Bir kopuş için seçtik bu kahrı, bu demir leblebiyi,
Reddettik o avutur diyen putu, o morfinli tekkeyi.
Bileklerimizi kesmek daha evlaydı sahte şifadan,
Bir Yâr'in keskin gölgesine sığındık, terk edip dünyadan.
Çünkü o avluda onur, şarap tortusuna bulanırdı,
Ve her kahkaha sesi, bir çığlık gibi yankılanırdı.
Vicdan, altın kadehlerde sunulan bir zehirdi sadece,
Biz bu intihara "dur" dedik, kaçtık o karanlık gecede.
O gece şehrin nefesi, ensemizde bir bıçaktı,
Her duvarda fermanımız, her gölgede bir tuzaktı.
Romalı'nın meşalesi, dar sokaklarda arardı izimizi,
Bir av gibi saklardı, gecenin karanlığı hepimizi.
Patikalar dikenliydi, yamaçlar sanki birer duvardı,
Yorgun ayaklarımızda, o çürük şehrin kiri vardı.
Ama kalbimiz rahattı, gözlerimiz hep o Yâr'deydi,
Bize sığınak olacak o mağara, sanki göklerdeydi.
Ve sonunda o kapı, o sığınak göründü gözümüze,
Yâr'in vaat ettiği mağara, son verdi kanlı izimize.
Taşları yastık eyledik, o yorgun bedenlerle,
Ve kapadık gözümüzü, O'ndan gelen bir emirle.
Üç yüz yıl bir duaydı uykumuz, bir yemin gibiydi,
Demiri eritecek, pası silecek bir sel gibiydi.
Şahlanan bir sabaha uyanmaktı tek umudumuz,
Hakikatin kılıcıyla gelen bir zaferdi beklediğimiz.
Gözümüzü açtık ne şafak ne seher, kör bir aldanıştı,
Zafer sandığımız o nara, kendi çığlığımızmış.
Meğer o beklediğimiz sabah, bir reklam panosunun ışığı,
Ruhumuzu delip geçen sahte bir zaferin mızrağıymış.
Gördük ki bedenler safta, ama ruhlar çoktan dağılmış,
Secdeler bir alışkanlık, dillerde yavan bir şarkı kalmış.
Dua eden eller gördük, ama göğe hiç uzanmıyordu,
Herkes yere yakındı, kimse yıldızları aramıyordu.
Ne bir gözyaşı gerçekti ne bir ah derinden gelirdi,
Herkes kendi egosunun mühürlü kabrine girerdi.
Unutulmuştu o tek Yâr, o en eski, o ilahi ses,
Artık her karanlık kalp, kendine tapan bir ilahtı herkes.
Feryat
AH YARAB, BU MUYDU O KUTSAL VAAT...
Adın çarşılara düşmüş, üstünde bir fiyat,
O temiz çehreye, naylondan bir peçe takılmış.
Pazarlık konusu olmuş, kire batmış bir hayat,
Ve bu ihanete şahitlik, ne acı bir imtihanmış.
Bizim bildiğimiz bu değildi; bu mermer soğukluk,
Bu parfümlü riyâ, bu imandan doğan yoksunluk.
Uğruna kaçtığımız o kale, meğer içten çürümüş,
O eski puta direnmek, inan bundan kolaymış.
Ah Kıtmir! O vefalı dost, o masum yoldaşımız…
Şimdi anlıyoruz ki bu davanın en haklısı oymuş.
Bir hayvanın o kör sadakati, o sorgusuz imanı,
İnan, daha kutsaldı bu çağın sahte isminden, şanından.
Putlar taştan değil artık, putlar şimdi ceplerde,
Yâr'in adı bir basamak olmuş, en yüksek yerlerde.
Yine kurbanlar kesiliyor, en süslü mabetlerde,
Ama sunulan her adak, insanın kibirli benliğine.
YETER!
Gül diye uzandık, paslı bir jilet battı elimize,
Tükürdük o katran şerbeti sunanların yüzüne.
Kalp kanamaz bu ihanetten, olsa olsa çürürdü,
Garip geldik, evet, şimdi sürgünüz öz yurdumuzda.
Al bizi bu panayırdan, bu kof, bu yalan şölenden!
Adın slogan olmasın artık, vursun bir kurşun gibi yeniden!
Gölgeden ilah olmaz, pranga olur ancak bileğe,
Çek al bizi bu sahte cennetten, bu çürümüş bedenden!
Ya bu son yangınla yak bütün o sahte gölgeleri,
Ya da bırak savrulsun, bu topraklarda küllerimiz.
Madem vuslat da hicran da Senden, son sözümüz bu Sana:
Hükmünü RAHMETİNLE ver, bitsin bu riyâkâr rüya!
Kayıt Tarihi : 14.6.2025 15:23:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!