak hece şiirlerine yönelik bir sempati oluşmuştu içimde. Eğer bir aksilik olmazsa 2005 içerisinde AKSİS MUNDİ isimli ikinci şiir kitabımı da çıkaracağım.
Tabii şiir dışında akademisyen kimliğim ile yazdığım 30’a yakın makale ve 2 de kitabım var.
a) SLAM’DA TÖVBE VE DİNİ YAŞAYIŞTAKİ ROLÜ, BEYAN YAYINLARI, İSTANBUL, 1997
b) DİN, KİMLİK VE ÖN YARGI: BİZ VE ONLAR, KARAHAN YAYINLARI, ADANA 2004.
3- Görev yaptığınız kurumda, Edebiyatla ilgilenme imkanınız ne kadar oluyor?
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Din Psikolojisi alanında öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Dolayısıyla kurum içinde edebiyat birinci hatta ikinci uğraşım olarak yer almaz. Ancak zaten şiir ve edebiyat benim için her zaman akşam vaktinin en güzel uğraşı olarak devam etmektedir. Tabii gündüzleri de zaman zaman şiirle meşgul oluyorum, ama bu kesik kesik, yani sistemli bir uğraşı değil. Bununla birlikte arkadaşlar arasında zaman zaman şiir sohbetleri açılır. Özellikle fakültemizde Türk-islam Edebiyatı hocalarıyla fırsat buldukça sohbet ederim. Öğrencilerimden de özellikle şiirle uğraşanlar zaman zaman yanıma gelirler ve onların şiirlerini bazen de kendi şiirlerimi ameliyata yatırırız.
Gayemiz daha iyi olabilmek. Bir de benim branşımda şairlerin ve yazarların eserlerinden hareketle iç dünyalarındaki dinsel yaşayışlarını ve değer yargılarını çıkartmaya çalışmak önemli bir yer tutar. Bu anlamda bir yazarın ve şairin iç dünyasında din psikolojik açıdan gezinirken edebiyatla da dolaylı olarak ilgilenmiş olmaktayım.
4- Günümüz Edebiyatında Şiirin yeri nedir sizce?
-Günümüzde şiir, bana göre, hem öksüz hem de yetim gibi. Aslına bakılırsa Türk şiiri kendine has bir yer aramaktadır. Ancak bu arayış öncelikle şiirin neliği ve nasıllığı üzerinde gerçekleşmektedir. Şiir okuma oranıyla şiir kitaplarının satış oranı birbirinden farklı şeyler olsa da bana göre şiirin okunması da azdır şiir kitaplarının satışları da. Okunan şiirler ise genellikle meşhur şairlerin en meşhur şiirleridir. Mesela genellikle “Sessiz Gemi” bilinir ve hemen Yahya Kemal akla gelir, “İstanbul’u Düşünüyorum Gözlerim Kapalı” deyince de Orhan Veli. “Sakarya” Necip Fazıl’ı, “Bayrak” Arif Nihat Asya’yı çağrıştırır. Bazen de bazı şiirler yarım yamalak bilinir ama şairi bilinmez. “Yaş Otuz beş” şiiri ya da genç sevgililer arasında sıklıkla okunan “Firari” gibi. Fakat şiire bütüncül bir bakış yoktur. Çok özel olarak şiirler ilgilenenler hariç okunan şiirler genellikle “mısrayı berceste” türünde olanlar ya da “beyt-i gazel” gibi dilden dile dolaşan dizelerdir. Tabii bunlarda hikmet ve ibret kastıyla söylenir.
Aslında biz millet olarak şiiri severiz. Hatta edebiyat tarihimize göz atarsak nesrin değil de şiirin ön planda olduğunu görürüz. Çünkü “manzume” türü genellikle bir hikayeyi şiir formatıyla anlatmaktan ibarettir ve halk da bunu sevmiştir. destanlar şiir formatındadır. Övgüler, yergiler, bilmeceler vs. şiir formatındadır. hatta nesir yazarken bile kullanılan secilerle nesre şiirsel bir ahenk verilmeye çalışılır. Neden? Çünkü şiirsel ifadeler duyguları ve düşünceleri daha fazla okşayıcıdır.
Fakat günümüzde ya şiire eğitim öğretim sürçlerinde gereken önem verilmemesi sebebiyle, ya eğitim öğretim sürecinde özellikle Türkçe ve edebiyat derslerinde yanlış öğretim usulleriyle yaşanan sıkıntılardan dolayı veya günümüz şiirinin halktan kopuk oluşu ve okuyucunun iyi şiir örnekleriyle buluşmasının zorluğundan kaynaklanan sıkıntılardan dolayı, bu arada pek çok iyi şiirin de aşırı imge ile entelektüel birikimi olmayanlar tarafından bir türlü hazmedilememesi, vs. pek çok faktör (daha yüzlerce sebep de sayılabilir) halkımızın şiirden biraz soğumasına neden olmuştur diye düşünüyorum. Bu durumu yeni dönem şair ve şiirlerine pek fazla iltifat edilmemesinden de anlayabiliriz
Şiirin olmadığı bir edebiyat düşünülemez. Ama günümüzde edebiyat deyince gençlerin aklına roman ve hikaye geliyor. Bunu Üniversite gençliğinden hissedebiliyorum. Bunu roman ve hikayelerin satışından anlayabiliyorum. Bunu otobüste, dolmuşta elinde bir roman ya da hikaye kitabı tutan gençlerden hareketle fark edebiliyorum. Şiir biraz da küreselleşmenin duyguları ticaret haline getirdiği, artık adeta duygusuzlaşan dünya ya biraz duygu katmak için mücadele eden tek başına bir cengaver sanki. Ama anlamsızlık hayatı o kadar doldurmuş ki, bu cengaverin bununla mücadelesi oldukça çetin geçiyor. Ülkemizde popüler kültür seçip sunduğu kadarıyla şiire müsaade ediyor gibi. Algı kalıplarımız popüler kültür (sanatta, müzikte, yeme- içmede, giyimde, sporda vs.) tarafından şekilleniyor. Popüler kültürde şiir sadece bir tüketim ve yeniden tüketim aracı haline geliyor. Şiirimizde yaşanan kırılmalar ve yeni edebi akımların bir türlü oluşamayışı da kısmen bununla alakalı. Okuyucu hemen soruyor: Serbest mi, klasik mi? Bu bile şiir zevkinin yüzeyselleştiğini gösteriyor. Halbuki şiir nasıl yazılırsa yazılsın iyi yazıldığı sürece şiirdir. nasıl yazılırsa yazılsın iyi değilse şiir değildir. Şiiri toplumsal beğenirlilik ve toplumsal kabul anlamında yeniden ayağa kaldırmak için belerin yapılması gerektiği tartışılmalı bence. Tabii şair şiir yazarken sanat kaygısını birinci kaygı olarak çekecektir. Ancak popüler kültürün dayattığı yaklaşımlar o kadar kısa süreli ki, bir yaz boyu mırıldanılan ama bir sonraki yaz söyleyeni de söylediğini de hatırlamakta güçlük çektiğimiz şarkılara benziyor. Maalesef şiirde bundan nasibini alıyor. Bütün bunlar bizi karamsarlığa da düşürmemeli bence. Biz iyi şeyler üretmeye azmettikten ve iyi şiir peşinde koştuktan sonra bunun semeresi geç te olsa alınacaktır.
5- Son dönem şairlerden, bir Yunus Emre, Bir Karacaoğlan, Bir Pir Sultan çıkmayış sebebi nedir? Yada eğer Bu ölçüde Şair var ise bunlar kimler?
-En sık karşılaştığım sorulardan birisi genellikle bu husus üzerinde yoğunlaşmaktadır. Günümüzde neden Yunus Emre, Karacaoğlan, Yahya Kemal, Fuzuli, Nedim ya da daha yakın zamanda yaşamış olan Necip Fazıl gibi şairler yok ya da var da bizler mi bilmiyoruz. Evet buna benzer sorular farklı şair adlarıyla tekrar tekrar göndeme gelir. Bir kere meseleye her şairin biricikliği açısından bakmak gerekir. Zaten iyi şair biricik olmalıdır, farklı olmalıdır, otantik olmalıdır, bakir söyleyişleri olmalıdır. Bu sebeple Yunus da, Pir Sultan da, Seyrani de biriciktir.Çünkü iyi şiir yazarak ölümsüz dizelere imza atmışlardır.
Bana göre bu tür bir kıyas yanlıştır. Yunus Emre’yi Yunus Emre yapan sosyo-kültürel ve tarihsel şartlar Pir Sultanı Pir Sultan yapan şartlardan farklıdır. Her ikisi de özellikle halk şiirinde (Yunus Emre zaman zaman divan şiiri de yazmıştır) öncü isimlerdir. ve bir şiir geleneğinin ürünleridir. Bu çerçevede edebiyat tarihimizde mümtaz bir yer edinen şairlerimizle kıyas yapmadan söylüyorum ki, Aşık Mahzuni ve Cemal Safi gibi çeşitli şairler heceyle harika şiirler yazmışlardır. Bu anlamda günümüzde de heceyle iyi şiir yazan hatta iyiden de öte çok iyi şiir yazan şairlerin var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ancak kanaatimce bu tür karşılaştırmalar yapılırken hece şiirinin kötü örnekleri ön plana çıkarılmaktadır. Kötü diyorum çünkü zoraki tutturulan hece sayısı ve bir parça ses benzerliğine dayalı kafiye sistemiyle yazılan şiir adıyla ortaya konana tonlarca dizeler var meydanda. Bunlarla büyük üstatları kıyaslamak zaten saçmadır. Fakat biraz evvel de vurguladığım gibi, heceyi çok çok ustalıkla ve şiir sesi içerisinde işleyen şairler de vardır
Meselenin bir boyutu da serbest şiirle alakalıdır. geleneksel halk kesimleri serbest şiire pek fazla rağbet göstermez. Çünkü temelde batı kökenli olan serbest şiir kötü yazıldığı zaman nesir gibidir, çok iyi yazıldığı zaman ise aşırı mecaz ve imge yükü ile anlamsızlık damgasıyla yaftalanır. Çünkü iyi serbest tarzda yazılmış iyi şiir entelektüel bir birikim gerektirmektedir. günümüzde serbest şiirde çok iyi şairlerimiz de vardır. yaşayanlardan Sezai Karakoç, İsmet Özel, Atilla İlhan, vefat edenelrden, Orhan Veli, Cemal Süreyya, Ahmet Arif, Can Yücel, Cahit Zarifoğlu vs. Bunların her birinin farklı bir şiir deseni vardır, farklı bir şiir sesi ve diline sahiptir. Ne olursa olsunlar zaman zaman vasatı tutturmakta zorlandıkları şiirlere imza atsalar da çok çok güzel şiirler de yazmışlardır. Şimdi bu kişileri ister önceki ister günümüz hece şairleriyle karşılaştırmak istersek, hata yaparız. Yunus Emre Yunus, Fuzuli, Aşık Mahzuni, Necip Fazıl, İsmet Özel şiir anlayışları ile, şiir sesi ve diliyle birbirlerinden farklıdırlar. Dolayısıyla bu tür kıyaslamalar yapmak bana göre hem işlevsel değildir hem de anlamlı değildir.
6- Son dönemde, bir sürü abuk subuk program yapılıyor televizyonlarda fakat Edebiyat ve Şiir adına programlara pek rastlanmıyor, bunun nedeni sizce nedir?
-Aslına bu soru bir yönüyle günümüzde şiirle ilgili söylediğim şeylerle de alakalı. Popüler tüketim kültürü insanı aldığı ve sattığı ile tanımlar bir hale gelmiştir. Tabii meselenin asıl yönü de bununla ilişkili. gerek modernizim gerekse onun arkasından yaşanan post modernizim ve küreselleşme insanı sömürmektedir. hatta bu sömürü sadece ekonomik değil, duygu, düşünce, inanç ve değerler dünyasını da içine almaktadır. Dini ve milli kimliklere bağlılık zayıflamakta, BİZ’i ÖTEKİ’nden ayıran farklılıklar giderek buharlaşmakta ve hatlar belli belirsiz bir hale gelmektedir. bunun sosyo-kültürel ve psikolojik sonuçları edebiyat alanına da yansımaktadır. Bu durumda ben size sorayım. Yapılan bir şiir programı ne kadar reyting yapar. Reyting yapmayan bir programa kanal sahipleri ve yapımcılar niçin para ayırsın? Bu sebeple öncelikle küreselleşmenin ve popüler kültürün dini ve milli kültür üzerindeki yıkıcı etkilerini tartışmak, bireyin anlam arayışı üzerindeki olumsuz tesirlerini görmek oradan da şiire geçmek gerekir. kaynana gelin dizisi halkın daha çok hoşuna gidiyorsa, bir günde süper starlar yaratılıyorsa, halk bunlara rağbet ediyorsa, şiir kitapları kitapçıların raflarında tozlanıyorsa, şiir programları yapılmıyorsa, yapılanlar da pek fazla izlenmiyorsa meseleyi daha derin bir şekilde ve sosyo-spikolojik bir perspektiften tartışmak gerekir, diye düşüyorum. Analizi iyi yapmadan kısır verilerle pek bir yere ulaşılmaz kanaatindeyim.
7- Asım Yapıcı Kimdir? kısaca Oto biyografinizi almak mümkün olsa kendinizi nasıl tarif edersiniz?
-1966 Kayseri-Develi doğumluyum. İlk ve orta eğitimimi Ankara'da tamamladım. 1989 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldum. 1995 yılına kadar önce kısa bir süre Malatya-Gündüzbey'de, daha sonra da Malatya-Pütürge'de öğretmenlik yaptım. 1995'te Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'de Felsefe ve Din Bilimleri Bölümüne bağlı olarak Din Psikolojisi Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Bu arada 1993 yılında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne bağlı olarak yapmaya başladığım yüksek lisans eğitimini 1996'da, doktora eğitimini ise 2002'de tamamladım. Şu anda Adana'da Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Din Psikolojisi alanında öğretim üyesi olarak çalışmalarıma devam etmekteyim.
Hayat hikayesi dışında insanın kendini tanıtması zordur. Ama çevrem tarafından (eğer yanımda başka dışarıda başka bir şeyler söylemiyorlarsa) uyumlu ama yaptığı işleri en iyi şekilde yapmak istercesine hırslı, iç dünyasında duygusal ama dirençli, dış dünyasında sürekli rasyonel görünen, sürekli aşık, bazen bir kadına, bazen Tanrı’ya, bazen işine, bazen edebiyata hiçbir şey olmazsa aşık olmaya aşık birisiyim. beni tanıyanların söylediği şey şudur: Senin hakkında edinilen ilk izlenimlerle son izlenimler genellikle birbiriyle uyuşmaz. İlk izlenim biraz dik ve gururludur. Son izlemin ise seninle arkadaşlık alışkanlık yapıyor. En çok eleştirilen yanım şiirlere yönelik eleştirilerimdir. Ama benimde en sevdiğim yanım orası. Daha öncede belirttiğim gibi,küçük yaşlardan beri şiirle aktif olarak uğraşmaktayım. Bu uğraşım hem şiir yazmak hem de şiirin 'ne'liği ve 'nasıl'lığı üzerinde teorik tartışmalar şeklinde devam etmektedir. Genel tema olarak; aşk, sevda, ayrılık, ölüm, mistik-ulvi duygular, toplumun sorunları, anlam arayışı ve varoluş sancıları daha çok ön plandadır.
8- Evlimisiniz? Eğer Evliyseniz çocuklarınız varmı? Ailenizde Edebiyata meraklı olan başka kimse varmı?
-Evliyim, Biri erkek diğeri kız iki çocuğum var. Ailem içinde geniş anlamda düşünürsek rahmetli dedem, Allah uzun ömür versin babam, şiirle ilgilenirlerdi.
9- Asım Yapıcının Gelecekte Edebiyat Alanında Hedefleri nelerdir?
-Allah sağlık ve uzun versin yazacaklarımla üreteceklerimle inşallah hem mesleki hayatımda akademisyen olarak hem de şiirde iyi bir şair olarak hatırlanmak arzusundayım.
Mustafa Ceylan Hocanın dediği gibi, şiirde birincilik her zaman münhaldır, biraz egoist olup en iyilerden olmaya çalışacağım. Gayret bizden, neticeyi yarınlar belirleyecektir. Hedefi büyük tutuyorum, küçük hedefim küçük olduğu zaman küçük kalırım. İyi şiir peşinde olan birisiyim, kalıcı şiir yazmak peşinde olan birisiyim. Nesre çok fazla girmek istemiyorum. Zaten mesleki yaşantım akademik anlamda hep nesir üzerine kurulu. Edebiyata şiirle devam etmek arzusundayım. İnşallah bu arzum gerçekleşir. Ancak zamanla bir poetika da oluşturmayı düşünüyorum. Halen yavaş yavaş şiir hakkında notlar tutuyorum. Bunlar olgunlaşınca belki bir şeyler çıkabilir.
10- Asım Yapıcı'yı ilerleyen zaman içerisinde daha farklı yerlerde (Edebiyat alanında) görmek mümkün olacak mı?
-İnşallah şiirle ilgili olduğu sürece, yani şiir yazma, şiirin teknik sorunlarıyla ilgilenme, şiir eleştirisi vs. içerisinde olmak istiyorum. Roman ve hikaye tarzına pek girme niyetinde değilim. Şiir zaten hayatımın eksik kalan her tarafını dolduruyor ve bu şiir bende asla kuma kabul etmiyor.
11- Genç Şair arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir? Kimleri okumalıdırlar ve şiirlerini yazarken hangi kurallara dikkat etmelidirler?
-Gerçi henüz ben de gencim ama madem soru bu şekilde geldi ben de ona göre cevap vereyim. Bir kere genç arkadaşlar şu soruları kendilerine sürekli sormalıdırlar. Şiir nedir? İyi şiir nedir? İyi şiirin ayırıcı vasıfları nelerdir? Her şiir iyi şiir midir? Şiirin kötüsü olmaz mı? Daha doğrusu kötü şiire “şiir” diyebilir miyiz? Şiirin duygusal bir tarafı olduğu gibi, bir teknik tarafı da yok mu? Dün olduğu gibi bugün de milyonlarca kişi şiir yazdığı halde, neden bazılarının adları asırlar boyunca hatırlanıyor da, bazılarının isimlerini neredeyse torunları bile bilmiyor? Niçin bazı şairler kalıcı oluyor da, bazıları Paris’ten esen bir yaz modası gibi ya da tek kliplik popçular gibi sönüveriyor? Şiirin çilesini çekiyor muyuz, iyi şiir yazmaya gayret etmek adına? Sanat yapmak istiyor muyuz? İyi şiir yazma düşüncesi ve duygusu beynimizi ve kalbimizi zonklatıyor mu? Yoksa ağzımızdan dökülen her kelamı şiirsel bir kalıpla ifade edip bayağı şiirler mi yazmak istiyoruz?
Bu sorular şiirle uğraşan bir insanın zihninin sürekli meşgul etmeli bence
Bana göre iyi şiir yazabilmek için şu hususlara dikkat edilmelidir.
a) Şiir benzetmelerindeki orijinalliği ve bakir ifadelerin kullanılması (imge, mecaz, teşbih, vs. de)
b) müzikalite unsurunun kuvvetliliği (uygun ve yerinde bir kullanılışla kafiye, redif, aliterasyon vs.)
c) şiirdeki ifadelerin kulağı tırmalamaması, devrik yapıların akıcı bir şekilde yapılandırılması.
d) şuur dışından fışkırması
e) ciddi bir sanat kaygısıyla yazılması
f) temelde didaktik değil, lirik olması
g) anlamın belli bir düzeyde örtük olması
h) okunurken ve dinlenirken her bir kavramın uyumla dansetmesi ve ifadelerin seyyaliyeti, yani akıcılığı olması ile iyi bir şiir sesine sahip kaliteli bir şiir haline gelebilir.
i) şiirin modern ya da klasik usüllerle yazılması ise onun “iyi şiir” olmasında ölçü değildir.
Kalıcı bir şair olmak ise bence,
a) sadece iyi şiir yazmakla değil, benzersiz şiir yazmakla
b) eski ve yeni edebiyatı, edebi alkımları, edebi sanatları vs. tanımakla ve bilmekle
c) Türkçe’ye çok iyi hakim olmakla mümkün olur.
Son olarak iyi şiir ile ilgili birkaç ilave yapmak istiyorum
Şiirin “nasıl”lığında ya da “nasıl bir şiir” tasarlandığı meselesinde, benim karşıma ilk çıkan şey “şiir sesi” ifadesidir. Şiir sesi ise bence, okuyucuda nesir izlenimi vermeyen ifadelerin lirik bir şekilde dile getirilmesiyle meydana gelir.
Şiir sesini yakalayabilmek için kuşkusuz 'bakir kavramlar, bakir benzetmeler, otantik bir söyleyiş, henüz söylenmemişi söyleme', henüz dillendirilememişi dillendirme' gerekir. Bazen bu tür söyleyişler de şiir sesini kazanmayabilir. İşte burada şiiri nesirden ayıran farklılıklar devreye girer.
İfadelerin bakirliği ve özgünlüğü ile birlikte şiirin müzikalitesi de şiir sesinin var ya da yok olduğunun en açık göstergesidir. Müzikalite unsuru olmayan şiir, bence, iyi bir şiir haline gelemez. Müzikalite ise sadece kafiye ve redifle sağlanamaz.Bir de şiiri nesirden ayıran en önemli özellik (ki bu şiir sesini besleyen temel unsurlardandır) şiirin şuur dışından fışkırması, nesrin şuurdan neşet etmesidir. Bu anlamda şiirin “dini” olmaz, sadece 'dili' olur.
Abdulhak Hamit Tarhan; 'Görsem yeridir seni karanlık' derken, eşinin vefatına üzüldüğünden dolayı neredeyse Tanrıyı inkara kadar gidecek olur. Ancak o normalde Allah’a inanan bir Müslümandır. Ancak şuur dışından fışkıran ifadeler şuurun sansürüne takılmamıştır.
Keza Faruk Nafiz Çamlıbel; 'Sana kafir dediler diş biledim hakka bile..., kahpelendin de garaz bağladım ahlaka bile' derken de dini ya da ahlakı kaygılarla değil, şuur dışının serbestliğini kullanıyordu.
Daha açık bir örnek Mehmet Akif Ersoy'dur. “Çanakkale Şehitleri için yazdığı o muhteşem şiirinde 'Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi' demektedir. Akif dini de, toplumun değer yargılarını da çok iyi bilen birisidir.
Buna rağmen Osmanlının adeta son kazandığı zafer karşısında o kadar duygulanır ve o kadar sevince gark olur ki, “Bedir de savaşan o insanlar sizin kadar şanlı değildi” demeye varır. Bu da doğaldır. Çünkü tekrarlamak gerekirse “şiirin dini yoktur, dili vardır”. Ancak bu ifade; “dini-mistik temaların, kavramlarım, benzetmelerin, arayışların şiirde kullanılmaması” gibi bir anlamı çağrıştırmamalıdır. Sonra bu ifade, dini değerlerin çiğnenmesi gerektiği gibi yanlış bir manaya da çekilmemelidir.
Aslına bakılırsa, “şiir şuur dışından fışkırır” demek, onun nesirden farkını belirtmek için kullandığım bir ifadedir. Başka bir deyişle, şuurlu halde insan o kadar çok şeyin sansürüne tabidir ki, “şunu yazsam ne derler, bunu yazsam ne gibi bir tepkiyle karşılaşırım”, düşüncesi kişiye rahat konuşma imkanı tanımaz. Şiir ise özgürlükler alanıdır.
Özetle söylemek gerekirse, İyi şiir yazmak ve kalıcı bir şair olabilmek için çok okumak gerekir. belki günümüzde şiirle uğraşan gençlerin en çok ihmal ettikleri husus bu. Okumadan şiir yazılmıyor, farklı şiirleri okumadan şiirin rengi ve deseni fark edilemiyor. bazıları birilerinden etkilenmemek için şiir okumadıklarını söylüyorlar. Şunu unutmamak gerekir ki, etkilenemk doğaldır ve bir yere kadardır. farklı çiçeklere konup kaliteli bir bal yapmak her zaman mümkündür.
****
Galip SİNECİKLİ
Antoloji.com
Mustafa Ceylan ve Antalya GÜLLÜK Dergisi Grubu Yöneticisi