Aslında ilhların adaletle olma veya adaletsizlik gibi bir durumları yoktu. Adaletsizlik El ile ben mülk sahibiyim demekle vardı. El 'in adaletsizliği, geriye doğru bakınca şimdiki bilinçle geçmişi bir adaletli adaletsiz durum gibi anlama yanılsaması içinde olmamaıza neden oluyordu.
İşte tarihi olan adalet İlahi adalet derken bu yanılsamaya atıftır.
El'in getirdiği düzen daha monarşi döneminde yetmemeğe başlamıştı. Nasıl yetsindi ki... El'in getirdiği sistemde görüldü ki biri yiyor yüzü bakıyordu. Bal tutan parmağını yalıyordu. Ama El sistemi seçilmiş olan şanslı kullara yetiyordu çok şükür... (!)
Bu ikilemli eksiklik (dilemma) karşısında etkileşen kişiler; çok heyecenlandığı yerde de kendisine olan vaadi hatırlıyordu. Bu anımsama nedenle duygusunu bastırıp; daha bir teslimiyetçe tevekkül içinde olup sadakatinin sınanmasına olan uysallığı gösteriyordular!
El'in getirdiği düzen neye göre yetmiyordu? Sahipliği olmayanlara göre yetmiyordu. İlk başlardaki kolektif hafızalı kolektif düzene göre olan kıyaslarla yapılan anlaşılmaya göre yetmiyordu.
Ut napiştim, Nuh tufanı bu ilk elden hafızayı silmeye henüz gücü yetmiyordu. Ama neticede tartışılan El anlayışı, köleci gözle başka tür bir karşı argümanla söylenen El anlayışı meşrulaşması karşısında hafıza siliniyordu.
Hele de bir nesil sonra yetmeyen El anlayışı da kutsal ilkeler olarak korunacaktı. İlah kolektif düzen olan bir alan içinde "herkesin sahipliği olan bir düzen üzerine kurallarını meşruiyetle söylüyordu.
Oysa El daha baştan herkesin değil kimi şanslı kişilerin sahipliğini söylemekle meşruiyetsiz olmuştu. Tabii ki El'in getirdiği düzen, El adaletine göre göre olmakla yetiyordu! El'in kimine mülkten pay verip kimine mülkten pay vermediği keyfi takdirine göre olan bir durumla kurallar çekilmişti. Herkes payını almıştı.
Yeni düzen, mülk sahibi (ekmek sahibi) olanlarla göre bir ilişki düzeni olmayı öngörüyordu. Ya da ters tarafta söylersek El; mülk sahibi olmayanların (ekmek sahibi olmayanların) durumuna göre bir ilişki düzenini öngörüyordu.
Süreç; ekmeğe, iş vermeye, iş nesnesine sahipliğin düzeniydi. Süreç ekmeğe, iş vermeye, iş nesnesine sahipliği olmayanlara doğru basınç yapmanın teveccühüydü. Güçlünün basıncını ve basınca hazır oluşu düzenliyordu.
Ya da süreç sahipliği olmayanlların, sahipliği olanlara doğru akış (ekmeğe doğru akış) etmesi olunca; kölenin efendiye biatında bir sakınca yoktu. Dahası efendi gözdağı yoluyla kölelerini çalıştırmak için efendinin kölesini sorgusuz sualsiz öldürmesinde şaşacak bir şey yoktu.
Efendiye ölümü gösterip, daha ölmeden kölelerini çalışır durumda tutmak için onları can korkusuna düşürmesi meşruydu. Dinler de bu insanın ölümle dansı olan temayı dibine kadar sömürecekelerdi. Kölelere biat kaçınılmaz bir sığınıştı!
Hani kraldan çok kralcı olmak vardı ya bunun aslı "El'den çok El adına El olmaktı". Düzenin yetmediği yerde yeni söylemleriyle efendiler (İbrahim, Hamurabi, Nemrut) bir belirimle karşılaşıyorlardı (bir El tecellisiyle karşılaşıyorlardı).
Ne eksikse El'in tecellisi olarak onu söylüyorlardı. En büyük eksiklik; kölelerin, mülkü olmayanların vaadine yapılacak zamların söylenmemiş olması eksikliğiydi.
Mülkü olmayıp ta başına gelenlere sabredenlere yapılan vaat, gördüğünüz göreceğiniz en büyük ve en gözde bir vaatti. Sabredenlere verilen müjde vaatler kadar bir ikinci vaat henüz icat olmamıştı daha. Bu vaadin her iki tarafıda kesiyordu.
Çünkü sabır gösterenlerin eciri iki taneydi. Sonradan siyasetçilerin vaadi gibi firen tutmayacağı için ecirin onlarca dercesi söylenecekti. Örneğin tapınakta ibadet etmenin 27 ecri vardı. Sonuçta ecir 27 değil 527 ecir de olsa sizi biata yatkınlaştırıyordu.
İlk başlarda sabretmeye verilen ecirle önce sefaletinize alçak gönüllü bir teslimyetle katlanıyordunuz. ikinci olaraktan da sefaletinize şükrediyordunuz. Çünkü sizden kötü olan sefiller vardı. Daha ne olsun katmerli biattı.
Ecir nedenle sefalete katlanmak ve duruma şükretmek çığırında çıkmıştı. Yaranıza kurt düşse; yaranızdaki kurt yere düşse; yerden kurdu alıyordunuz tekrar nasibini yesin diye yaranızın içine koyuyordunuz. Kurdun bile nasibi vardı da siz sabırn tevekkülü içinde kurda nasip oluyordunz?
Eyubun sabrı bu duruma günümüze kadar yetecekti. Fakat vaat kişiye vaat olmaktan çıkmıştı. Bu kes de vaat seçlmiş kavimlere göre olan vaade dönmüştü.
Çünkü evrilen süreç oligarşin süreçti. Artık kişiye vaat yerine Yehova gibi bir El kudretinin vaadi kavimlere, milletlere vaat olan arzı mevuda dönüşmüştü. Kavimlere yapılan vaat İbrahim'e yapılan vaat gibi durmayacaktı.
Bir El vaadi Yehova millet vaadi, "vaat edilmiş topraklar" tamahına kapılan Yahuda soyu ile önce Roma'nın, Asurların ve En son da Hitlerin El'inde perma perişan olan bir canavarlığa dönüşecekti. Ve Yehova "Asur benim Elim" diyecekti. Yani siz beni görmediniz ama elim olan Asurla ben sizi vurdum demeye getiriyordu.
Düzen ilişkileri şiddetlendikçe vaatler de yol da, şeriat ta tecelli de şiddetleniyordu. İbrahimin Hamurabinin monarşin kişi ve aile El'i, İshak ile Yakup ile Musa İle atalarının, kavimlerin El'ine dönüyordu.
Kutsal metinlerin açık anlamlarının altında; kabalcı içrekçiler gibi (gizli öğreticiler gibi) tasavvuf gibi batini, gizlenmiş (mistik) anlamlar aranmaya başlandı. Yetmedi yeni durumlarda yasaklar meşru olur diye yeni koşullara göre yeni hukuk (fıkıh) söylendi.
Fıkıh ta yetmedi. Düşünsel tartışmalar başladı (kelam). Kutsal metnin açık anlamları yanında alt anlamlar arama (batinilik), fıkıh, kelam da yetmedi kutsal metinleri yorumlama (tefsir) başladı. bu da yetmeyinse kutsal metinlerin boşlukları, Musa'nın, İsa'nın sözleriyle (hadi
Bayram KayaKayıt Tarihi : 22.7.2018 17:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!