Arap Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Arap

- 1 -
Kapı çalındığında gecenin yarısıydı,
Bu saatte gelen kim ve nasıl birisiydi?
İsmail Ağa kalktı, bakındı çevresine,
Dönüp bir göz gezdirdi yaşlı ailesine.
İkisi de yaşlıydı; yetmişin üzerinde,
Yorgunluk kolgezerdi bunların bedeninde.
Yatıp kalktıkları yer bir köhne barakaydı,
Hiç olmazsa yoksulluk onları bırakaydı.
Fakat hayır, belaydı yoksulluk başlarına,
Yağı haram etmişti yudumluk aşlarına.
Bir kuru ekmek işte, batır batır suya, ye,
O ekmek de zor gelir komşulardan bu eve.
Oğul-kız yok, torun yok, yakın yok dayanacak,
Yataklara düşseler kim lütfedip bakacak?
Üst-baş darmadağınık, çul-çuval kabilinden,
Yolları geçmez olmuş tek bir nasip önünden.
Gündüz tek gün ışığı, geceleri gaz lamba,
her şeye şükrederler, çünkü; yaşamak bu da.
Bu yüzden çok korkuttu kapının çalınması,
Zöhre Kadın bakarken ilerledi ağası.
Adam merakla sordu: ‘Kimdir o; kapıdaki? ’
‘Tanrı misafiriyim.’ Diyordu dışarıdaki.
Kapı mı açılmazmış Tanrı ‘nın konuğuna?
Yaşlı adam sevindi o sözü duyduğuna.
Kapıyı yana açtı sürgüsünü çekerek,
Sevgilerle seslendi ‘Buyur ağam.’ diyerek.
‘Tanrı ‘nın konuğunun emrindedir evimiz,
Canımızı yoluna biz kul-kurban ederiz.
Hele buyur, gel şöyle, bir bağdaş kur mindere,
Tanrı ‘nın konuğunu oturtamam yerlere.
Hoş geldin, safa geldin, bizlere şeref verdin,
Muhterem varlığınla bu evi şenlendirdin.
Bağışla bir adını, sen kimsin, kimlerdensin?
Buralardan değilsin. Acep nerelerdensin?
Ne yaman yorulmuşsun, hele otur, bir dinlen,
Yorgunluk şimdi geçer, bir şey ye, biraz eğlen.
Bu kadın avradımdır, Zöhre derler adına,
Darda kalsam o koşar sadece imdadıma.
O yaşlı, ben çok yaşlı, bir işe yaramayız,
Tövbe de; bu ev yansa kalkıp kurtaramayız.
Elde yok, avuçta yok ama gönlümüz gani,
Can desen can veririz senin yoluna yani.
Zira; sen bir konuksun, Allah ‘ımın konuğu,
Sinmiştir bedenine Yaratan ‘ın soluğu.
Kimiz ki; reddedelim gönderdiğini O ‘nun,
Zatı da yanındadır yolladığı konuğun.
Tanrı ‘nın selamına canımız kurban olsun,
Lütfetsin de o Hazret; barakam konuk dolsun.’
Zöhre Kadın yastıklar getirdi elleriyle,
İkram etti konuğa o fersiz gözleriyle.
Çay demledi bir isli, bir zor yanan ocakta,
Az çökelek, az soğan getirdi bir tabakta.
Ekmek tahtası sürdü konuğunun önüne,
Sıraladı bir şeyler bu tahtanın üstüne.
Dedi: ‘Kusura bakma, Rabb ‘in verdiği bunlar,
Gözleri tok olanlar az şeyle de doyarlar.
‘Yüce Rabb ‘in konuğu esmer, zayıf adamdı,
Uzun sayılmazsa da ona yakın falandı.
Yaşı ell-ellibeş, biraz fazla belki de,
Üstündeki giysiler eskimişti gitgide.
Cepkeni çok eskiydi, şalvarı daha eski,
Sırtındaki cüppesi cüppe sayılmaz belki.
Hayli ince beline sarmıştı şaldan kuşak,
Başında eski sarık, ayaklar çıplak ayak.
Bir hayli ak düşmüştü kıvırcık sakalına,
Elindeki asayı yatırmıştı yanına.
Eller ipince, uzun, parmaklar birer kemik,
Bedeni hayli zayıf, beli-göğsü incecik.
Öyle bir gülümseme mevdudu ki; yüzünde
Sanki nur parlıyordu karanlık gökyüzünde.
Sesi çok etkiliydi, ağır konuşuyordu,
Sözcüğün güzelini arayıp buluyordu.
Yüreği okşuyordu sözleri, ılık ılık,
Düşmana hitap etse; kuracaktı yakınlık.
Dedi: ‘Adım Kul Ahmet, Tanrı ‘nın garibiyim,
Hazret ‘in sevgisiyle gönlü yanan biriyim.
Derviş saymışlar bizi; iltifat eylemişler,
Kime selam vermişsek bizi az-çok sevmişler.
Gezerim ilden ile dur-durak aramadan,
Rabb ‘im sınıyor beni her bir yerde, durmadan.
Ben Tanrı ‘yı aramam; O benim içimdedir,
her şeyde yeri vardır ve binbir biçimdedir.
Ben O ‘nu varlığını kanıtlardan anlarım,
Dünyadaki her şeyi O ‘nunla harmanlarım.
Çünkü; dünya sergidir, sergilenenler O ‘nun,
Üzerinde O yaşar renklerin her tonunun.
Gülden dikene kadar her şeyi yaratmıştır,
O ’nun koleksiyonu dünyayı kuşatmıştır.
Yılan albüm doldurur, kuşlarsa koleksiyon,
Bir mercan yılanından ne kadar büyük piton.
İkisi arasında karmaşık bir toplum var,
Devekuşuna kadar binbir çeşittir kuşlar.
Örümcekler, arılar, karıncalar hünerli,
Ateşböceği var ki; kendisinden fenerli,
İnekler süt veriyor, tavuklar yumurtluyor,
İnsanlar bunun için bir Yaratan arıyor.
Her yerde mevcud olan ne demeye aranır?
Bana göre; insanlar boş yere küstahlanır.

- 2 –
Ezanlar okunurken besmeleyle kalktılar,
Çul-çaputtan ibaret döşeklerden çıktılar.
Konukla dede, nine kıldılar namazları.
Şükürden ibaretti bilcümle niyazları.
Yani kalkıp Tanrı ‘dan tek şey dilemediler,
Verdiği şeyler için yalnız şükür ettiler.
Sonrası; kuru ekmek, az çökelek, az soğan,
Biraz da çay içtiler, bakır kupaya konan.
Sevgi ve saygı ile konuğa yol verdiler,
‘Tanrı senin ilmini bize verse.’ Dediler.
‘Bize verse sendeki o büyük kanaati,
Bize verse sendeki o eşsiz merhameti.
Sabrını bize verse, huyunu bize verse,
Nice konuğu varsa yine bize gönderse.
Yol versin bütün dünya, ölüler-sağlar sana,
Yol versin tüm ovalar, tepeler, dağlar sana.
Çıkarma hatırından bu yaşlı insanları,
Unutma ki; kurbandır sana aziz canları.’
Derviş sevgiyle çekti dedeyi az uzağa,
Sarmaş-dolaş oldular bir an yanak yanağa.
Sonra Kul Ahmet dedi: ‘Ey değerli ihtiyar,
Öyle konuk ettin ki; hala yüreğim kaynar.
Ekmeğini paylaştın, bana yer-yatak verdin,
Elden gelen her türlü itibarı gösterdin.
Tanrı ‘nın konuğuna hizmet ettin kul gibi,
Bir şey vermek isterim sana, para-pul gibi.
Neylersin ki; garibim, altın dolu küpüm yok,
Bu yalancı dünyada tek fidanım, çöpüm yok.
Her şey yalnız Tanrı ‘nın, malsahibi tek Allah,
Mal-mülk bizim değildir, haşa, estağfurullah.’
Derviş attı elini cüppesinin altına,
Katlı bir kağıt bulup koyuverdi ortaya.
Kağıtta bir ak kılla bir de kara kıl vardı,
Dedi: ‘Bu kıllar bende yıllardır dururlardı.
Ben hiç gereksinmedim ömür boyu bunlara,
Belki gereksinirsin sen, kalkıp da şunlara.
Ak kılla kara kılı sürttüğün an şöyle bir
Nerede olursan ol, bir Arap ‘tır belirir.
Dağlar gibi bir şeydir, bir masal yaratığı,
Toza-dumana katar bir anda ortalığı.
Kılları her kim sürtmüşse Arap kuludur onun,
Tümünü gerçek kılar düşlediğin arzunun.
Armağan ediyorum ancak bunları sana,
Hakkını helal eyle ayrılırken sen bana.’
Ve derviş vedalaşıp asasına abandı,
O bir anda kayboldu. Dede yere kapandı.

- 3 –
Soğuk bir kış günüydü, aylardan şubat falan,
Fırtına ortalığı etmekteydi kolaçan.
Yerler kar içindeydi, toprak görünmüyordu,
Saçaklarn buzları yere sürünüyordu.
Çırılçıplak ağaçlar süslenmişti karlarla,
Dallar kırılıyordu amansız bir rüzgarla.
Sular buza kesmişti, hava buza kesmişti,
Kış bütün görkemiyle kendini göstermişti.
Azık verileceği duyulmuştu ta evde,
İlçeye ondan indi İsmail İshak Dede,
Yapardı belediye her yıl yoksula yardım,
Dede yaya gelmişti ilçeye adım adım.
Yol uzun, beden yaşlı, yolculuk uzun sürdü,
İshak Dede bitmişken ilk evler de göründü.
Kırk kere durdu yolda, kırk kere soluk aldı,
Son defa bir daracık sokakta soluklandı.
Bir dilenci gördü ki; yoksulluk abidesi,
Bir ip çeksen dökülür yamanın kırk tanesi.
Adam yaşlımı yaşlı, sakalı iplik gibi,
Yelde savrulan saçı bembeyaz tiftik gibi.
Sırtı duvara verip oturmuş kar içine,
Kar yağmış omuzlara, başına, ellerine.
Titreyen kirpikleri ince ince buz tutmuş,
Kar dolu bir köşede dünya onu unutmuş.
Dedeyi fark edince el-avuç açtı ona,
‘Allah rızası için dedem, bir onbin lira.’
İsmail İshak Dede yaralandı derinden,
Zira; tek kuruş dahi çıkmadı ceplerinden.
‘Onbin lira’ dediğin simit bile alamaz,
Fakat gel gör durumu; o bile bulunamaz.
Olsa; verecek hemen neyi varsa, tümünü,
Bir küp altını olsa; bağışlar bütününü.
Dede yazıklanırken aklına kıllar geldi,
Sağ eli hemencecik koyuncebine girdi.
Çıkardı iki kılı bir köşeye sinerek,
Umuda yelken açtı iki kılı sürterek.
İki kıl sürtülünce şimşekler çaktı hemen,
Sanki yıldırım düştü kar üstüne göklerden.
Çıkan rüzgar karları hortumladı, savurdu,
Sıcak bir yel yolları, sokakları kavurdu.
Bir nağra yükseldi ki; sağır olur duyanlar,
Dar sokağı bir anda sarıverdi dumanlar.
Dumanlar dağılınca bir Arap çıkageldi,
Aynen minare gibi ta göklere yükseldi.
Saçı kuyruk gibiydi çıplak başın ardında,
Sırmalı cepken vardı kamburlaşmış sırtında.
Azametli pazılar öylece ortadaydı,
Koyu esmer yüzünde şeytani kaşlar vardı.
Bıyıkları saç gibi iniyordu yerlere,
Bir Çinli çekikliği hükmetmişti gözlere.
Belinden aşağısı yoğun sis içindeydi,
Bu sisin her bir yanı bir bambaşka renkteydi.
İsmail İshak Dede pire kadar kalmıştı,
Arap eğilmek için tam iki kat olmuştu.
‘Ferman efendimizin… Her buyruk baş üstüne,
Her arzunuz anında gelecektir yerine…’
İsmail Dede dedi: ‘Arap bir onbin lira.’
Arap şaşırıp kaldı bu kadarcık arzuya.
Fakat buyruk buyruktur, itiraz edemedi,
‘Ham hum şaralop…’ Deyip bir onbin lira verdi.
Sonra karışıp gitti sislerin arasına,
Dede verdi parayı elin fukarasına.
Karlara bata-çıka oralardan ayrıldı,
Çarşıya varmak için yine yola koyuldu.
Birkaç adım ötede rastladı bir çocuğa,
Görür görmez acıdı zavallı yavrucağa.
Yavrucuk ağlıyordu iki göz iki çeşme,
bir şeyler arıyordu karları eşe eşe.
Dedi: ‘Bre çocuğum, sen niçin ağlıyorsun,
Bu kar, bu buz içinde sen neyi arıyorsun? ’
Çocuk dedi: ‘Dedecik, babam para vermişti,
Ekmek alayım diye çarşıya göndermişti.
Bir ellibin liraydı; bir tek ekmek parası,
Birdenbire kayboldu onun onbin lirası.
‘Ham hum şaralop…’ Diye bir ses duymuştum birden,
Para kaybolup gitti bu sözler söylenirken.
Ne oldu? Nerye gitti? Demin avucumdaydı,
Nerden doğdum dünyaya, anam doğurmayaydı.
Babam kamçılar beni, kardeşlerim aç kalır,
Durduğu bir avuçtan para nasıl kaybolur? ’
İsmail İshak Dede çekildi bir köşeye,
İki kılı çıkarıp değdirdi birbirine.
Yine yer-gök gümledi, yine karlar savruldu,
Yine kızgın bir yelin değdiği yer kavruldu.
Rengarenk dumanlara gömüldü yine çevre,
Yine keskin şimşekler hükmetmekte her yere.
Ortaya çıktı Arap yine minare gibi,
Sanki tüm varlığıyla her derde çare gibi.
‘Ferman efendimizin… Her buyruk baş üstüne,
Her arzunuz anında gelecektir yerine…’
İsmail İshak Dede hiç arzu belirtmedi,
Arap ‘ı görür görmez çok beter sinirlendi.
Dedi ki: ‘Ulan Arap, verdin onbin lirayı,
Çocuktan mı alarak yoksa sen o parayı?
Zira; çocuk ağlıyor, onbin lira kaybolmuş,
Şaşkınlıktan yavrunun aklı perişan olmuş.’
Arap bir nağra attı, yerler gökler sarsıldı,
Dede sesin zorundan kendini yerde buldu.
Yaman kızmıştı Arap, kükreyip duruyordu,
Kükredikçe sokaklar kalkıp oturuyordu.
Dedi ki; ‘Ey insanlar, ne çirkin varlıksınız,
Kusuruma bakmayın; sizler çok alıksınız.
Kıla kim sahip olsa, sanıyor dünya onun,
Artık sonu gelmiyor bitmeyen arzusunun.
‘Arap bana saray yap… Arap bana sofra kur…
Arap düşmanlarımı kıç üstüne oturttur…
Arap bana altın ver; torba-çuval dolusu,
Arap bana köle et tüm ülkeyi, ulusu…’
Aman Tanrı ‘m, sanki var Arap ‘ın hazinesi,
Arap da sizin gibi zavallının birisi.
‘Acep çocuğun mu? ’ ymuş verdiğim onbin lira
Şimdi gel de laf anlat bu salak ihtiyara.,
Elbette ondan alıp sana verdim parayı,
Mucize ülkesi mi sanmıştın bu dünyayı?
Hakkın olmayan arzun eğer gerçekleştiyse;
Ancak gerçekleşmiştir birinden eksildiyse.
Onun için kalkıp da boş yere dilemeyin,
Dünyanın dengesi var, dengeyi ellemeyin.
Ben çok yıldım. Çok bıktım. Artık kıl-mıl tanımam,
Sizin gibi puştlara artık kul-mul olamam.
Artık Arap ‘tan paso, tek vurup çift sıçrayın,
Havadan gelen şeyi tamah edip almayın.
Bir dileğe bir saray, sanki kampanya açtık,
Sanki saray sebildir, nereden bulacaktık?
Arap kavat mıdır ki; size karı-kız bulsun?
Doymayan gözünüzü kara toprak doyursun.’
Sözünü bitirince Arap birden fısladı,
Sönen bir balon gibi küçülerek ufaldı.
İsmail İshak Dede baktı minik adama,
Dedi: ‘Buna güvenen şirk koşar Allah ‘ına.

(Hikmet BARLIOĞLU (1933-2003) 'nun
ARAP isimli Şiirsel Gülmeceler 'inden > 21-32/100)

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 7.11.2004 20:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Miyase C
    Miyase C

    sonu carpici..)) cok güzeldi,düsündürdü..mekani Cennet olsun,abiniz hak yiyenlerden olsaydi bu güzel hikayeyi yazamazdi..cok tesekkür ediyorum..
    saygilarimla

    Cevap Yaz
  • Miyase C
    Miyase C

    fiyakalidan sonra dervisten de süphelenmeye basladim..)) Tanri misafiriyim dedi ama sahtekarlar Tanri mi taniyor..saygilarimla

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

İsmet Barlıoğlu