A. Ali Ural - Artık Bu Oyunun Tadı Kaçtı ...

A. Ali Ural
39

ŞİİR


60

TAKİPÇİ

Her oyunun bir eşref saati vardır akrep ve yelkovanın kaskatı kesildiği, aklın gizli düğmesine dokunup, film bitmeden salonun ışıklarını yakan.

Teşrifatçıların kaçışan kirpilere göz kovuklarınızı gösterdiği, rüyaya devam etmeyesiniz diye gözbebeklerinizi incittiği, perdenin hayallerinizin hamaklığından vazgeçip beyaz bir gulyabaniye dönüştüğü an… Oyunda olduğunuzu fark ettiğiniz ürpertici bir kesittir bu. Filmin içinde sıcak şekerler gibi eriyip akarken yanan ışıklarla beraber sinemada olduğunuzu fark edip koltuğunuzda buz kestiğiniz o an, bir cümle ruhunuzda yanıp sönerek işaret vermeye başlar: “ Artık bu oyunun tadı kaçtı! ” Bu öyle bir sinyaldir ki hakikatin sınırlarına girene kadar peşinizi bırakmaz. Bahçede oynayan çocuklar nasıl güneşin gitmesiyle beraber evlerinin cılız ışıklarına kelebekler gibi üşüşür ve yorgunluklarını tam o anda hissederlerse, siz de hakikatin evi dışında bir hayat alanınızın bulunmadığını anlar ve derin bir yorgunluğun sürüklediği derin bir sükûnetin eşiğinde bulursunuz kendinizi.

Dede Efendi, yüzlerce besteyle ruhlara bal şerbeti döktükten sonra bir gün öğrencisi Dellalzâde İsmail Efendi’ ye “ Artık bu oyunun tadı kaçtı! ” dediğinde devir Sultan Abdülmecid devriydi. Yenikapı Mevlevîhânesi’ nde 1001 günlük çilesini doldururken bestelediği “ Zülfündendir benim baht-ı siyahım” şarkısıyla dostluğuna mazhar olduğu III. Selim tahttan indirilip şehit edilmiş, IV. Mustafa’ nın tahta geçmesinin akabinde Kabakçı Mustafa ve Alemdar Mustafa Paşa vakaları yaşanmış, II. Mahmud’ un tahta geçişiyle durulmayan siyasi olaylar Dede Efendi’ nin ruh ikliminde soğuk rüzgarlar estirmişti. Fakat bütün bunlardan öte bir durum vardı ki, “ Yine bir Gülnihal aldı bu gönlümü” diye nazire yapsa da gönlünü razı edemiyordu bu yeni duruma. III. Selim zamanında sarayın pencerelerini tıkırdatan yabancı notalar, II. Mahmud zamanında tavanlarda çınlamaya başlamış, Sultan Abdülmecid döneminde ise yerli notalara nefes aldırmaz olmuş, yani oyunun tadı kaçmıştı.

Hammamîzade İsmail Dede Efendi “ yandım” dedikçe yeni yangınlar yağdı üstüne. Önce şeyhi ve hocası Ali Nutkî Dede’ yi verdi toprağa, sonra üç yaşındaki oğlu Salih’ i. Can havliyle tutundu notalara yine, ateşi ateşle söndürmeye çalıştı. “ Bir gonce femin yâresi vardır ciğerimde/ Ateş dökülürse yeridir âh serimde/ Her lahza hayali duruyor dîdelerimde/ Takdire nedir çare bu varmış kaderimde” diyen Dede Efendi’ nin kaderinde bundan daha fazlası vardı. Üç sene sonra eşi Rukiye Hanım gitti Salih’ inin yanına. İki sene sonra da altı yaşındaki oğlu Mustafa annesinin. Ne yapsın dede “ Yine zevrak-ı derûnüm kırılıp kenâre düştü” demekten başka. Kırkikindi yağmurları gibi yağdırmasın mı Mevlevî âyinlerini art arda. Şakir Ağa’ nın “ Ferahnâk oyunu” nu bozmasın mı! “ Şakir sen onunla güreşemezsin! ” dedirtmesin mi Sultan’ a. Müezzinbaşı Zeynelâbidin Efendi’ nin “ Ferahfeza tuzağı” nı birkaç dakikada yaptığı besteyle yerle yeksan etmesin mi!

Tamamını Oku