Rüzgar saçını okşamaya başladığında,
uyandığını fark etti dünyaya.
Mola verilen bu kısa süre içerisinde boşlukta dolaşıp
gecenin çıplak ovada haşmetini izlerken,
uyumuştu adeta ve yeniden uyanabilmesi için
göz gezdirdiği ovanın nazlı kızı rüzgarın okşamasına ihtiyacı vardı.
Tuhaf.
Yüzüne inceden bir su damlası dokundu birden.
Bu kadarı çok fazla diye bağırmak istedi.
Sustu ve kaldırdı kafasını gökyüzünün yıldızları göstermeyen perdesine.
Bir damla daha ve sonra bir daha.
Daha fazla, çok fazla hissetmeye başladı yanağında, saçında, gözünde, kolunda damlacıkları.
Ve tüm bu ahenk içerisinde tadını çoktan unuttuğu bir kokuya tanıklık etti burnu.
Hızlanmadı yağmur daha fazla ama o kadar derinden akıyordu ki.
Toprağın kokusunu bırakıyordu ince ince havaya.
Bu kokuyu bu dumanla daha fazla kirletmemeli diyerek sigarasını söndürdü. Ve kapayarak gözlerini bıraktı kendini, doğanın kucağına.
Hafiflemişti yeniden ve biliyordu bu gösteriyi fazlasıyla arayacaktı gelecekte.
Akşam otobüse binmeye karar verdiğinde
ve otobüste boş koltuk olduğunu öğrendiğinde,
tuhaf bir sendeleme kaplamıştı vücudunu.
İlk başladığı yere dönmek aslında zor gelirdi de,
bu sendeleme neyin nesiydi bilemedi.
Yolculuk başladığında ve gecede sürekli ilerlediğinde
sendelemenin de giderek azaldığını hissetmişti.
Aslında sendelemesin geçtiğini hissettikten sonra yorgunluğun etkisiyle de çok fazla şey hissetmemişti.
Ta ki rüzgara kadar…
Karadenizin dalgalarını duymak istedi kulaklarında duyamadı.
Deniz sandığı kadar yakında değildi anlaşılan.
Yetinmesi gereken kokuyu çekmeye devam etti içine
ne kadar çektiğini bilmeden.
Her vurgusuyla yapmacıklık kokan sesin
otobüs davetine duyarsız kalmayarak ilerledi.
Koltuğa bıraktığında kendini, huzurlu bir uykuyla gözlerinin kapayıp,
hırçın denizin dalgalarıyla uyanmayı arzuladı.
Öyle de oldu…
Uyandığında güneşin çok da fazla görünmeyen yüzünden denizi gördü. Haşmetli köpüklerle doluydu deniz.
Anlaşılan gece boyunca yağan yağmur ve sert esen rüzgar denizi coşturmuştu.
Bazen kayalara sertçe vuran dalgalar büyük bir köpük ahengi oluşturuyorlar bazen de sığ sahillerde gidip geliyorlardı.
Manzaranın değişimi,
dalgadan değil sürekli değişen sahil kıyısından kaynaklanmaktaydı.
Görmek istediği manzara bu muydu?
Bilemedi.
Bildiği denizin coşkusunun, çokca çoşku yaşattığıydı kalbine, beynine.
Güne iyi başlamak böyleydi galiba.
Yolculuğun bitmesine az kaldığını uzaklardan görülen
ve denize meydan okumuşçasına uzanan iskeleyi görünce anladı.
Anladığı başka bir şey ise özlem duygusunun çokça sıklaştığıydı.
Önünde duran ve her saniye daha da yaklaştığı iskele
ve iskelenin arkasında yaşayan şehir çok fazla anılarla doluydu zira.
Çılgınca sevinçler, paylaşılan gizler, açıklanan doğrular ve bazen de sırt sırta ağlamalar doldurdu dört yanını.
Arkadaşlık, fedakarlık, paylaşma ve ihanet.
Ne kadar da doluydu bu şehir. Ve ne kadar doluydu içi şehre karşı.
Ne kadar doluydu öfkeyle ve ne kadar doluydu teşekkürle.
Teraziyi bir türlü denk getiremedi.
Açıkçası terazinin kefelerinden hangisinin öfkeye
hangisinin teşekküre ait olduğunu da bilmiyordu.
Bugün pek bilmiyordu, kafası karışıktı.
Cevap aramaya geldiğini de zannetmiyordu.
Birden başlayan ve sarmalayan gitme isteğine yenik düşmüş
ve geldiğinde neden geldiğine hala cevap bulamamıştı.
Otobüs yavaşlayarak ve ortalığa fren seni bırakmadan durdu
denizin yanı başında duran ve o an terkedilmiş gibi görünen küçük terminalde.
Hızlı adımlarla otobüsten indi.
Yanına küçük çantasını alarak uzaklaştı otobüsün yanından.
Biraz sonra da otobüsün uzaklaşmaya başladığını gördü.
Sabahın erken saatleriydi ama çay içmek için uğrayacağı bir yer vardı.
Şehri ikiye bölen derenin üzerine yerleştirilmiş köprüden geçerek
ara sokaklardan birisine daldı.
Köşeyi döndüğünde gitmek istediği yerin kapısının açık olduğunu da gördü. Uzandı içeriye…..
-Ölmemişsin dedi karşıda merak ve sevinçle duran.
-Sana haber vermeden ölmem. Dedi yeni gelen…
Uzun zamandır buluşmamanın özlemi ve
beraber yaşanılanların etkisiyle sarıldılar cömertçe ve sarıldılar samimiyetle.
-Hiç değişmemişsin, gideli ve görüşmeyeli onca yıla rağmen hiç değişmemişsin. Dedi çayı uzatırken misafir eden.
-Ne değişmek istedim, ne de aynen kalmalarını istediklerimin değişmesini ama umarım çayın biraz değişmiştir. Zira eskiden hep kötü demlerdin.
-en de ne olursa olsun hayır demezdin ama.
Çaylar sıcak sıcak masaya geldiğinde ikisinin de aklı sorular doluydu sanki. Bakışlar çok çabuk kendini ele veriyordu çünkü.
Ama asıl soru ilk soruyu soranın kim olacağıydı.
Ve belliydi ki ilk soru çok da geç olmadan sorulacaktı.
-Uzun zaman oldu görüşmeyeli, Nerelerdeydin?
-Evet uzun süre oldu. Ankara’daydım.
-Nerede olduğun belli de aklın nerelerdeydi. Uzun zaman haber alamadık senden çünkü.
-Aslına bakarsan çok çok uzun oldu görüşmeyeli. Özlemişim seni, çayını ve bu şehrin sabah deniz kokan kokusunu.
-Özlemişsin ama sende özlemek istemişsin sanki.
-Özlemek gibi bir duygunun içimizde kaldığına içelim o zaman şu güzel çayını, yudum yudum…
-Ankara’da olduğunu az çok biliyorduk. Amma velakin neden hiç haber vermedin uzun süre bize ve neden birden buradasın. Ve asıl önemlisi neden bu kadar kaçamak cevap?
-Nerede olduğumun çok da önemi yok. Ama tuhaf olan ne biliyor musun?
-Sorduğuna göre hiç de kolay bir cevap değil.
-Tuhaf olan şu. Şu an neden burada olduğumu bilmiyor olmak.
-İşin çok zor o zaman.
-Aslında sorumun cevabı önümde duruyor ama.
-O zaman sorun nedir?
-Konfiçyus’un dediği gibi “ Asıl zor olan karanlık bir odada dolaşan kara kediyi bulmaktır. Hele ki odada bir kedi yoksa”
-Senin dediğin gibi. Gavurlar hep bir şey derler zaten.
Derin bir gülümseme kapladı ortalığı.
Bundan sonra her şey daha sıcak oldu sanki.
Gülüşmeler ve hatırlatmalar uçuştu ortalıkta.
Kaçıp kaçıp okulun arka tarafında yapılan mangal partileri,
meydan okunan hocalar, maçlarda avaz avaz söylenen marşlar ve diğerleri. İşte zamanın hatırlattığı küçük anlamlar.
Herkesin hatırlayacağı küçük anlamlar olmalı.
Olanlar çok şanslılar çünkü.
Kayıt Tarihi : 10.12.2007 20:00:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!