Kulaçlarını hıncıyla birleştirmiş,
denizi yarmaya çalışırmış bir vaziyette belki de saatlerdir yüzüyordu.
Deniz soğuk olmasına soğuktu ama diri tutuyordu vücudunu, beynini…
Mayıs aylarında denizin keskin soğuğunu özlediğini anlamıştı. Yavaş yavaş üşümektense coşkulu denize bırakılan vücut.
İrkilişin sureti adeta.
Hücrelerin toparlanışı.
Vücudun azat edilişi düşüncelerden.
Denizin her kıpırdanışında darbelere karşı daha sağlam bir duruş.
Yüzüne vuran her dalgada gerçeklere tutunuş.
İlk kulacın ardından, arkadan öne uzanan kolun denize dalışı,
kol ile aynı yöne farklı tarafa kafa hareketiyle coşkulu müziğe ritim veriş. Dalgaların temasıyla melodiyi derinlere götürüş,
tüm vücudunu bırakarak içerilere suyla dans ediş.
Ve denizin eşsiz kokusu.
Başka hiçbir şeye benzemeyen esrarlı koku.
Solumaya cesaret edilemeyen ama buram buram emilen haşin koku. Hasretin dinmesi adeta.
Bir kez daha bıraktı vücudunu denizin içerisine,
gözleri açık daldı denizin dibine.
Denizin içinde sakince dolaştı, yön kaygısı olmadan.
Biraz daha derine uzandı, toprağa değdi elleri.
Yerden destek alarak yukarı doğru hızlı bir hareket.
Yavaş yavaş görülen gökyüzü, yukarı doğru ilerleyiş,
belirginleşen yukarı,
biraz daha hareket ve havayla temas; deniz ortasında ufak bir titreyiş.
Sahile doğru uzandı gözleri, elli metre uzaklıkta havaya uzanmış bir kol görür gibi oldu.
Daha dikkatli bir bakışın ardından vücudunu
sahil tarafına yönlendirip kulaçlarını hızlı ve kararlı atmaya başladı.
Kısa bir sürenin ardından coşkulu denizi bırakarak peşinde sahile ulaşmıştı. Ayaklarının altında inceliği kabul etmeyen sert ve kıvrımsız taşların dokusu. Suya veda ediş.
Arkaya üzgün bir bakışın ardından “merhaba” diyen gözler.
Soru sormadan hatta hiçbir şey söylemeden kurulandı
ve giysilerini üzerine geçirdi.
Biraz önceki durumuna nazaran daha insanca bir duruş.
…….
Hemen yanlarından akan arabalar yığınını
ve yüzüne hızla vuran rüzgarı hissettiğinde yolda olduğunu anladı.
Sol tarafında duran mavi deniz,
hemen sağında yeşilin haşmetiyle bezeli dağlar
ve ortada kaderine ilerlemeye çalışan yolcu.
Rüzgarı engellemek için camı kapatmayı yeğledi.
Rüzgarın sesinden kurtulan arabada çakmağın tok sesiyle alevlenen sigara,
ortalığı saran ipsiz koku,
bir o yana bir bu yana kaçıveren beyaz kirli duman.
Radyo teypte çalan müziğe uzandı kulakları.
Sade kulaklar değildi aslında müziğe yönelen beyniydi aynı zamanda
ve belki de kolları, bacakları.
İnce ama güçlü bir ses;
“Olmalı bir yolu olmalı, herkes kendi gibi olmalı
Durmalı bu yıkım durmalı, herkes kendi gibi durmalı”
-Delisin sen. Dedi arabayı kullanan
-Öyle düşündüğüne eminim. Diye karşılık verdi yolcu.
-Yani bilmiyorum… ama her şey.
-Evet her şey.
-Ama yine de senin bir bildiğin vardır.
-Göreceğiz.
Araba Vakfıkebirden uzaklaştı, Çarşıbaşından geçti.
Akçaabata uzandı, durmadı devam etti.
Trabzona girdi.
Şehir yeni uyanıyordu.
Sahi günlerden hangi gündü.
Şehre girdikten kısa bir süre sonra sahil yolundan çıkıp içeri saptı.
Sırf Trabzona mahsusmuş gibi duran dar sokaklardan birbirine bitişik
sıra sıra duran evlerden kurtuldular.
Tekrar düz bir yol iki dar köprüden geçiş
ve peşi sıra Uzun Sokağa dalış.
Boş sokaklar arabanın peşi sıra,
huzursuz bekleyiş önde ilerlemekte.
Boş sokakta ilerleyiş ve uzanış Meydan Parkına.
Oradan sağa keskin dönüş.
Boztepenin görünüşü ve için aydınlanışı.
Kayıt Tarihi : 10.12.2007 20:38:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!