Gecekondularda oluşmuş sıcaklık tümüyle insanların benliğine işliyordu. Muğrup vaktinde taş kömürünün çıkardığı karbon monoksitle göz gözü görmeyen sokaklarda bir tebessümle her taraf aydınlanıyordu. Kıraathanenin yuvarlak masaları etrafında toplanıp sigara dumanından birbirini unutan amcaların yanında meşe ağacının yanarken çıkardığı sese, soba üstünde tüten demli kaçak çaylarının da karışmasıyla koyu olan sohbetlerine daha da bir sıcaklık geliyordu. Komşunun şefkat dolu sepeti balkondan salınırken, bakkal çırağının gamzeleri belirginleşiyordu elinde domateslerle. Mahalle de oturmuş, dedikodu yapan teyzelerin sohbetine meze olmuş çekirdekleriyle, yanlarından bağırarak geçen işportacıların kalabalıklaştırdığı eğimli sokaklarda sürekli top oynayan çocukların gülüşleri de vardı. Sitelerde büyümüş birbirini tanımayan çocuklar yerine, çocukların sokaktaki koşuşturmaları ve bitmek bilmeyen oyunları vardı. Oynarken kanayan dizleri, kırılan başları, açılan kaşları ve her an yeni doğuyormuş gibi hiç bitmeyecek samimiyetleri vardı. İnsanları yutmaya başlayan tablet ve telefonlar; çocukları, oyunları hatta kültürleri de yavaş yavaş yutuyordu. Küreselleşen dünya ile sitelerden oluşan sokaklarda sessiz parkların yer edinmeye başladığı ruhsuzluklar ortaya çıkıyordu. İç içe yaşayan ama birbirini tanımayan insanların evleri ile iş yerleri arasında dokuduğu mekikten ibaretti her şey. İnsanlara olan sevgi de, saygı da bir kadının giydiği topuklu ayakkabıyı geçmiyordu oysa. Çünkü insanların çok olduğu dünyada insanlığın yok olduğu açıkça fark ediliyordu.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta