Artık Acı Çekmiyorum

Ramazan Sarıtemur
135

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Artık Acı Çekmiyorum

ARTIK ACI ÇEKMİYORUM

Biz seninle hep bayağılıktan kaçtık...
Sıradan, basit, gündelik olandan.
Küçük mutlulukları,
Hayatın içindeki o kanaatkar doyumları değil,
Hep trajediyi aradık. Mükemmeli...
Biz seninle hep kusursuzluğu aradık.
Bizi birbirimize yakınlaştıran ne varsa hep kutsaldı,
Özeldi, ayrıcalıklıydı...
İlişkimizden aslında ikimize de ait olmayan,
Kutsal ve kusursuz bir hayat yarattık.
Hayatımızda eksik kalmış ne varsa,
O yarım kalmış tutkularımızı, o yaralı arzularımızı,
Çocukluğumuza ait ve içtenlikle koruyamadığımız
Bütün duygularımızı bu hayata ödünç verdik.
Artık yaşayan gerçek kişiliklerimiz değil,
Sanki bu kutsal, bu kusursuz varlıktı.
Bu varlık lekelenmesin, bu düş bozulmasın diye
Öyle çok şey gizlerdim ki senden....
İçim ürperirdi böyle anlarda,
Kendimden çok uzak bir yere çekilirdim, bilinmezliğe...
Aramızda öyle çok tanımlanmamış anlar,
Öyle kopuk, öyle başıboş duygular,
Bana o denli ait olduğu halde nasıl anlatacağımı bilemediğim
Öylesine derin savruluşlarım vardı ki...
Yarattığımız ve aşk adını verdiğimiz bu kutsallığa,
Sadık kalabilmek için, kendime karşı sadakatsiz davranıyordum.
Seninle yan yana uzanırdık,
Dünyanın dışındaki yaz bahçelerinde,
O gerçekdışı mevsimlerin kıyılarında...
Üzüntülerimiz, içimizdeki yaralar, yan yana dururdu öyle.
Bizden çok bu yaralar özlerdi birbirini, o kimsesiz üzüntülerimiz...
İçimdeki yaram senin yaranı özledikçe
Ruhumun gurbetlerinde daha çok hissederdim kendimi...
Asıl çektiğim acı buydu aslında,
Yanındayken bile kendimi,
Senden çok uzaklarda hissederdim.
Fark ederdin sürüklenen suskunluklarımı.
Böyle anlarda zamanı durdurmak isterdin.
Zamanı dondurdukça,
İçimizdeki boşlukların kapanacağını,
O gizli ürpertilerin dineceğini,
O kopuk, o başıboş duyguların
Tanımlanmamış anların tanımlanacağını,
Savrulmaların biteceğini düşünürdün.
Zamanı dondurunca hep iyi
Ve mükemmel insanlar olarak kalacağımızı sanırdın.
Hayata bu donmuş zamandan,
Bu mağrur ve korunaklı kristalin ardından bakınca,
Hiç kirlenmeden, ebedi bir saflık halinde,
Yaşayacağımızı hayal ederdin.
Oysa ne zamandan kopabiliyor,
Ne de hayattan gizlenebiliyorduk.
Biz zamandan kopmak istedikçe,
Zaman bizi daha çok acıtıyor...
Hayattan gizlendikçe o kendisini daha çok hatırlatıyordu.
Hayattan ve kendimizden korktukça,
Kendimizi aşkın kutsal acısına kapatıyorduk.
Hayat acı verdikçe biz o kutsal,
O ayrıcalıklı kıldığımız acımıza daha bir sarılıyorduk.
Bu kutsal ıstırap bizi hayattan korurken,
Başkalarından daha üstün kılıyordu.
Oysa kutsallık hiç saf değilmiş sevgilim,
Gücünü zayıfların kanından alırmış.
Mükemmellik;
Kaybedeni çok, anlamsız ve haksız bir yarıştır.
Saflığın içinde birçok günah gizlidir.
Ben bu kutsal aşkın kan kaybeden zayıfıydım işte.
Bu kötü yarışta hep kaybedendim.
Saflıktı benden istediğin,
Ama saklayamazdım kendimden,
İçimde birçok günah gizliydi.
Ben kaybettikçe,
Yarattığımız o kutsal varlık sana ait oldu.
Ben günahı kabullendikçe,
Kusursuz ve mükemmel olan sen oldun.
Oysa kendisini diğer insanlardan biraz olsun,
Farklı ve özel sayan her insana zor gelir hayatın o basit,
O sıradan dertleri, doğal acıları, lekelenmiş tutkuları...
Böyle insanlar ya kutsal olmaya soyunurlar,
Ya da kutsal birine adarlar kendilerini.
Hayatın içinde çırılçıplak var olmak,
Gururunu incitir böyle insanların.
Gerçek bayağı gelir, mükemmelin kölesi olmak,
Hayatın sıradanlığını yaşamaktan daha göz alıcıdır.
Kendi sıradanlığından tiksinince,
Hayallerinde yarattıkları gerçekdışı bir trajediye sığınırlar.
Başta bende böyleydim. O dokunulmaz güzelliğini,
O kutsallığını gördükçe yaşadığım gerçek,
Giderek daha çok bayağı geliyordu bana.
Sıradan biri olmaktansa,
Mükemmelin kölesi olmak istiyordun.
Bildiğim ve bilmediğim bütün zaaflarını gizleyip,
Bu trajedinin ölümsüz kahramanı olmak istiyordun.
Oysa ben, seni yitirmekten korkuyordum.
Çünkü sen özlediğim her şeydin...
Mükemmeldin, kusursuzdun, sıradanlığı aşmıştın.
En önemlisi, kutsaldın...
Sana ulaşmak, seni etkilemek için,
Sahip olduğum her şeyi inkar etmem gerekti bu yüzden.
Hiç olmadığım kadar iyi, hiç olmadığım kadar ince,
Hiç olmadığım kadar derin gözükmem gerekiyordu.
O kutsal güzelliğin, benden her şeyimi istiyordu...
Oysa ben; O her şeyim, neydi bilmiyordum ki...
Tıpkı hayat gibiydim, istediğin şeyleri verebilmem için
Hissetmediğimi, hissediyor gibi söylemem gerekiyordu.
O kutsal aşk için sana yalan da söyledim.
Seni yitirmemek için en zor, en gizli, en iflah olmaz
Yaralarımı gizleyerek anlattım sana kendimi.
Seni kazanırsam, yaralarımdan kurtulurum sanıyordum.
Oysa sen o dokunulmaz güzelliğine,
O ulaşılmaz kutsallığına sığındıkça, gizlendikçe,
Ben sana ulaşmaya çalıştıkça kendi hayatımdan,
Kendi gerçekliğimden daha geriye,
Daha aşağıya düşüyordum.
İkimiz de kendi gurbetimizde yaşıyorduk oysa.
Ne yapsak, ne etsek kendimizi özlüyorduk.
Yaşadığımız acı hayatlarımız gibi gerçekdışıydı,
Ama acıydı sonuçta...
Sen hayatın bayağılığından kaçıyordun,
Bense kendimden, ama buluştuğumuz yer aynı acıydı.
Bizi hayattan kopartan, bizi bencil kılan bir acıydı bu.
Ve hayatla sınanmayan bu içe dönük acı,
Bizi hep yüzeyde tutuyordu...
Çünkü en derinde yatan gerçeğimize insek,
Ne olacağımızı bilmiyorduk.
Oysa belki çıldıracak,
Belki gerçekten değişecektik,
Belki de tabiatımız değişecekti.
Oysa biz kendimizi kutsala adadıkça,
Mükemmelin, kusursuzluğun peşinden koştukça,

Hayat bize dokunmadan,
İçimize hiç sızmadan geçip gidiyordu uzaklara.
Aslında biz de birbirimize dokunmadan geçip gidiyorduk.
Sana taptığımı söylüyordum,
Ama seni gerçekten tanımıyordum.
Sen beni hayatın bayağılığından, sıradanlığından,
Yanına çağırıyordun, ama aslında beni pek tanımıyordun.
Bu yüzden inanmıyordum yaşadığımız hiçbir şeye.
Bizi başkalarından üstün kıldığını sandığımız,
Bu üstünlük acısının hayatta bir karşılığı yoktu...
Seni unutmam mümkün değil,
Ama ben geldiğim yere geri dönüyorum.
Bu kusursuzluk, bu mükemmellik senin olsun.
Bir gün kendimi inkar etmeye karar verirsem,
Bunu sadece kendim için yapmalıyım.
Mükemmellik senin olsun.
Senin için her şeyimi vermemi istiyorsun,
Oysa ne seni, ne de kendimi tanıyorum...
Kutsallık senin olsun,
Bu aşk beni tutuk, ezik, korkak biri yaptı.
Seni etkileyebilmek için yaptığım bütün fedakarlıkların,
Hayatımın en büyük bencillikleri olduğunu anladığım an,
Kendimden kaçıp kurtulmak istedim.
O an anladım ki, fırından aldığım ekmeğin sıcaklığı,
Bu aşktan daha kutsaldı.
Yüzümü ısıtan mütevazı güneş,
Evlerine ekmek götürdüğüm çocuklarımın sevinci,
Çay bardaklarındaki kaşık sesi daha kutsaldı.
O küçük mutluluklar;
O eksik, o kanaatkar doyumlar daha kutsaldı...
Evet, hayat karanlık, bayağı ve acımasız,
Bir o kadar da kirli, sıradan ve incitici...

Senin kutsal ve mükemmel saydığın
Hiçbir şeye ulaşamadım.
Sana ulaşamadığım için,
Duyduğum kaygı ve pişmanlıklar...
Çektiğim acıysa yıllardır sakladığım yaraları,
Biraz daha gizlemeye yarıyordu.
Oysa hayat çok basit sevgilim...
Bunu bir anlayabilsek her şey çok farklı olacak.
Ve hayatın o sadeliği içinde saklı derinliği,
Ahh! .. bir yaşaya bilseydik seninle....
Artık kutsal olan hiçbir şeye inanmadığım için,
Daha berrak ve daha açık görüyorum,
Çarşıdan eli boş dönenleri...
Şehirleri hızla saran açlar ordusunu...
Dünyayla aramdaki o sahte acıları,
Ortadan kaldırdığım için tanık oluyorum her şeye.
Bir kafeteryada garsonluk yapan,
Maraş’lı Mehmet bugün, dün ve
Önceki günlerde olduğu gibi,
Tam on beş saat ayakta servis yapacak müşterilere...
Ve onca yorgunluktan sonra evine döndüğünde,
Sabaha dek ezilen insanların öyküsünü yazacak.
Eskiden olsa çok romantik gelirdi bu gencin hali...
Ama değil, çok sert, çok acımasız bir hayatı var;
Fakat yine de gözlerinden,
O sımsıcak gülümsemesi hiç eksik olmuyor.
Üniversiteden sonra göremediğim,
Bir arkadaşımın matbaasına uğradım geçenlerde.
Dindar bir belediye başkanının afişiyle,
Aynı makinede bastığı porno dergileri...
Bunu yaparken de bütün içtenliğiyle,
Bu düzeni değiştirmeliyiz arkadaş, diyordu...
Cezaevindeki çocukları için direniş yaptıklarından,
Karakola götürülüp gözaltına alınan yaşlı anneleri,
Baş örtülü oldukları için, okula alınmayan,
Meydanlarda coplanarak tutuklanan insanları,
Polis gecenin bir yarısı sokağa bırakıyor...
Ceplerinde neredeyse hiç para olmadığından,
Şehrin çok uzağında olan evlerine gitmek için,
Yürümekten başka çareleri yok bu çilekeş insanların.
Çektiklerini, mutlaka içimizde hissetmezsek,
Yaşadığımız hayatın hiçbir anlamı olmaz.
Biz fark etmesek de, bu hayatta acı tek...
Aşk ve iyilik tek bir yerden akıyor kalplerimize...
Evet, hayat hiç romantik değil,
Ama yargılamadan önce onu anlamalıyız sonuna dek...
Belki de tam bu sırada,
Lekesiz bir aşkı özleyen ve yalnızlığın o korkunç,
Kaderiyle boğuşan Hacer öğretmeni,
Çalıştığı kasabada, çocuklarını okuttuğu adamlar
Telefonla arayıp, yanına gelelim mi,
Boş musun, diye taciz ediyorlar...
Asıl trajedi, hayatın ta kendisi sevgilim...
Hayat karanlık, acımasız, bayağı ve kirli;
Bizim erdem sayıp abarttığımız duygusallıklardan,
Başkalarından üstün olmak için sığındığımız,
Kutsallıklardan daha gerçek, daha sahici.
Yıllardır ruhumun gurbetinde yaşamaktan tükendim.
Kendi yaramı görüp, onu saramadığım için,
Ondan akan kanla yıllardır zehirleniyorum.
Yıllardır senin yanında, ama senden çok uzakta...
Senden uzakta kalmaktan, sevgim can çekişiyor.
Acıyor yaralı yüreğim, kıvranarak son nefesinde...
Birlikte yarattığımız, bu hayattan kopuk hayatı bırakıp,
Kendimi bulduğum sana, yani Allah’a doğru yürüyorum.
Hayatı ve seni buradan seyrediyorum,
Nerede olduğunu bilmesem de....
İyilik ve sevgiyle gülümsüyorum...
Seni sevip hissetmem için seni sahiplenmem gerekmiyor.
Oradasın ve varsın işte....
Nereye gitsem içimde hissediyorum seni...
Hayatın bütün renkleri yüzünde...
İlk kez acı çekmeden, seni özlüyorum işte...

Ramazan Sarıtemur
Kayıt Tarihi : 10.9.2005 20:23:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ramazan Sarıtemur