Kâinattan feyz alan her şeyde vardır bir nizâm
Ger nizâm eksikse aslen derc olur birden kiyâm.
Nazmda aruz bir vezindir, farzolan sırf anane
Çok denenmiş bir makamdır mûsikîden farkı ne.
Veznden âri dengesiz mebnî binâ var değil
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Devamını Oku
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Aruz Ölçüsü (Aruz Vezni)
Aruz, Arapça bir kelimedir ve 'Çadırın ortasına dikilen direk' anlamına gelir. Bir edebiyat terimi olarak 'hecelerin uzunluk ve kısalıkları temeline dayanan nazım ölçüsü' demektir.
1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İran Edebiyatı'na geçen bu ölçü, 11. yüzyıldan itibaren Türk şairlerince de uygulanmaya başlanmıştır.
2. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü, aslında Türkçe'nin kelime yapısına uygun değildir. Bu yüzden Aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe'nin kelimelerini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk dilinin kelime hazinesinin giderek yabancı kelimelerle dolmasına yol açmış, böylece şairlerin güzel kullanışlarından mahrum kalan Türkçe, anlam ve kavram bakımından yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Diğer yandan Türkçe, aldığı bu yabancı kelime ve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur. Aruzla birlikte, halk arasında yaşamaya devam eden milli şiir ölçümüz hece, bu yoksullaşmayı bir ölçüde durdurmuş ve Türkçe kendi geleneği içinde varlığını sürdürmüştür.
3.1908'den sonra şairler arasında başlayan aruz hece tartışması, hecenin zaferi ile sonuçlanmış; ancak Divan Edebiyatı nazım ölçüsü olan aruzun da artık bir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir.
4. Aruz ölçüsü daha çok Divan Edebiyatında kullanılır.
5. Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacib'in yazdığı Kutadgu Bilig'dir.
6. Aruz XI. asırdan beri heceyle beraber kullandığımız ölçüdür. Bu ölçü zamanla Türkçe'ye en iyi şekilde uygulanmış. Mehmet Âkif Ersoy, Yahya Kemâl Beyatlı, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerimizin elinde ustalıkla kullanılmıştır.
Not: Aruz ölçüsünün temeli, hecelerin uzun ve kısa olmaları özelliğine dayanır. Ölçünün doğru bulunması için önce mısradaki hecelerin değerinin tespit edilmesi gerekir. Aruz vezninde heceler iki şekilde değerlendirilir.
Açık / kısa heceler (.) (v) | Kapalı / uzun heceler (-)
1.Açık / kısa heceler:
1. Ünlülerle biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde (.) ve (v) işaretleriyle gösterilir.
3. Açık - kısa hecelerin ses değerleri 'yarım' kabul edilir.
2. Kapalı / uzun heceler: Tam ses değeri taşıyan hecelerdir.
1. Ünsüzlerle ve dilimize Arapça ve Farsça'dan geçmiş uzun ünlüler (â, î, û) 'le biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde (-) işaretiyle gösterilir.
3. Kapalı- uzun hecelerin ses değeri 'tam'dır.
Not 1: Arapça ve gelme Farsça'dan gelme uzun ünlülerle kurulan (âb, ûl.) gibi iki sesli hecelerle; (rûy, rûy, cûy.) gibi üç sesliler yerine göre, aruzda bir buçuk hece değerinde tutulur ve (-.) işaretiyle gösterilir. Yine bu dillerden gelen iki ünsüz bitişik düzende olan (aşk, ahd.) gibi heceler de, yerine göre bir buçuk hece değerinde kabul edilir.
Not 2: dize sonundaki bütün heceler uzun - kapalı (-) hece kabul edilir. Yani dize sonundaki ses ister uzun ister kısa olsun, mutlaka uzundur.
1- Aruz ölçüsünde heceler açık (kısa) , kapalı (uzun) ve medli (uzatılmış) hece olmak üzere üçe ayrılır.
2- Başlıca tef'ileler şunlardır:
Fa' (-)
Fe ul (. -)
Fa' lün (- -)
Fe i lün (.. -)
Fâ i lün (-. -)
Fe û lün (. - -)
Mef û lü (- -.)
Fe i lâ tün (.. - -)
Fâ i lâ tün (-. - -)
Fâ i lâ tü (-. -.)
Me fâ i lün (. -. -)
Me fâ î lün (. - - -)
Me fâ î lü (. - -.)
Müf te i lün (-.. -)
Müs tef i lün (- -. -)
Mü te fâ i lün (.. -. -) .
Burada tef'ilelerle parantez içindeki hecelerinin değerlerinin aynı olduğuna dikkat ediniz.
Bu temel parçaların birleşmesinden 8 ana kalıp ortaya çıkmıştır:
1.fa'ûlün (fe'ûlün) (._ _)
2.fâ'ilün, fâ'ilât (_._)
3.mefâ'ilün (._._)
4.fâ'ilâtün (_._ _)
5.müstef'ilün (_ _._)
6.mef'ûlâtü (_ _ _.)
7.müfâ'aletün (._.._)
8.mütefâ'ilün (.._._)
Her beyitte en az dördü bulunan bu parçalara tef'il, tef'ile ya da cüz adı verilir.
3- Aruz vezninde tef'ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tef'ilelerde durgu yapılmaz.
4- Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Zihaf ise imalenin tersine uzun heceyi kısa yapmayı sağlar. Hece ölçüsünde böyle bir mesele yoktur. Türk edebiyatında imale çok sayıda bulunmakla beraber zihaf kusuru hoş karşılanmadığı için çok az yapılmıştır.
5- Farsça tamlama eki olan '-i' ile 've' anlamındaki 'ü, vü' bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.
6- Medli heceler hafif bir 'i, ı' sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi bahâr[ı], eşkden kelimesi ise eşk[i]den şeklinde söylenmelidir.
7- Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef'ile bazı mısralarda Fâilâtün, son tef'ile ise Fa'lün olabilir. Bu sadece bu kalıba özgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerek yoktur. Farklı tef'ile parantez içinde hemen altında gösterilir.
8- Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olup Türk aruzu Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı olmuştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı'nın hece ölçüsüyle yazıldığını zanneder. Oysa bu marş aruzun 'Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün' kalıbıyla yazılmıştır.
9- Aruzla yazılan bir şiirin hece sayısı bazan eşit olabilir. Mısralardaki açık kapalı dizilişinin aynı olması o şiirin aruzla yazıldığın gösterir.
Cânı cânânı bütün vârımı alsın da Hüdâ (15 hece)
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ (15 hece)
10- Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir. Ulama kapalı heceyi açık yapar. Ulama genellikle yapılır; fakat her zaman yapılmak mecburiyetinde değildir.
11- Servet-i Fünun edebiyatçıları bir şiirde değişik aruz kalıpları kullanmak suretiyle serbest vezne zemin hazırlamışlardır. Cenap Şahabetin'in 'Elhân-ı Şita' adlı şiiri bu şekilde yazılmıştır. Bu şiirdeki bazı mısralar Feilâtün / Mefâilün / Feilün, bazı mısralar ise Mef'ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün kalıbıyla yazılmıştır.
12- Bir şiirin vezni en az iki mısradan hareket ederek bulunabilir. Tek mısraa bakarak vezin bulunmaz.
13- Bir şiirin vezni bulunurken şu işlemler yapılır:
a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederek yazmalıyız.
b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tesbit edilir.
c) Medli hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edilirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarak medli hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.
d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en sonra o ihtimal düşünülür.
e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi ve nokta şeklinde ayrı bir yere geçilir. Mısra sayısına göre tef'ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef'ile en az heceden oluşur. Genelde az heceli Fa', Fe i lün, Fâ i lün gibi tef'ileler sonda bulunur.
f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat etmelidir.
ARUZ KALIPLARIYLA İLGİLİ UYGULAMALAR
1. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Saçma ey gö/z eşk[i]den gön / lümdeki od / lare su
_. _ _ / _. _ _ / _. _ _ / _. _
Kim bu denlü / tutuşan od / lare kılmaz / çâre su
_. _ _ / _. _ _ / _. _ _ / _. _ Fuzûlî
2. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Dinle neyden / kim hikâyet / etmede
_. _ _ / _. _ _ / _. _
Ayrılıklar / dan şikâyet / etmede
_. _ _ / _. _ _ / _. _ Nahifî
3. Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün
(Fâilâtün) (Fa'lün)
Hani ol gül / gülerek gel / diği demler / şimdi
.. _ _ /.. _ _ /.. _ _ / _ _
Ağlarım hâ / tıra geldik / çe gülüştük / lerimiz
_. _ _ /.. _ _ /.. _ _ /.. _ Mâhir
4. Feilâtün / Feilâtün / Feilün
(Fâilâtün) (Fa'lün)
Ne Süleymân / ne Selîm'in / kuluyuz
.. _ _ /.. _ _ /.. _
Hazret-i Rab / b-i rahîmin / kuluyuz
_. _ _ /.. _ _ /.. _ Esrar Dede
5. Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün
Anı hoş tut / garîbindir / efendi iş / te biz gittik
. _ _ _ /. _ _ _ /. _ _ _ /. _ _ _
Gönül derler / ser-i kûyun / da bir dîvâ / nemiz kaldı
. _ _ _ /. _ _ _ /. _ _ _ /. _ _ _ (Hayâlî)
6. Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün
Geçer firkat / zamânı böy / le kalmaz
. _ _ _ /. _ _ _ /. _ _
Sağ olsun sev / diğim Mevlâ / kerimdir
. _ _ _ /. _ _ _ /. _ _ Nâilî
7. Mefâilün / Feilâtün / Mefâilün / Feilün
Cihânda â / şık-ı mehcû / r[ı) sanma râ / hat olur
. _. _ /.. _ _ /. _ _ _ / _. _
Neler çeker / bu gönül söy / lesem şikâ / yet olur
. _. _ /.. _ _ /. _. _ / _. _ Şeyhülislâm Yahya
8. Mef'ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün
Ağlatma / yacaktın yo / la baktırma / yacaktın
_ _. /. _ _. /. _ _. /. _ _
Ol va'de / -i tekrâr[ı] / -be-tekrârı / unutma
_ _. /. _ _. /. _ _. /. _ _ Esrar Dede
9. Mef'ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün
Gül hasre / tinle yolla / ra tutsun ku / lağını
_ _. / _. _. /. _ _. / _. _
Nergis gi / bi kıyâme / te dek çeksi / n intizar
_ _. /. _ _. /. _ _. / _. _ Bâkî
-----
Aruz, Arap Edebiyatı'nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini öğreten ilmin adıdır. Hecelerin uzunluk ve kısalıklarına göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap'lardan İran'lılara, onlardan da bize geçmiştir.
İranlılar İslâmiyet'i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap'ların kullandığı nazım ölçüsü olan aruz'u kullanmaya başladılar. Ancak Arap'ların kullandıkları aruz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Aruz vezni, 5-11 inci yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi'ne, 7-13 üncü yüzyıllarda Anadolu Türkçesi'ne, 8-14 üncü yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi'ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır.
11-17 inci yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın (Anadolu Türkçesi dönemi) bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylediler. Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yöneldiler.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-) , kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir
ALINTIDIR SAYIN MENEVİŞ HANIM :))
kopurup kopurup kalibimi bastim ben de...Ayvalik sabunu degilim ama!..
yani dedim..kaliptan maliptan anlamam...aslinda siirden de anlamam...neyse...
kutlayip kacayim sairi, gene de...
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
En çok etkilendiğim üstadlardan biridir.
Ruhu şadolsun.
Teşekkürler Binboğa :)
evet ahenk düzen olmasa bunca güzellik nasıl olurdu bu insanoğlu herşeyi bir birine katarken. tadı yoktur hiçbirşeyin yoksa ahengi. kutlarım günün şiirini.
Bari aslını asalım Fevzi Bey :)))
HAN DUVARLARI
-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
'On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben'
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına! ...
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı 'İşte Araplıbeli! '
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
'Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben'
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
'Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben'
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna! ..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
'Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu? '
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
'Hana sağ indi, ölü çıktı geçende! '
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları! ..
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Amerikadan Hatıralar (1)
Ben ne bir kahramanım ne de bir kabadayı
Senelerce dolaştım Kuzey Amerikayı
Her gittiğim şehirde Türklerle karşılaştım
Birkaçıyla anlaştım, birkaçıyla dalaştım
Çoğu muhacir gelmiş Orta Anadoludan
Kimisi Kayseriden kimisi de Boludan
Bazısı doktor olmuş bazısı olmuş dişçi
Talebelerden başka ekserisi de işçi
Bir gün geldim Texas’a tanıştım Ahmet ile
İngilizcesi zayıf yabancısıdır dile
Uzun uzun konuştuk sonra arkadaş olduk
Kalbini açtı bana sanki biz kardaş olduk
Saz çalar şarkı söyler bazan da şiir yazar
Yazdığı şiirlerden okudu azar azar
Dosyasını açınca ah çekti derin derin
Şöyle bir kıt’a vardı sayfasında defterin
Hasretim köyüme geldim geleli
Doğum yerim benim Konya Ereğli
Bir güzel kız sevdim burya gelmeden
Adı Ayşe aslı da Darendeli.
Uzuncadır boyu incedir beli
Herkes onu sanır dünya güzeli
Nişanlanacaktık köyden çıkmadan
Adı Ayşe aslı da Darendeli.
Gözleri yaşarınca başka bir şey demedi
Bana öyle geldi ki okumak istemedi
Neden sonra doğruldu uzun oturuşundan
Ben de hafiften aldım konuştuk bundan şundan
Planında yok imiş Amerikaya gelmek
Ne Okyanosu aşmak ne kaderini çelmek
Şansı onu gezdirmiş tayfa iken vapurda
Dolaştırmış kendini Burma’da Singapur’da
Yük dolusu gemisi Miami’ye gelince
Vapurdan atlamayı düşünmüş ince ince
Bakmadan neticeye kara veya zarara
Neden sonra ulaşmış maceralı karara
Texas sahillerine gemisi yaklaştıkça
Yüreği yanıyormuş binalara baktıkça
Vapur demirleyince kendini suya atmış
Yüzüp sahile gelmiş gece kumlarla yatmış
Ertesi gün sabahtan Houston sokaklarında
Dolaşmış aç olarak havayla su var karında
Rastlamış istasyonda muhtaç ekmeğe aşa
Azıcık Türkçe bilen bir İran’lı dindaşa
Doyurmuş onu o gün yatırmış hanesinde
Ertesi gün bir Türkle tanışmış sayesinde
Orada benzin satan o Türk iş vermiş ona
Bir yatak odasına ve karın tokluğuna
Çalışmış onbeş saat etmeden hiç şikayet
Allaha şükür etmiş istememiş inayet
Beş ay önce burdaki fabrikada iş bulmuş
İngilizce öğrenip sefaletten kurtulmuş
Şimdi yeşil kart almak için uğraşıyormuş
Kendisinden beklenen limiti aşıyormuş
Sigarasını yaktı nefes çekti bir iki
Yavaş sakin bir sesle çekinerek dedi ki
‘Şimdi başım derttedir köydeki sevgiliyle
Cevap alamıyorum mektupla e-mail ile
Bundan bir müddet önce bir gün çoğaldı derdim
Çok sevdiğim Ayşeye şu kyt’ayı gönderdim
‘Sevgili Ayşe, ben burda kalacam
Pek yakında sana para salacam
Hükümetten yeşil kartı alınca
Uçak ile seni burya alacam.’
İşte tam düne kadar karanlıklarda kaldım
Ne bir mektup ne haber nede e-mail aldım
Sabahleyin erkenden çrvirdim telefonu
Birkaç saat içinde sık sık aradım onu
Her nedense Ayşecik telefona gelmedi
Onun küçük kardeşi de bir şey söylemedi
Nihayet bir arkadaş cevap verdi telime
İşte şu telgrafta yazmış birkaç kelime
Ahmet. İş işten geçti. Telaş etmen nafile
Ayşe evlendi. diyor köyün muhtarı ile.’
Sazını aldı Ahmet ve şunları söyledi
Kendi kendime ettim şimdi ben bittim dedi.
Kader şekerdi baldı
Beni gurbete saldı
Bu çekilmez gurbetin
Acısı bana kaldı.
Onu böyle söyleten içindeki mihnetti
Sazını bırakmadan şunu ilave etti.
Kalbimi Ayşe çaldı
Ayşemi muhtar aldı
Ayşe gelin olunca
Acısı bana kaldı.
Ahmedin defterine bir defa daha baktım
Kalbi kırık Ahmed’i kederiyle biraktım.
Mehmet Fatin Baki
Sadece ARUZ yazacağım diye içeriği atlamak, asıl söylenmesi gerekenleri rahatça söyleyememek ne derece doğu? ARUZ ile İÇERİK bir aradaysa, duygu yoğunluğu da yeterliyse tadından yenmez.
Şu veya bu şekilde yazılan şiirde, içerik dolu doluysa, duygu yoğunsa; söylem akıcı ve tesirliyse yeterlidir.
Karisik kalipla aruz denemesi. ses halinde, gölün maya tutmus hali.
göz sekline bakinca, hem harita, hem de pusula gerekiyor siirin satirlarinda dolasmak icin.
yazim hatalari bazen türkce klavye olmamasina baglanabilinir. böyle bir sorun ben de yasiyorum.
siiri aruz kalibina uydurmak icin kisa hecenin uzun okunmasi, ya da, uzun bir hecenin kisa okunmasi durumu olabilir.
bunlar kusur olarak bilinir fakat aruzda bu kusurlar kabul görmüs kusurlar(mis).
zaten bizim türkcenin arap dili kalibina uydurulmasi da bu kadar olur.
bu bakimdan cogunluk icin gösterilebilinecek iyi bir örnek. :)
aruz seklinde, birakin denemeyi, bu kadarini dahi becerebilecegimi sanmiyorum. zaman zaman beni sesi ve tinisiyla büyüleyen siir sekli olsa bile... sadece zaman zaman ama.
saygilar,
'Bir şiirden nağne gelmiş şarkıda âhenk gibi
Bir makâmdan bir makâma fâilâtün denk gibi.'
NAĞME veya NAGME olmayan bu NAĞNE nedir?
KIYAM tamam da KİYÂM nedir?
ARUZ oldu, ÂRUZ ne?
FARZOLAN olmaz, FARZ OLAN olur.
ALTIYÜZ değil, ALTI YÜZ...
ÂRUZ, ÂHENK, ZÂVİYE değil; ARUZ, AHENK, ZAVİYE...
Şair, neden bu kadar zorlamış ki kendisini? Türkçe karşılığı olan sözcüklerin yerine yabancı sözcükler getirerek ne yapmaya çalışmış? Neden lafı bu kadar dolandırmış, demek istediğini tek beyitte anlatabilmesi mümkünken?
Aruzu önerirken aruzdan soğutacak bir şiir yazmış.
Mutluluklar...
Onur BİLGE
Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Saçma ey gö/z eşk[i]den gön / lümdeki od / lare su
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _
Kim bu denlü / tutuşan od / lare kılmaz / çâre su
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Fuzûlî
Bu şiir ile ilgili 39 tane yorum bulunmakta