Arda İnal Şiirleri - Şair Arda İnal

0

TAKİPÇİ

Arda İnal

Vakitlerden, bir gece yarısı,
Sen, yokluğun, sükûnetinle
Bir hançerin ucu gibi
Saplandın yüreğime.

Vakitlerden, şafağa beş var,

Devamını Oku
Arda İnal

BİR EYLÜL HİKAYESİ

Ankara’da bir eylül sabahı... Sapsarı bir kıyafeti üzerinde deneyen ağaçlarla bezeli bir park... Kışı insanın kulağına usulca fısıldayan ayazla hareketlenen küçük göletciğe bakan bir bankta oturmaktadır Boran. Elinde plastik bir bardağa doldurulmu demli çay ve koyu renkli, gevrek bir simit vardır. Küçük göletin etrafında yükselen ağaçları ve mavi gökyüzünün taktığı beyaz takıları andıran bulutları seyretmektedir. Düşüncelerinin denizinde yüzmektedir, zaman zaman boğulma tehlikesi geçirerek. Hep olduğu gibi eylül ayı ona ölümü hatırlatmakta ve anlamlı bir hüzün vermektedir. Rüzgara daha fazla direnemeyip tutunduğu dalından düşen yaprakların yüklendiği o anlamlı hüznü... Ailesi, okulu, işi ile ilgili pek çok sorun hayatı sorgulamaya itmiştir Boran’ı. O sırada arkasından sıcacık bir ses yükselir, ona doğru: “Boran! ” Sesin sahibi lisede edindiği ve güzel paylaşımlar yaşadığı arkadaşı Eylül’dür. Boran’ın bu yaşanmışlıklar içerisinde hoşlanıp açılamadığı güzel sesli kız...

Boran sesin sahibini hemen tanıdı, bu Eylül’ün sesiydi. Arkasını döndü ve ayağa kalktı. Sarıldılar, uzun zamandır görmüyorlardı birbirilerini. Eylül bu sene kazanmıştı Ankara’da bir üniversiteyi. Boran ise üç yıldır buradaydı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde üçüncü sınıf öğrencisiydi. Kısa bir süre sohbet ettiler, Eylül ısrarla Boran’ın telefon numarasını istedi ve ona ulaşacağını söyleyerek parka beraber geldiği arkadaşlarının yanına döndü. “Pazar sabahı kahvaltısı” için topluca gelmişlerdi.

Devamını Oku
Arda İnal

Bir ‘modern meyhane’ydi Serdar’ın o gece gittiği yer. Olacakları görebilseydi, asla oraya ayak basmazdı. Serdar, otuzlu yaşlarda, yakışıklı, bekar, çapkın bir müzisyendi, zenginlerin çocuklarına gitar ve keman dersi verirdi. Ama kimi zamanlar, başı geç biten dersler yüzünden belaya girerdi, anlarsınız ya! Siyah saçları, biçimli kesilmiş sakalları, derin bakan gözleriyle, en önemlisi güzel konuşma kabiliyetiyle, öğrencilerini hep etkilerdi selvi boylu hoca. Yine geç biten bir “özel” dersin ardından, iki tek atmak için yöneldi tavernaya. “Vecîze Tavernası” gibi tuhaf bir ismi vardı. Daha önce sadece bir kere gitmiş, ortamın ve müziğin güzelliğiyle mest olmuştu. Ahşap döşemeler ve raflarla süslenen beyaz duvarlara, tablolar da serpiştirilmişti. Masalar hafif kararmış, ahşaptandı. İçerisi buram buram romantizm kokuyordu onun gibiler için. Ancak o son gidişinde, tavernada sadece bir müşteri vardı ondan başka. Karşısındaki masada, yalnız başına oturan genç bir kadındı. Ağlamaklı, buğulu gözlerle Serdar’a baktı bir an, sonra başını yine yavaşça önüne eğdi. Kumral güzeli bir afetti, fönlü saçları ve kusursuz makyajıyla, düzgün vücuduyla ben buradayım diyordu adeta. Serdar, kızı gözüne kestirmiş olacak ki, oturdu kadının yakınındaki bir masaya. Kadın ne içiyor diye baktı, kırmızı şaraptı, o da çilekli kırmızı şarap söyledi. Sonra, kendi kendine düşünmeye başladı. Bir yandan da arada bir kadını gözlüyor, kalkmaması için tanrıya yakarıyordu. Öyle güzeldi ki! Sanki mekandan yükselen müzikle bütünleşmiş bir tabloydu.

Aradan azıcık zaman geçtiğinde, kadın usul usul ağlamaya başladı. Aslında pek çaktırmıyordu, ancak Serdar’ın dikkatinden kaçmamıştı. Müzisyen, avını seyrediyordu uzaktan. Kadın, biraz ağladı, sonra çantasını alıp lavaboya gitti. Serdar, fırsatı değerlendirmek için fırladı.

Biraz sonra, kadın döndü masasına, ancak masa eski halinden farklıydı, masasında tavernanın en iyi şarabı duruyordu. Yanındaysa, peçetenin arasına konmuş kırmızı bir karanfil... Kadın sanki içerde başkaları varmış gibi bir süre bakındı, sonra karşısına odaklanıp, şaşkınlık içinde Serdar’a baktı. Serdar, gülümsedi ve kadına peçeteyi işaret ederek açmasını istedi. Peçeteyle karanfilin arasında küçük bir not vardı.

Devamını Oku
Arda İnal

Not: Bu öykü yaşanmış bir olaydan yola çıkılarak yazılmıştır.

Son dersin de bittiğini haber veren o güzelim zil çaldığında Melda'yı bir heyecandır sardı. Çünkü birazdan sevgilisiyle buluşacaktı. Memed onu okulun biraz uzağında bir köşeden alacak ve biraz gezdirip evine bırakacaktı. O yüzden o gün yine okul servisine binmeyecekti Melda. yürümekten şikayet etmeye de çok uzaktı zaten o an. Ağır ağır topladı çantasında eşyalarını, acele etmedi. İvedi koşup gelmiş gibi düşündürmek istemiyordu sevgilisine. Onca ay geçmişti beraber, ama hala gururunu koruma iç güdüsünü yitirmemişti bizim kız, bunun sevdiğiyle de bir alakası yoktu. Oğlancağız, hiç böyle şeyleri malzeme edecek biri değildi. Aşkından gözü zati böyle şeyleri görmezdi ki...

Sarıldılar. İkisi de öyle özlüyorlardı ki birbirlerini, her buluşmalarında sık görüşememenin acısını çıkartırcasına uzun uzun sarılırlardı böyle. Birbirlerini sımsıkı sarmalar ve ökseye tutulmuş ardıçkuşu gibi titreşirlerdi. Melda, yenice okuldan çıkan öğretmenlerinin kah meraklı kah garipseyerek bakan gözlerini umursamazdı. Çünkü Memed'inin aşkıyla ayrılır gibiydi aklı bu dünyadan...

Devamını Oku
Arda İnal

Herkesin yorulduğu bir an gelir elbet. Durup nefes almak için mola vermek zorunda kaldığı... İşte o anların birinde yaşıyordu Kaptan. Hayat onu o kadar yormuş, yıpratmıştı ki karşısına çıkardıklarıyla... Karşısına hep girdaplar, hırçın rüzgarlar çıkmıştı dinlenebileceği güzel limanlar yerine. O, her girdapta, aradığı son liman için daha fazla bilenmişti, her fırtınada daha büyük sıkıntılar çekmiş, her büyük sıkıntıda ise umudunun bir kısmını yitirirken, daha büyük bir kısmını edinmişti kendine. Mücadelesini veriyordu doğru rotayı bulmanın, ama her yelken açış, onu dalgalarla acıya sürüklüyordu. Kendi deniziydi gemisini yüzdürdüğü, kendi hayatının deniziydi.

Gemisinde neler yoktu ki, varacağı limana bırakacağı güzel ve otantik hediyeler, orada kendisini bekleyenlerle paylaşacağı güzel günler, en önemlisi de Kaptan'ın ruhundan muhtelif parçalar... O, herşeyini, en önemlisi de umudunu ve yüreğini yük edip, onuru ve inandığı diğer erdemlerini de zırh misali gemisine kuşanarak çıkardı yola. Sezgilerinin dürbünü ile yaptığı gözlemler ona ufukta yalan yanlış limanlar göstermişti o güne değin. Hiçbirini son durak bellemedi kendisine kaptan, çünkü biliyordu, daha gidilecek yol, girilecek girdap, içinden geçilecek fırtınalar vardı.. Biliyordu ki, o, deniz tanrıçasının, Alustriel'in üvey oğluydu. Ya da, öyle sanıyordu, o güne değin.

O gün... Dalgaların ona Lilith'i getirdiği, rüzgarınsa onu Lilith'e götürdüğü o gün değişti herşey. Her kazada umut yükünün birazını tüketip orada bırakan Kaptan, sonunda gözleri bilinmezliğin ve umudun, inancın ışığıyla kamaşarak durdurdu gemisini. Demir attı sığ sulara... Gitmeli miydi?

Devamını Oku
Arda İnal

Kaptan ve lilith -2


Kaptan kararını vermişti ve bir filikaya atlayarak yola koyuldu. Bütün gece uyuyamadı, kürek çekti durdu Kaptan, gideceği yerde onu nasıl bir karşılamanın bekliyor oldugun dahi bilmeden...

Şafak sökün etti önce, ardından da güneş çehresini gösterdi. Kaptan kendini nehre kapılmış bir çöp tanesi gibi hissediyordu. Ama artık elleri nasır tutmuştu, tutmaktaydı tıpkı nasır tutmakta olan yüreği gibi. Umutla kürek çekmekten...

Devamını Oku
Arda İnal

Kaptan, umudunu yitirmeden aradı düşüncelerini esir alan kadını. Sonunda, izini bulmuştu. Uzaktan görür gibi oldu,sonra o yanından geçip gidince de hisleri sayesinde emin olmuştu,oydu Lilith. Kaptanımız bozuntuya vermese de, heyecandan içi mum misali eriyordu. Usulca peşine takıldı hayalinin. Kadın da onu farketmişti.

İkisi de birbirinden haberdar, yürüdüler kısa bir süre, hayat yolunda. Sonunda Lilith, evine, ikamet eylediği yere gelmişti. Kaptan, Kaptan, bu sessiz takibatın son bulduğunu hissetti bir an. Kızın arkasını dönüp bir şeyler söylemesini bekledi, umut kafesinin kapısını açarak... Akıbetini Lilith'e bıraktı, sonucunu hissedebilmesine rağmen. Kız arkasını döndü ve...

Bihaber olmalıydı Lilith, kendisine verilen emekten, değerden, önemden. Kaptanın hayatını, gemisini, herşeyini bir süreliğine de olsa ardında bırakıp gelişinden; bir büyünün, bir heyecanın izini sürüşünden bihaber olmalıydı, evet. Aksi takdirde ağzından o kelimeleri dökemezdi. Kaptan, kaçanın kovalandığı, insanların öz kimliklerini gizleyerek birbirilerine oyunlar oynadığı ve bunların sonucunda, sahteliklerle birbirlerini elde ettiği, yapmacıklıklarla dolu bu düzene ve düzenin işleyişini bilmesine rağmen, kendisi kalarak ve her yalandan, kirden arınarak ona gitmişti. Zira Lilith'i, ona hiçbir kelime etmeden sadece uzaktan görmek istemişti. Ürkütmek, konuşmak, konuşturmak ve bir cevap almak istemiyordu. Sadece onu bir anda büyüleyip bir maceranın, belki de eskisi gibi bir fırtınanın içine çekecek olan bu ışıltıyı gözleriyle görmek istiyordu.Ancak Lilith bunları göremeyecek kadar çocuktu, bir o kadar da kör... Çünkü aksi takdirde, ağzından dökülenleri, onun saymak mümkün olmayacaktı.

Devamını Oku
Arda İnal

Not: Bu hikaye, gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılmıştır.

“Aslında hepimiz, hayatımızın bir ânında mucizelere tanıklık ederiz. Bazılarımız bu mucizelerin yakınında bir yerdedir, bazılarımız kenarında, bazılarımızsa tam ortasında... Sadece, yaşadığımız ânın ehemmiyetini idrak edemeyiz.”

Türkiye’nin küçük bir şehrinde, bir bayram sabahı... Perdeler kapalıydı, gökyüzünün bulutlarla griye bürünen rengi evin acı dolu haline ayrı bir anlam katmıştı. Küçük odaları ve şirin mobilyaları bile yetmiyordu evde yaşayanların içini ısıtmaya. Anneanne, güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı, torunu Ali’ye ne olursa olsun, güzel bir bayram yaşatmak istiyordu. Odasına girdi, yanına oturdu ve seslenerek uyandırdı. “Kalk bakem kalk uykucu! Bugün bayram yavrum! Öyle yatılmaz ki öğlene kadar! ” Çocuk, sallana sallana kalktı, tuvalete yöneldi, yüzünü yudu. Sonra, kahvaltıya oturdu. Gözleri hala uykuluydu, ama birşeyler arıyordu sanki... Evde en çok özlemini çektiği, annesini, babasını ve ağabeylerini... Anneannesine olan sevgisi bile yetmiyordu ona, bu başkaydı.

Devamını Oku
Arda İnal

Gece, bilinmesi gerekmeyen bir yer, köhne bir lojman..

Masasına oturdu. Eline o lacivert kaplı defteri aldı. Bir sigara yaktı. Düşünmeye ya da düşünmeyi başarıyormuş gibi yapmaya başladı.Kafasının dağınıklığı, evininkinden beterdi. Aklına, o sabah yaşadıkları, bir de kuruyup giden geçmişin kırıntıları geliyordu. Yapması gereken şeyler vardı her zamanki gibi, ve yine o başka limanlarda demir atmıştı.

Sigarasının dumanı kadar bulanık ve boğuk idi beyninin içi.. Bugün, bu, üçüncü paketti. Düşünmeye kaldığı yerden devam etti. Haykırmak, küfretmek, bağırmak istiyor, yaşı, mesleği ve içtiği sigara bunu engelliyordu.

Devamını Oku
Arda İnal

Sen,
Yüreğimi pare pare kaplayan bölünmüşlüğün,
Zehrini söküp aldın bedenimden.
Beni terketti birer birer,
Zamansız yanılsamalarım.
Zeytin yeşili gözlerinin

Devamını Oku