İçimde bir ırmağın sesi yankılanıyor nerelerden dökülüp geldiğini bilmediğim.
Önce debisi yükseliyor, sonra ansızın bir sabah güneşi karşıma geçiyor. Coşuyorum boyuna. Kelimeler kelimeleri kovalıyor ve cümle alem keyif çatıyorlar beynimde.
Bazen ırmak, içimde bir yerlerde birikiyor; fakat o yerleri bulamıyorum. O kadar kuvvetli ki, ''artık beni hayata bırak, bana hayatın kapılarını aç, yalvarırım sana! '' diyor. Ve birer birer süzülüyor göz pınarlarımdan ırmağın en sıcak suları. Birer birer... Sonra birer birer olgunlaşıyor ve azalıyorum.
Sokağa çıkıyorum; binlerce, onbinlerce göz pınarlarını görüyorum yüzlerde, sesi yankılanan ırmaklarının. Oysa o gözler güneşi arkasına almış ki ondandır göz pınarlarının soluk rengi... Kelimeleri de anlamlarını yitirmiş, cümleleri ise dokunsam parçalanacak. Ve işte hayatın sırrını veriyorum, beni iyi dinleyiniz: Güneşi karşınıza alın öncelikle. Alın ki ısıtsın içinizi. Sonra buzulların eriyeceğine garanti veriyorum kalbin üstündeki. İşte o zaman bir ses yankılanmaya başlayacak içinizdeki. Bu ses... Evet bu ses, ''ırmağın sesi''...
Hayır, hayır. İnanmayın tüm bunlara. Şair olmaya çalışan birilerinin dizeleridir bunlar. Kaygısı: güzelini göstermek en kötünün. Ne ırmak vardı içinde ne de yankısı olan bir sesi...
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta