AŞIK NİZAMİ' nin asıl adı Nizamettin KAYACAN dır. Bu sitedeki Nizamettin KAYACAN'la aynı kişidir.
01.12.2005 tarihinden sonra ' Aşık Nizami (Nizamettin Kayacan) ' adı altında sevenleri ile iletişime geçecektir.
Bütün dost ve sevenlere Sevgilerimizle Duyrulur.
Aşık Nizami, Adana ili, Feke İlçesinin, Mansurlu köyündendir. Bu köy, Mansur Ağa tarafından kurulduğu için Mansurlu adını almıştır.
Mansur Ağa Çukurova’nın, Ceyhan yöresinde Ramazan oğullarının atına bakan seyislerin başı olduğu gibi, çiftliğinde sorumlusudur.Bir gün atlar anide hastalanarak ölmeye başlar. Mansur Ağa durumu hemen Ramazan oğullarının beyine bildirir bu durumu duyan bey. Acele olarak atların en yakın yaylalığa götürmesini emreder.
Mansur Ağa,en yakın yaylalığın Nal yolu üzerindeki El deresinin olduğunu söyler ve yanına sevdiği adamlarını ve ailesini alarak yaylanın yolunu tutar.
El deresi suyu ve yeşilliği ile meşhur bir yaylalık.Şimdi o yöre İn deresi olarak anılmaktadır.
Mansur Ağa ailesi ve adamları ile birlikte bu yaylanın en güzel yeri olan Hocalı mevkiine yerleşir. Atların ahırını da İn deresinin ortasından akan çayın başlangıcı olan ve yörede yedi göz olarak tanınan suyun başına yaptırır. Şimdi hala o yer han yeri olarak anılmaktadır.
Mansur Ağa seyislerin içinde en çok sevdiği Ahmet ve Durmuş Adında ki iki kardeşi de beraberinde getirir Ahmet çok yakışıklı olduğu için, ona hep arkadaşları ‘’bebek gibi delikanlı’’ derler. Bebek Ahmet olarak anılmaya başlar.
Durmuş ise çocukken gece korkuttukları için geceleri dışarı çıkmaktan korkarmış. Ona da arkadaşları arasında korkak anlamına gelen ödek lakabını takmışlar. Ödek Durmuş olarak tanınır.
Mansur Ağa, çok sevdiği Bebek Ahmet’i büyük kızı Ayşe hanımla evlendirir. Bu evlilikten Mehmet, Hüseyin adında iki oğlu, Senem ve Fadime adında iki kızı olur.
Büyük oğlu Mehmet çok güçlü, tuttuğunu koparan, bir yiğit ve güreşi çok severmiş. Bir amansız hastalığa yakalanarak, evlenmeden genç yaşta ölür.
Hüseyin‘inin çok gürlek sesi varmış ve bir bağırdı mı o dağları inletirmiş, hiç korku nedir bilmezmiş. Ona halk arasında Deli Hüseyin derlermiş.
Deli Hüseyin, Mansur Ağanın küçük oğlu Pala Mustafa Ağanın kızı Meryem ile evlenir. Bu evlilikten Ahmet ve Mehmet adında iki oğlu bir kızı olur.
Deli Hüseyin ceviz dökerken Ağaçtan düşerek ölür. Çocukları küçük yaşta yetim kalır. En büyük oğlu Ahmet’te Askerlikte şehit düşer.
Kara Mehmet anası ve kız kardeşi ile birlikte, yetim olarak yaşarlar. Böyle aylar, seneler geçer. Kara Mehmet büyür, köyden Fadime adında bir kızla evlenir. Bu evlilikten Ayşe, Durdu ve Meryem adında üç kızı, Ali ve Hüseyin adında iki de oğlu olur.
Ali küçükken çiçek hastalığı geçirdiği için,yüzünde çapar kalmıştır. Bundan dolayı, Lakabı Çapar Ali kalmıştır, Alinin babası Kara Mehmet bir hakaret nedeni ile hapise düşer merakından hapishanede verem olur ölür. Ali üç bacısı ile yetim kalır.
Bacılarını everdikten sonra Anası da ölür. Ali evde tek başına yaşamaya başlar. Alinin köyde malı, mülkü, çok olduğu için köylünün hepsi onun malına göz diker. Ondan faydalanmak için bir çokları kızını teklif eder.
Fakat Alinin köyün kızlarında hiç gözü yok. Çünkü köylülerin fikirlerini bildiği için onlara hiç pas vermiyor. Bir gün Atına binerek Kayserinin eski ismi Everek olan Develi ilçesine bağlı Şıklı köyündeki akrabalarını ziyarete gider.Onların hal hatırlarını sorduktan sonra oradaki akrabaları, Alinin evlenip evlenmediğini sorarlar. Ali bir kızarır, bir bozarır, utancından ne yapacağını şaşırır.
Kısık bir sesle ‘’evlenmediğini’’ söyler.
Köyün Ağası olan yaşlı Hacı Hasan amca gülerek:
“Senin zamanın gelip geçiyor, seni baş göz etmemiz gerek bir akraba olarak’’ der.
Kendi kızı Fadime’yi, Ali’ye verir. Fadime çok esmer olduğu için babası anası ona hep Kara kızım dermiş. Onun için adı halk arasında Kara Kız olarak tanınırmış.
Bu evlilikten Hüseyin ve Süleyman adında iki oğlu, ikide kızıları olur.
Büyük oğlu Hüseyin Savaşta şehit düşer.
Süleyman Anası gibi çok esmer olduğu için ona Kara Yağız derler ama halk dilinde, bu terim değişerek, Kara Yağız yerine, Kara Kız, lakabını kullanırlar. Böylece, Kara Kız Süleyman olarak tanınır. Kara Kız Süleyman, çok güzel kaval çalar türkü söyler ve şahane sesi varmış. Düğünlerde oda toplantılarında hep onu dinlerler onun için köydeki kızların sevgilisi olmuştur.
Fakat Süleyman, tüccarlık yaptığı için, köy, köy dolaşarak mal ve deri toplar. Geçimini böylelikle sağlarmış. Bir gün kökeni barak aşiretlerinden olan bir kadınla evlenir. Şanlı, şöhretli düğünle gelin getirir.
Bu evlilikten, Ali, Hüseyin, Mehmet, ve Reşit adında dört oğlu birde kızı olur.
Fakat ne acıdır ki ikinci oğlu,Hüseyin, ve bir tek kızı Fadime, kızamık hastalığına yakalanarak ölür.
En büyük oğlu Ali Esmer yakışıklı baba yiğit bir delikanlı olduğu için işte ona da babasının lakabı ile Kara Kız Ali derlermiş.
Kara Kız Ali çok zeki, gördüğünü hemen kavraya bilen birisidir. Onun için hem marangozluğu öğrenmiş hem Demirciliği.
Mansurlu köyüne ilk kağnı arabasını icat eden adamdır. Çukurova’nın Kozan ilçesinin bir çok köylerine ilk camı getiren o adamdır.
Çünkü bir çok Ağaların beylerin evlerini yapmış. Onlardan gördüğü yenilikleri diğer dostlarına aktarmış, Onun için çok sevilen sayılan birisi olmuştur.
Kara Kız Ali sekiz defa evlenir;
İlk eşi kendi köyünden onunla geçinemez terk eder.
İkinci eşi yakın komşusunun kızı Meryem onunla severek evlenir.
Ondan bir oğlu olur. Bu mutluluk fazla sürmez.
Çünkü; evlenmeden önce Aslı Yozgat dan orman işçisi olarak gelme bir süralenin kızı olan Sarı Sultan adındaki kız ile buluşur ve görüşür.
Ama anası babası ve bütün akrabaları:
‘’bizim sülalemize uygun değil’’
diyerek buna karşı çıkarlar ve böylece konu kapanır.
Fakat kız tarafı hiç durmaz gizli, gizli plan hazırlarlar Çünkü amaçları Kara Kız Alinin kazancını yemektir.
O günlerde köyde Muhtarlık seçimi olur. Sarı Sultanın amcasının biri köye muhtar biride birinci aza seçilir.
Bunu bir fırsat bilen sülale hemen sultanı kocasının altından kaçırarak Kara Kız Alinin evine gönderirler ve amcası hemen ilçeye giderek resmi nikahlarını yaptırır.
Çünkü; Kara Kız Alinin önceki hanımı Çöl Meryem in resmi kaydı yokmuş işte bunu bir fırsat bilen Galleoğulları böylece emellerine ermiş olurlar.
Fakat Kara Kız Ali, sülalesi ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir şey yapamazlar.Böylelikle Sarı Sultan tam yerleşir zavallı Çöl Kızı Meryem bir sitemle ‘’beni sevmeyenin bende çocuğuna bakıp sevmem’’ diyerek altı aylık bebeği Kara Kız Alinin üzerine atarak evi terk eder.
Gider. Gidiş o gidiş bir daha dönmez.
Ama ne olursa olsun, olan o bebeğe olur.Zavallı bebek bakımsızlıktan ağlayarak can verir.
Fakat bütün Kara Kız Alinin akrabaları Sarı Sultana şu bedduayı ederler:
‘’Sen o zavallı bebeğe bakmadın, ölümüne sebep oldun, Allah sana erkek bebek yüzü göstermesin’’ diyerek el kaldırıp dua ederler.
Allah her şeye kadirdir.
Onların duaları kabul olur. Sarı Sultanın o günlerdeki hamile olduğu bebek bir oğlan çocuğu olarak dünyaya gelir.Fakat ölen bebeğin aynı yaşına geldiği zaman amansız bir hastalığa yakalanarak ölen bebek gibi yemeden içmeden kesilir ağlayarak can verir.
Bu acılarla kavrulan Sarı Sultan ikinci bir bebek için ne yapacağını şaşar.
Çünkü Kara Kız Ali son bahar ayları gelince Çukurova’nın yolunu tutar ev yapmak için köy, köy dolaşır ve ilk bahara kadar Çukurova’da kalır ilk bahar gelince yaylanın yolunu tutar ve başlar köylülerin demir aksamlarını yapmaya ama sarı Sultan bundan hiç memnun değil hep yanımda kalsın ister onun için Kara Kız Ali ile Sarı Sultan arasında durmadan geçimsizlik olur.Fakat bir türlü ayrılamazlar.
Kara Kız Ali her ne kadar ayrılmak istese de Galleoğulları buna mani oluyorlar.
Çünkü: onlar memnunlar tarladan bağdan ne gelirse görür görmez tarafından gizli aşikar lokmayı götürüyorlar onun için Sarı Sultana, mahkemede ben kocamı istiyorum, dediriyorlar.
Ve işte onun için bir türlü ayrılamıyorlar ve yıllar sonra sarı Sultan gene hamile kalır bu duruma akrabaları çok sevinirler.
Fakat onlar oğlan beklerken bir kızı olur,doğumu zor olduğu için bir türlü kanaması durmaz. Sarı Sultanın en büyük bacısı ilkel tedavilerle kanamayı durdurmaya çalışır işte ne olursa orda olur.Sarı sultanın bir daha çocuğu olmaz.
Kara Kız Ali ve ailesi:
‘’bir daha evlen ocağın kör kalmasın’’ diye Kara Kız Ali’ye baskı yaparlar. Zaten Kara Kız Alinin de istediği bu ama bir türlü Sarı Sultanı ikna edemez. Bu sözü duyan Sarı Sultan daha da haşinleşir azı dili durmaz.
Bundan dolayı Kara Kız Aliden her gün dayak yer.
Bu durumu duyan Sarı Sultanın akrabaları ve başta büyük bacısı olmak üzere Kara Kız Aliye olmadık hakaretleri yaparlar ve böylece Kara Kız Aliyi sustururlar.
Hatta şu sözü bile söylerler:
‘’Sen dölsüzsün,sen suçu kendinde aramıyonda bizim kıza bahane buluyon’’ diyerek çok ağır sözler konuşurlar.
Kara Kız Ali artık bu sözün üzerine çok kızmıştı o siniri ile Sarı Sultanı döverek:
“Ablan bu sözünü iyi bellesin ben ona dölsüz olmadığımı ispat edeceğim. Bunu iyi bilsin,“ diyerek hemen oradan gider.
Sarı Sultanın amcasının kızı Hayriye hanımı kaçırarak eve getirir onu kaçırmaktaki amacı Sarı Sultanın akrabası olduğu için beraber yaşayabileceklerini sanıyordu.
Fakat Kara Kız Alinin dediği gibi hiç olmadı.
Bunlar Kara Kız Alinin ve Hayriye’nin yüzüne hoş görünüp arkalarından gizli planlar çevirmeye başladılar ve böylece onu evden kovarlar.
Kara Kız Ali daha Çukurova’da iken hemen bir haber göndererek onu oradan boşattırırlar ve ondan sonra bütün üzerine gelen kadınlara bir kulp takarak daha kocalarının yüzünü görüp de dertlerini anlatmadan boşattırır.
Bunu bir fırsat bilen Sarı Sultan çok rahat bir vaziyette kocası Kara Kız Ali’ye:
‘’Bak gör işte gene senin kahrını çeken benim, ocağını tüttüren benim, onca getirdiğin yosmalar evi terk edip gitti’’ diyerek onun gönlünü alır.
O günlerde;
Kara Kız Alinin bir küçüğü Mehmet in baldızı Boz Mahmut Ayşe Adana’nın Buruk köyünde gelinken Kocası ölür.
İki çocukla kalır çocukları yazın sıcağına dayanamayıp hastalanırlar ve komşuları:
‘’anam bu çocukları öldüreceksin, havalar serinliyene kadar yaylaya kardeşlerin yanına götür’’ derler.
O da çocuklarını alarak köye bacısının yanına gelir.
Bunu gören Kara Kız Ali’nin akrabaları ve Ailesi Ali’yi yanlarına çağırarak aile büyükleri:
‘’bak oğlum Ali kendin ettin kendin buldun kendi elinle derbeder oldun ama biz gene bu haline acıyoruz,senin ocağın kör kalacak o Galleoğulları senin kazancını yemek için yapıyorlar bu oyunu, hepsinin planı bir. Onlar bir sakıza benzer, bulaştığı yerden zor çıkar, onun için onları susturmanın bir çaresi var. O da ‘’gizlice evlenip bir oğlan çocuğuna sahip olmak ondan sonra onlar patırdasın dursun’’ derler.
Boz Mahmut Ayşe ile evlendirmeye karar verirler.
Bunlar hiç kimse duymadan gizlice evlenirler köylü yayladan göçene kadar Kara Kız Alinin küçük kardeşi Mehmet’in evimde kalırlar ve böylece Boz Mahmut Ayşe hamile kalır.
Artık doğum günleri yaklaşınca Kara Kız Ali Ayşe’yi evine götürür ve Sarı Sultana derki:
‘’Git o deli ablana söyle gelsin dölsüz olmadığımı görsün’’ der ve “bundan sonra bununla hoş geçineceksin beraber bacı kardeş gibi yaşayacaksınız’’ diyerek öğüt verir.
Sarı Sultan içindeki sırlarını bildirmeyerek hoş görülü tatlı bir sözlerle:
‘’Ne yapak Ağam kaderimmiş kabahat biz deymiş’’ diyerek bunun doğuracağı da bizim evladımız diyerek kocası Kara Kız Aliyi Çukurova’ya yolcu eder.
Birkaç ay sonra Ayşe hatun 1942 yılında koç gibi bir oğlan doğurur.
İşte bu oğlan Aşık NİZAMİ (Nizamettin KAYACAN) ’dır.
Bunu gören Sarı Sultan ve akrabaları ne yapacağını şaşırır sanki onu çok seviyormuş gibi hemen kardeşlerine bir mektup yazdırarak en küçük bacısının kocası Hacı Ali Osman’ı yanına çağırarak bu mektubu kocası Kara Kız Aliye gönderir. Bu Mektubu alan Kara Kız Ali çok mutlu olur. Hele o mektubun Sarı Sultanın gönderilmesine daha çok sevinir.Çünkü bunu ondan hiç beklemezdi.
Ne zaman kötü haber gelecek diye onu bekliyordu ama bu mektup onu çok mutlu etmişti.
Onun için şehirden hediyeler alıp göndermişti ama bu mutluluk çok sürmemiştir. Daha çocuk kırklıyken Sarı Sultan kızı ile birlikte o bebeği öldürmek için ağzına süzme yoğurt doldururlar ve her gün bir şey bahane ederek boz Mahmut Ayşe’ye durmadan dayak atarlar.
Bu durumu gören Dudu karı parmağı ile çocuğun boğazını temizler ve her gün yüzü gözü kanlar içinde komşulara varıp karnını doyurur, çocuğuna saracak bez ister.
Ayşe hanıma en çok yardım da Kara Kız Alinin amcasının hanımı Dudu karı yapıyor.
En yakın komşuları o oluyor. Bütün olan biteni tek o biliyor, onun için Sarı Sultan ondan çekiniyor,ona bir şey diyemiyor. Alinin anasını, babasını istediği gibi susturuyordu ve yalanlarıyla kandırıyordu. Onun şehrinden Allah’a sığınıyorlar ve onun için elalemden utanıp susuyorlardı.
Bebek tam bir buçuk aylık olmuştu. Sarı Sultan ve kızı tekrar Ayşe hanımı iyi bir şekilde dövmüşler, morarmadık yerini bırakmamışlar.
Bir gün bacısı, kardeşlerine haber salarak yazık şu dağın garibini döve döve öldürecekler hiç olmazsa kocası gelene kadar sizin yanınızda kalsın der ve kardeşleri böylece Ayşe hanımı evlerine götürürler. Fakat Ayşe hanımın kardeşinin karısı Sarı Sultanın yeğeni olduğu için onu kabul etmez.Bunun üzerine köyün imamı olan Hacı Hasan Efendinin yanına sığınır.
Onun için Ayşe hanımın evde olmadığı günler haber salarak bebeği teyzesine verir. Zavallı Ayşe hanım derbeder olur, can ciğer çocuğu gitti onamı yansın memelerine süt inmiş göğsü şişmiş onamı yansın gece gündüz feryat edip ağlıyormuş. İşte bunun ağlamasına dayanamayan köyün büyükleri gelip çocuğu bir kaç saat emzirmesine sarı Sultanı ikna ederler.
Ayşe hanımın yağmurda karda kışta her gün yarım saat yol gelmesine acıyan Tömek Veli evinin altındaki ahırı buna verir.
Ama ne çare ki Sarı Sultan gene şeytanlığını yaparak akrabalarına birlikte olmadık hakaretleri içeren bir mektup yazdırıp, gene Kara kız Aliye gönderir.
Kara kız Ali o sinirle Boz Mahmut Ayşe hanımı Kozanın Sakar taş köyünden dört- beş şahit huzurunda boşar ve işte Ayşe hanımın çilesi bundan sonra daha da artar.
Ayşe hanımı Çukurovadaki akrabaları, madem evlendi buraya bir daha dönmesin diye haber yollarlar. Kardeşleri Duran ve Aziz bir daha hiç eve almazlar zavallı kadıncağız sokakta kalır, bacısı hiç güler yüz göstermez.
Onun bunun ekmeğini yaparak karnını doyurmaya çalışır. Kara kız Ali Çukurovadan dönünce bütün gerçekleri öğrenir ama fırsat elden gitmiş olur.
Onun için Sarı Sultana şunu söyler:
“ madem ki sen o kadını burada yaşatmadın, o zaman çocuğu getirip bakacaksın yoksa bende seni yaşatmam bunu iyi bilesin”der.
Bu sözü duyan Sarı Sultan hemen gidip çocuğu çalarak eve getirir.
Ayşe hanım da aynı şekilde çocuğu çalar ve bu durum bir süre devam eder.Ne çare ki çocuk arada rezil olur.
Bu dava tam üç sene sürer.
Artık Ayşe hanım usanır tek çareyi oğlunu oynarken uzaktan olsun görmek için onun en çok oynadığı yerin yakınındaki ağaçların dibine varır ve oğlunu uzaktan izler.
Oğlu ilkokula gitmeye başlamıştı.Ayşe hanım oğlunu uzaktan da olsun görmek için tam bir tepenin üzerine kendi eli ile taştan duvarı örüp bir tek oda ev yapar.
Ayşe Hanım oğlunu daha uzaktayken görününce hemen yoluna iner ve onu kucaklayıp öperek cebine üzüm ceviz katıp çantasını silerek yollar.
Fakat bu çok sürmez.
Su uyur,düşman uyumaz dedikleri gibi
Ayşe hanımın kardeşinin eşi Emine hanım bu durumu hemen teyzesi Sarı Sultana ulaştırır.
Akşam okul bitiminde Nizamettin eve varınca analı kızlı ikisi de büyük bir sorguya çekerler.Nizamettin’e ucu ateşli odun parçası ile vurarak iyice sağa solunu yakarak bir daha onunla görüşmesine tövbe ettirirler ve şöyle diyerek korkuturlar.
O bir deli kadın senden başkasına niye yaklaşmıyor,çünkü seni tembel buluyor, seni kaçırıp kesecek kanını emecek, o Süllü Ahmet amcanın anlattığı hikayedeki dev gibi diyerek korkudurlar.
Bunun üzerine;
Bir daha Nizamettin görüşmek değil, yakınından bile gitmez. O kadın yaklaşacak olduğu zaman taşı vurur,sanki böylece kendini korumuş olur.
Ayşe kadın bunun üzerine okulun çevresinde dolaşmaya başlar. Nizamettin bu durumdan daha da fazla korkmaya başladığı için kinle dolmaya başlar.
Nizamettin artık dördüncü sınıftayken bir gün okula müfettiş gelir.
Müfettiş:
“kim benim sorduğum soruları bilirse ona bir hediyem var” der.
Nizamettin sorulan on sorudan dokuzunu bilir ve böylece bir sevinçle hediyesini alıp koşarak evin yolunu tutar.
Eve yaklaşınca bir sevinçle evdekilere seslenerek elindeki hediye paketini gösterir.
Şöyle der:
“ Bak Ana bak! Abla bana müfettiş amca neler verdi” diyerek bir sevinçle geliyordu ve elindeki paketi açmaya çalışıyordu.
Anasına ve ablasına göstermek istiyordu.Ablası daha o paketi açmadan olduğu gibi elinden alarak ocakta yanan ateşin içine atar. Nizamettin onu ateşten kurtarmak için eğilince bir tekme ile vurarak onu da ateşe düşürür.
Onun bağırtısını duyan Dudu karı koşarak gelip Nizamettini ablasının elinden kurtarır ve kucağına alır, evine götürür.Yaralarını temizleyerek pansuman eder ve yaralarını sarar.
Bir hafta okula gidemedi için Yirmi Üç Nisan yarışmasına katılamaz. Buna öğretmeni ve Nizamettin çok üzülür.
Onun için öğretmeni yarışmayı erteler ve gelecek olan 19 Mayıs bayramında yarışmada okunması için bütün çocuklardan yayınlanmamış şiir ister.
O zamanlarda evlerde okunan Karacaoğlan, Dadaloğlu, Elboğlu, Rusati, Aşık Garip gibi aşıkların kitapları vardı. Nizamettin bunlardan birkaç tane eser yazar ama korkarak da yazar. Çünkü öğretmen onlardan yayınlanmamış şiir istemişti.
Ve bir gün;
Coğrafya dersine çalışırken konu bölgelerdi, bu bölgeleri görünce aklına bir şiir gelir, o şiiri hemen orada kaleme alır.
Yazdığı o şiirle okullar arası yarışmada birincilik alır ve böylece meşhur olur.
Öğretmeni bunun üzerine daha da gelişmesi için her hafta bir konu içeren şiir ister, oda görevini severek yerine getirir.
Öğretmeni Nizamettin’i başarılı olduğu için yatılı okulların sınavına girdirir ve bütün masraflarını kendi karşılar.
Bu imtihanda sonucu Haruniye Bölge Yatılı Öğretmen okulunu kazanır. Öğretmeni tüm gereken masraflarını karşılayarak okula kaydını yaptırır ve dönüşte okul kıyafetini de alır.
Nizamettin bir sevinç içinde köyüne döner ve bu sevincini her gördüğüne anlatır. Okulların açılmasına on beş gün kalmıştı.
Nizamettin’in babası Kara kız Ali köye dönmüştü.
Sevincinden yerinde duramayan Nizamettin evin işlerini bitirince o okul kıyafeti olan lacivert elbisesi ile beyaz gömleğini giyerek bir sevinçle babasının yanına varır.
Elbisesini elinin tersi ile silerek:
“Babacığım bak bunu öğretmenim aldı”der.
Babası gözlüğün üstünden dik dik bakarak başını bir sağa bir sola çevirerek gene marangoz malzemelerini dara baya dizmeye devam eder.
Nizamettin gene elbisesini silerek:
“Babacığım ben öğretmen okulunu kazandım, öğretmenim kayıt yaptırdı, on beş gün sonra öğretmenim götürecek” demesi
Kara kız Ali elindeki keseri fırlattığı gibi tekme tokat girişir.
Bir yandan tekme ile vuruyor bir yandan da ulan it okuyup da başıma kadımı olacaksın diyordu.
O sırada Muhacir oğlu Mustafa imdadına yetişir. Nizamettini elinden kurtararak.
“Yazıklar olsun be usta senin Ağalığına yakışıyor mu şu yaptığın, şu pırlanta gibi çocuğun ne suçu var, böyle çocuğa can kurban okullar arası birincilik aldı köyün şerefini yükselti koca Feke kazasından bir tek bu kazandı, Feke kazasının şerefi yükseldi, bu çocuk ak benim olacakta ben neler yaparım neler elini ayağını öperim” diyerek
Çocuğu yukarı eve çıkararak yaralarına bez yakıp basar.
Kanını durdurarak yarasına pansuman yapar.
Muhacir Oğlu Mustafa çocuğun üzerindeki kanlı elbisesini çıkararak ablasının önüne atarak:
“ Al şunu yıka! kanı kurumadan,kurudu mu kan çıkmaz leke kalır” der
Çocuğu bir yatağa yatırarak oradan ayrılır.
Nizamettin’in ablası kendinden on beş yaş büyüktür.
Muhacir oğlunun yıkaması için verdiği yepyeni elbiseyi Nizamettin’e bir hakaret nispetinde bir değneğin ucuna takarak yanan ocağa atıp kaldıra kaldıra yakar.
Bu olay Nizamettin’i daha çok üzer ama ne yapsın elinden bir gelir yok kaderine boyun büküp her çileye katlanmaya başlar.
KARDEŞMİSİN KALLEŞMİSİN
Aynı babadan bir soyuk
Kardeş misin kalleş misin
Değiştir emen biz buyuk
Kardeş misin kalleş misin
Anam kimdir bildirmedin
Hep ağlattın güldürmedin
Bana muraz aldırmadın
Kardeş misin kalleş misin
Hep suçunu bana attın
Yanına beş daha kattın
Söyleyince dayak attın
Kardeş misin kalleş misin
Gece gündüz mala gittim
Köle gibi hizmet ettim
Artık eridim de bittim
Kardeş misin kalleş misin
Ayran bana yağa sana
Hepsin yedin kana kana
Artık tak eyledi cana
Kardeş misin kalleş misin
El yanında oldun nazlı
Hem analı hem i kızlı
Plan kurdun gizli gizli
Kardeş misin kalleş misin
Hep beni yaman bildirdin
Dostu düşmanı güldürdün
Nüfus dan adım sildirdin
Kardeş misin kalleş misin
Yalan söyleyip dövdürdün
İp takıp beni boğdurdun
Nihayet evden kovdurdun
Kardeş misin kalleş misin
Otuz yıl yedin doymadın
Kadir kıymetim bilmedin
Gene de hakkım vermedin
Kardeş misin kalleş misin
NİZAMİ yim yanar içim
Gurbet elde kaldı göçüm
Üvey olmak mıdır suçum
Kardeş misin kalleş misin
Artık derdini dile, tele dökmek için kendi eli ile bir saz yapar. Babası onu da başında kırar ve bunu birkaç sefer tekrarlanır.
Su uyur düşman uyumaz dedikleri gibi her seferinde ihbar ederler.
Babası bu abdal işi sen abdal mısın diyerek her seferinde kırar.
Aylar, yıllar sonra amcasının kızı ile evlenir.
Ama yazma, çizme şiir elden dilden düşmez.
Bu olayların üzerine dertleri daha da artar.
Amcasının kızıyla evlenmeden önce T.R.T. ye bir şiir yazar, orman dili başlıklı ve bu şiir T.R.T.Müdürünün hoşuna gider.Bunun üzerine yayınlamak için haftada bir şiir yazıp göndermesini ister.
Nizamettin Dertli Aşık Mahlası ile her hafta bir şiir gönderir.Bu şiirler Köyden Gelen Mektup Ocak Başı programlarında yayınlanmaya başlar ama köyünde bunun böyle bir şey yatığını bilen on kişiye çıkmaz.
Çünkü; köylüler onunla alay ediyorlar hatta okulda bile yedi analı arkası danalı dedikleri için kimseyle tam olarak arkadaşlık bağı kuramaz.Bu nedenle içine kapanık, bütün duygularını içine atan biri olmuştur, hiç kimselere derdini açamıyordur, alay etmelerinden korkuyordu ve tek başına kendi kendine mırıldanır dururdu.
Yıllar sonra askerlik çağı gelmiş ve jandarma olarak askere gider.Askerde bu şiirleri nedeni ile çok sevilir.
Ama evinden ne bir karalı mektup nede bir para gelir.
Devletin verdiği cüzi bir maaşla askerliği bitirir ve teskeresini alarak köyüne döner.
Ama gene eski tantanalar başlar.
Artık Nizamettin bu çilelere dayanamayarak 1965’te köyü terk eder.
Evden ayrılırken bir kat yataktan başka bir şey vermezler.
Haftalarca başkasının sofrasından karnını doyurur.Bu çileleri çeken aşık hepsini dile getirir, Şiire dökerek 1970 yılında Aşık Veysel’e bir şiir yazar.Aşık Veysel de bunu Kayseri Mimar Sinan anma gecesine davet eder. Orada bulunan Ali izzet Kul Mustafa, Necip Fazıl Kısakürek gibi usta aşıklarla tanışır.
Buna orada mahlasını sorarlar bu bir dörtlükle mahlasının Dertli Aşık olduğunu söyler.
Oradaki usta aşıklar yok olmaz dertli senden önce gelmiş yazmış, çizmiş, gitmiş sana başka bir isim bulmamız gerek diyerek ismini sorarlar oda Nizamettin olduğunu söyler.
Ali İzzet:
“ Daha biz ne arıyoruz.Mahlası isminin içinde işte”der.
Böylece Mahlası şimdiye kadar dertli Aşıkken bundan sonra Aşık NİZAMİ olarak değiştirilmiştir diyerek bir kağıda yazarak döşüne asarlar.
Dertli Aşık o yıldan sonra “Aşık NİZAMİ” olarak anılmaya başlar.
1971 yılı Adana Numune Hastanesinde memur olarak işe başlar.
1977 yılında bir bayram günü Kozanda oturan kayın babası olan amcasının yanına varır ve oraya babası da gelmiştir.
Oğlunun geldiğini duyan anası Bozmahmut Ayşe hiç olmazsa uzaktan olsun bir defa göreyim diyerek oraya gelir.
Nizamettin,babası ve amcası birlikte öğle yemeğini yemek için evin balkonuna otururlar. Ayşe hanım evin karşısındaki dükkanın önünde bulunan banklara oturmuş, elleri koynunda boynunu bükerek Aşık Nizamiye dik dik bakar.
Onun bakışları gören Aşık Nizami’nin özüne bir ateş düşer, lokması elinde kalır, o eski çocukluk anıları gözünün önünde bir film şeridi gibi canlanarak akar gider ve derin bir içini çekerek babasına, amcasına bakarak:
“ Bak! Amca,baba size bir soru soracağım doğru söylemezseniz Allah belanızı versin” der.
Bu sözü duyan amcası bağırarak:
“Ne demek oluyor.”
Aşık Nizami sözün aynısını tekrarlar.
Babası kızgın bir vaziyette:
“Söyle nedir soracağın”der.
Aşık NİZAMİ gene derin bir içini çekerek:
“ benim anam kimdir sen yedi sefer evlenmişsin? ”der.
Babası Kara Kız Ali başını yere eğerek bir müddet düşündükten sonra o yaşlı gözleri ile başını kaldırarak eli ile göstererek:
“İşte! anan şooo kadın git sahip ol anana” der.
Aşık NİZAMİ hemen yerinden kalkarak varır anam diyerek o kadının ellerini öper.
Kadın bir şaşkınlık içinde:
“Aa! bana Ana dedi Ana dedi”
diyerek öper öper yeniden öper.
Aşık NİZAMİ 35 yıl sonra öz anasını böylece öğrenmiş olur.
İŞTE O KADINDA BENİM ANAMMIŞ
Çocukken oynardık kadın bakardı
İşte o kadında benim anammış
Elleri koynunda boynun bükerdi
İşte o kadında benim anammış
Yalan vaatlere kanmış evlenmiş
Altı ayda yengesi ile eğlenmiş
Dillere ellere destan eylenmiş
İşte o kadında benim anammış
Kaderine boyun büküp döğünmüş
Evlat acısı ile yanıp göğünmüş
Sokaklarda gezen pehlüle dönmüş
İşte o kadında benim anammış
Okula giderken iner yoluma
Okşayarak bakar sağa soluma
Çantamı silerek takar koluma
İşte o kadında benim anammış
Durmadan akardı çeşminin seli
Perma perişandı inan ki hali
Dediler yaklaşma o kadın delli
İşte o kadında benim anammış
Nerde görsem ondan kaçar dururdum
Yaklaşırsa eğer taşı vururdum
Sanki böylelikle kendim korurdum
İşte o kadında benim anammış
Yetmiş yedi yılı Kozana vardım
Amcama Babama yeminler verdim
Gerçeği öğrendim huzura erdim
İşte o kadında benim anammış
Kimse bu gerçeği demedi bana
Yıllarca ellere demişim ana
NİZAMİ söylüyor dert yana yana
İşte o kadında benim anammış
AŞIK NİZAMİ Nizamettin KAYACAN
Ona bir ev tutarak bütün ihtiyaçlarını giderir.
Aşık Nizami’nin bu mutluluğu ona daha da güç verir.
Böylece işte on dört mart tıp dergisinde ve çeşitli gazetelerde şiirleri yayınlanır,
Çeşitli zamanlarda yapılan yarışmalardan da bir çok ödül almıştır.
Eserleri
Yayımlanmış Şiir Kitapları: Sine Gülü, Sevgi Seli
Baskı Aşamasındaki Şiir Kitapları: Yaşanmış Anılar (Sponsor aranmaktadır)
Hazırlık Aşamasındaki Romanları: 4 adet baskı aşamasına getirlmeye çalışılan romanı mevcuttur.
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!