Uyandığında sabahın bayağı gerilerde kaldığını anlamıştı.
Kulakları ağır sesleri çok çabuk algılamıştı zira.
Kalktı, sabah kalkıp hazırlanan herkesin yaptığını yaptı.
çayın demlenmesiyle beraber bardağıyla uzandı odasına.
Bir şarkı seçmeliydi kendine.
Zira çayın tadı daha bir güzel çıkardı, adam gibi müzikle.
Çoğu zaman demli muhabbetleri de severdi
ama fırsatını yakalamak her zaman kolay olmuyordu.
Sakin ve huzurlu bir ezgi başladı çalmaya.
Duygulandı bir an.
Çalan Kazım Koyuncu’nun şarkısıydı.
Hayatta direnmenin, onurlu olmanın insansı duruşu, Kazım Koyuncu.
Daha fazla güce tapanların
nükleer denemeleriyle sona erdirdiği bir hayatın adı, Kazım Koyuncu.
Tatlı ezgilerin, yürekli sözlerin, dik duruşun tasviri, Kazım Koyuncu. Ezberlediği sözleri, dinlendirici sesi çok da bozmadan seslendirdi..
Ardımda bırakıp gül çağrısını.
Ayrılık anı bu sisli şarkıyı.
Irmaklar gibi akıp uzun uzun,
terk ediyorum bu kenti.
Ah ölüler gibi…
Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi.
Sonsuz bir yangın gibi.
Sevmesem öyle kolay çekip gitmek,
Yaralı bir kuş gibi…
Kumral bir çocuk,
Yaz öyküsüdür bu.
Şarkılarla geçti aramızdan.
Yalnızlar gibi susup,
Uzun uzun,
Düşlüyorum bu kenti.
Ah bir aşk gibi…
Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi.
Sonsuz bir yangın gibi
Sevmesem öyle kolay çekip gitmek,
Yaralı bir kuş gibi…
Düşlüyorum bu kenti,
Son bir aşk gibi...
Ruhun şad olsun Kazım Koyuncu.
Hatırlanmanın ve dik durmanın hırçın çocuğu.
Denizin çocukları seni unutmayacak.
Hatırlattıkların ve yaşadıkların hep önümüzde.
Sevdalı yüreklere, inanan gönüllere dinlettiklerin dilimizde…
İçini tuhaf bir duygu kapladı o an.
Ölmek ise böyle ölebilmek.
Ölüm bu kadar güzel olabilirdi.
Sunay Akın’ın dediği gibi
“doğum insanları eşitler, ölüm ayrıcalıkları ortaya koyar”.
Dışarıdaydı yanında bir sürü gürültü ile birlikte.
Çok da fazla olmadan okula geldiğinin farkına vardı.
Kantinden içeri adımlarını attığında,
çukur katların birisine monte edilmiş kantinin bayağı
boş olduğunu görünce sevindi.
Arka taraflardan bir masa seçti gözleri. İlerledi.
Masa onundu artık.
Notlarını karıştırmaya başlamıştı ki.
Yanında iki bardakla birisi beliriverdi.
-Çaylar benden olsun, dedi karşıdaki ses.
-Çaya mı sevineyim yoksa seni gördüğüme mi? Diye cevapladı.
-Seçim senin ama ikisi birden seni mutlu edecekse emin ol bende büyük mutluluk duyacağım.
-Çok zor olmasa gerek, şimdi ikisi için de mutluyum.
Uzak diyarlarda tesadüfen buluşan iki eski dostun yaşadığı gibi bir durgunluk yaşandığı gün gibi ortadaydı.
Belirsizlikle beraber heyecanda yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlamıştı.
Ama gülen gözler de kendisini saklamıyorlardı.
Eliyle boş sandalyelerden birisini göstererek davet etti masasına misafirini. Misafir hiç durmadan sandalyesine oturdu.
Şimdi eşitlenmişlerdi.
-Uzun zaman oldu, görüşmeyeli. Dedi sonradan gelen.
-Hem de çok uzun zaman, diye cevapladı, misafir eden.
-Devam ediyor musun yine, çabalamalarına, çırpınışlarına ve kendini yok edişine?
-Çabalamalarım her daim devam edecek,
çırpınmadan zaten duramam ama yok ediş ne benim elimde,
ne de öyle bir arzum var.
Kaldı ki, insanların çok da fazla umurunda olmadıkları konular hakkında yorumlar yapmak
veya en azından inandığı gibi yaşamanın
beni bu suçlamalara götüreceğinin de oldukça farkındayım.
Çayından uzun ve nefessiz bir yudum çekti içine.
Damarları sıcaklığı hissedince rahatlamayı hissetti tüm bedeninde. Sigarasına uzandı, çakmağı parmaklarında dolaştı, ateşin patlamasıyla, dumanın yükselmesi bir anda oldu.
Ardından derin bir nefes…
Burukluk…
Uzun zamandır, konuşarak bu kadar uzun bir cümle kurmamıştı.
Baktığında kendini tuhaf da hissetmemiş de değildi.
Sonunda istediği, soyutlanmak, boşlukta bocalamak,
insanları kendi bakışından da soğutmak değildi.
Ama bu sıralar yalnızlık konusunda uzun nöbetlere de ihtiyacı vardı.
-Sen neler yaptın peki? Diye seslendi.
-Ne mi? Kitaplarımı bitirdim, şiir kitabım için çalışıyorum son sinema filmimde yakında gösterime girecek… neler yapabilirim sence. Bıraktığında neler yapıyorsam onları. Arada bir ders, çokça kız arkadaş, dolayısıyla bir o kadar kompliman ve yalancıktan varoluşlar.
-Yalancıktan varoluş, ne kadar da derin ve ne kadar da doğru bir tespit. Kelimeler bu kadar yerleşebilirdi ait oldukları yere.
-Ne sanıyordun, belki de çok farklı şeyler düşünmüyoruz ama sanırım ben de az gelen ve bir türlü çok gelmesini istemediğim bir cesaret eksikliği var.
-İstediğini gerçekleştirmek, senin elinde. Nasıl yaşayacağına karar vermekte.
-Belki de korkuyorum. Zaman gösterecek mi doğruları bilinmez..
Uzun bir sessizlik oldu iki tarafta da.
Söylenmek istenen ama şu an için
saklanan bir sürü kelimeciğin, kelimenin,
cümleciğin, cümlenin varlığı gün gibi aşikardı.
Ama şu an sadece söylenmek istemekle kalacağı belliydi. Söylenmeyecekti.
Belki daha sonra.
Belkiler can sıkardı ama kesinlik her şey demek değildi.
Bilinmeliydi…
Kayıt Tarihi : 8.12.2007 22:45:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!