Yas tutan söyleyin başka ne tutsun
Son kullanma tarihi geçmişken mecalimin
Üstüme, iki beden dar gelir ölülerin elbisesi
Ne zaman kalsam kendime hep
Yanlış kuşlar uçar çocukluğumun üstünden
Eski bir yetimden esinlenen çocukluğumun
Bir taşzehir verin bana içeyim
Tek unutmak için acılarımı
Baksana; kırdılar kapılarımı
Yağmalandı kalbim, ömrüm, herselim
Kursuna dizdiler anılarımı
Yenik duştum bu savaşta neyleyim
Devamını Oku
Tek unutmak için acılarımı
Baksana; kırdılar kapılarımı
Yağmalandı kalbim, ömrüm, herselim
Kursuna dizdiler anılarımı
Yenik duştum bu savaşta neyleyim
Hocam futbol...
-Anladım; futbol bir oyundur Çekirge. Ara sıra spordan sayıldığı da oluyor ama sonuçta bir oyun. Oyun deyip geçmemeli ama, çok ciddi bir şeydir oyun. Kur'an'da bile yeri var. 'Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir' buyruluyor 47. sûrenin 36. âyetinde. Bu, önemli bir anlam tabakası; diğer tabaka A'râf ve En'âm sûrelerinde farkediliyor; orada, insanların 'Dinlerini oyun ve eğlence edinmeleri' anlatılıyor. Dikkat isterim, her üç sûrede de oyun ve eğlence kavramları şu iki kelime ile karşılanıyor: Lu'b ve Lehv.
-Aman hocam, daha leb demeden tefsir dersine intikal ediverdiniz...
-Hâşâ; ne haddime? Sadece merak; vâkıa tefsir, meraklı amatörler için tehlikeli bir vâdidir; bundan içtinâb ederim, lâkin yanlışsa zaten ulemâmız değneği sırtımda kırarlar diyerek devam ediyorum. Lu'b, düpedüz oyun demek, yani çocukların 'Elimsende'si gibi, futbol gibi, hatta tavla gibi vesaire. Lehv ise insanı oyalayıp dikkatini dağıtan ve asıl mevzudan uzaklaştıran, meşgul edici vesileler, hani 'oyuna dalmışım, eve gecikmişim' der ya çocuklar bazen, işte o.
-Mevzûa gelirsek...
-Mevzû üzerindeyim zaten Çekirge, haddini tecâvüz etme, yoksa seni 'Oyun'dan atıveririm. Mevzû üzerindeyim ve diyorum ki Cenâb-ı Hak bize bu âyetlerde çok önemli bir ayrıntıyı hatırlatıyor: Tamam, dünya hayatı size oyalayıcı ve asıl meseleden uzaklaştırıcı bir sûrette bir oyun gibi tasarlanarak verildi ama aman dikkat, oyunu ciddiye alın. Oyunu ciddiye alırsanız, oyun olmayana vâsıl olabilirsiniz. Oyun kavramını kategorik olarak küçümseme, önemse ki oyun olanla olmayanı ayırabilesiniz.
-Anlamıyorum galiba, affedin...
-Şu: Tavlada bile, seni oyun olanla olmayan arasında esaslı bir şuur ayrımına götürecek bir nükte gizli; onu fark ettikten sonra tavlanın zevki gider, ibreti kalır. Oyunu, sadece kazanmak için takib ediyorsan ve senin için en yüksek değer buysa, zarları atmadan yenildin; hilekârsan kaybettin, kazanmayı çok ciddiye alıp zevkten tavana zıplıyorsan kaybettin. Tavla seni yendi, sınavda çaktın. Futbolu çoğumuz küçümser, daha baştan burun kıvırır; anlaşılabilir bir tepki fakat dikkat, bütün dünyâ hayatı böyledir diye buyruluyor bize. Nedir; meselâ meslek, kazanç, aile hayatı, fikir hayatı, politika, kariyer dediğimiz o kaygan süreçler. Bunların her biri, futbol veya tavla gibi oyalayıcı, unutturucu birer oyun. Oyunu küçümseme, süreci önemse. Oyunu ciddiye al, oyun olduğunu hiç unutma, oyundan asıl varılması gereken yerin adresini kestirmeye çalış.
-Futbola gelirsek...
-Gelelim: İki vechesi var, ilki spor; sporla öyle âhım-şâhım ilgili değiliz, ikincisi eğlence, yani ecnebîlerin 'Entertainment' diye kavramlaştırdıkları şey; spor boyutunu geçtik, eğlence faslını da elimize-yüzümüze bulaştırdık, hîle yaptık; şimdi hîleyi örtmeye uğraşırken farkettik ki, oyunu ciddiye almazsan eğlendirici bile olamıyor, kendine ziyan veriyorsun. Geçelim siyâsete: Siyâseti, iktidarı kazanmak ve elde tutmak diye anlıyorsan bir adım sonra şeytan sana 'Her şeye rağmen ve ne pahasına olursa olsun' şartını da fısıldar. Oysaki sadece oyun olarak algılarsan, kazanma ihtimâlin var. Ölçümüz nedir, 'Üst değerler'dir; üst değerleri eğip büken her oyun, şirâzesinden çıkmış demektir, başka bir vâdide alır başını gider ve ayağı üzengiye takılı kalmış süvari gibi helâk oluverirsin. Al sana eğitim meselâ, o da bir oyun. Bütün dünyanın bilgisini edinmek seni kurtarmaz, bilginin istikaametini sezdin ise eyvallah; bilgiyle mağrur isen eyvâh. Al sana aile hayatı. Sevdiklerine hâşâ taabbüd derecesinde muhabbet, oyunu anlamamaktır, kestirmeden şirke gidersin... Al sana meselâ sanat, meselâ din...
-Hocam, yerimiz bitiyor, bağlasak?
-Olmadı Çekirge, yine tam anlatamadım, yarım kaldı; bu yaştan sonra tefsir mi yazsam nedir, üff!
[email protected]
http://twitter.com/ahmetturanalkan
30 Ocak 2012, Pazartesi
Arayan ve bulan
Yunus Emre'nin 'İster idim Allah'ı / buldum ise ne oldu // Ağlar idim dün ü gün / güldüm ise ne oldu' diye başlayan ve ilk bakışta insanı şaşırtan bir şiiri vardır.
Her nefeste Allah'ı isteyen bir dervişin, bunca özleme, bunca hicrana rağmen O'nu bulduğu vakit 'buldum ise ne oldu?' diye sorması, gece gündüz (dün ü gün) hasretle gözyaşı dökerken nihayet vuslat bulunca 'güldüm ise ne oldu?' demesi gerçekten de okuyucuyu şaşırtabilir. Öncelikle söyleyelim ki burada 'ne oldu?' sorusu 'bulduysam ne oldu, buldum da ne oldu' gibi şaşkınlık ve hayret bildiren bir söylem değil, bilakis 'bunda bir gariplik yok, elbette böyle olacaktı, arayan bulur' anlamı içermektedir. Öte yandan, Yunus sanki gizliden gizliye bir yakarış içinde ve sanki bir sır paylaşır gibi '(Aradığım Allah'ı buldum ise) bundan kime ne? Bu bir aşk idi, seven ile Sevilen arasında olup bitti!' fısıltısı da sezilir. Bu iki farklı anlam, 'ne oldu?' sorusuna arifane bir mahiyet biçiyor ve Yunus'un bütün o isteyen ve istediğini bulan kişiliğinin maceralarını bize anlatıyor. O ki, istemekle bulmak arasında cilt cilt kitabı dolduracak kadar uzun maceralar; o ki, bir nur iken maddeye tenezzülün (kavs-i nüzul) vatan iştiyakıyla çekilen çilelere ve adım adım yükselmeye (kavs-i uruc) uzanan yollar barındırır. O ki, isteyenin Allah'a seyr, Allah'ta seyr ve Allah'tan seyr mertebelerinin adım adım güzelliklerini anlatır. Çünkü Yüce Rabb'in 'Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.' (51/56) âyetindeki 'bana kulluk etsinler' ibaresi, ledünnî mânâsıyla 'beni tanısınlar' biçiminde izah olunur. Bunun diğer tercümesi de eşyânın insan için, insânın da Allah'a kulluk için yaratılmış olmasıdır. Kulluk, tanımak ve bilmekle gerçekleşir. Nitekim Allah bir kudsî hadisinde 'Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim' diyerek kul tarafından bilinmek istediğini açıklar. Bu bilme, ancak aşk ile olabilir. Çünkü Allah'ın bilinmesi demek, O'nun insanda zâhir olması, muhabbetinin kulda tecellî etmesi demektir. İşte Yûnus'un 'ağlar idim dün ü gün' (gece gündüz ağlardım) ifadesi bu muhabbetin gönüldeki tecellisinin sonucudur. Âşıkın ağlayışı ya bulamadığı için üzülmekten, ya bulduğu için sevinmektendir. Gece gündüz ağlamak ise gözden değil, özden olabilir. Özü ağlayan ise hakikatli âşıktır.
İnsan, 'bilme ve sevme eğilimli'dir. Bu da zatî bilgi ve İlahî aşk arzusu uyandırır. Biz farkında olalım yahut olmayalım, içimizdeki aşk bu bilginin peşindeki bir yönelişin sonucudur. Çünkü aşk perdeleri açmaya, bilgi (irfan) ise onu anlamaya meyleder. Aşksızlıkta perdeler kapalı kalır, keşif yapılamaz ve irfan ortaya çıkmaz. Fuzuli üstadımızın, 'İlm kesbiyle pâye-i rif'at / Bir hayal-i muhal imiş ancak // Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kıyl u kâl imiş ancak' mısraları tam da bunu anlatır. Yunus'un 'buldum ise ne oldu?' sorusu da işte burada anlam kazanır. Çünkü ledün sahipleri, Cenâb-ı Hakk'ı isterken aslında 'Hakk'ı bilme ve kulluk makâmına geri dönme'yi istemektedirler. Yani Allah'tan gayrı aranacak bir varlık zaten yoktur. Çünkü Allah göklerin ve yerin nuru olup zâtı bütün eşyayı ihata eder. Kişi bir şeyin içindeyken onu arayabilemez. Çünkü 'O mâhîler ki derya içredir deryayı bilmezler'. Onu bilmek için seyr ü sülûk, tevhîde inmek, mânâda ve içte derinleşmek gerekir. Bunu yapan kişi Allah'ı bulmuş değil, bilmiş olur. Yani Yunus'un 'Allah'ı buldum' demesi, hakikatte 'Allah'ı bildim' demesi, gönlünde Allah'ın nûrunun tecelli etmesi olarak anlaşılmalıdır. Çünkü fenaya (yokluğa) ulaşan kişide yön duygusu kalmaz (arama ortadan kalkar) ve Hakk'ı perdesiz görerek tecellisine mazhar olur. Velhasıl bulunacak bir Allah yok, bilinecek bir Allah vardır. Âşıkın O'nu bilmesi ise Simurg efsanesindeki kuşların 'Meğer aradığımız kendimizden ibaretmiş!' demeleri gibi olacaktır. O halde, aradığı ile bulduğu, gördüğüyle de bildiği aynı olan kişinin 'buldum ise ne oldu?' demesi, elbette muhataptan vareste bir ikrarı, yani ki 'bunda bir gariplik aramayın!' ihtarını ortaya çıkarır. Nitekim bu soru bir muhataba yöneltilirse cevabı verilemez. Birinin bir başkasına 'Allah'ı buldun mu?' diye sorması, Allah'ın zatından söz edilemeyeceği ve söz kesrete döküleceği için abes ve cevapsız bir soru olur.'
[email protected]
31 Ocak 2012, Salı
Güzel bir yorum Paylaşı/YORUM :)
Nereye gitsem yakışmadım beni kim aklayacak
Ne büyük bir yanılgıyım bu şehrin ortasında
Kendimi gammazladım yoksa çıldıracaktım
Günün şiirine yakıştırmışlar seni Parlak kardeşim,kimbilir ne suçlar işledin,hata ettin yanılgını kabul ettin kendini gammazladın,demek vicdan taşıyorsun ki kendini ihbar ettin
çıldırmaktan kurtuldun,Efendim daha öncede dediğim gibi iyiye de yorumlamak mümkün kötüyede.Bülent Parlak arkadaşımızda aklı ile nefsi arasında sıkışmış ve ortaya böyle klasik!.. bir şiir çıkmış.Kendisi şu anda ne haldedir.yanında olmadığımız için bizler bilemeyiz.Rabbim hatalarımızı idrak edip,doğru yolunu bulan ve menzile ulaşan kullarından eylesin bizleri.Şimdi birileri benim için isteme derler ama desinler,(Diyorlar ki ne diyorlar varsın desinler) :)))
Diriliş Anı
Karanlık çökünce, efkar geceme
Koskoca bir şehrin, ıssızlığında
Firari bir gölge, düşer heceme
Kendimi bulurum, yanlızlığımda
Dünyadan el ayak, çekilir o an
Sadece ben; ve de korkular kalır
Ruhuma zehrini, akıtır zaman
Ne hicranım diner, ne de azalır
Ağlayan gözlerle,uzanır eller
Günahkar yakarış,dökülür kalpten
O anda korkumu! bir ışık deler
Geceyi nur kaplar, Mücib-i gaybten
Korkular yerini,hazza bırakır
Vuslat kapısından, aşkla girilir
Uyanır mevcudat, kabz olur akıl
Ecel girdabında, ruhum dirilir.
Hamit Körken
Eski bir yetim derken,sanırım Peygamber efendmize atıfta bulunmuş,çocukları sapanla taşlayan kuşlar da,fil süresin de adı geçen Ebabil kuşları olsa gerek,''üstüme iki beden dar gelir ölülerin elbisesi'',Şair burada ölüler olarak bahsettiği, inanmış ve Allaha teslim olmuş kişileri mi kasdetti, yoksa kendi ölüsüne mi pay çıkardı onu anlıyamadım.Sanırım bu şairimiz orta doğuda öldürülen masum çocukların ölüm sahnelerinden etkilenmişe benziyor.Sonuçta ahkemül Hakim,yani hakimler hakimi yüce yaratıcıya ,sadece hakim sıfatıyla rüşvet teklif edecek kadar da ukala,şairimiz ne zaman ölüp dirildi de,mahşere uyandırılıp meleklere bahşiş bile vermeye kalkmış.)))
Kıyamet kopmadan mahşer olmaz,öldükten sonra ola ki yanılır Münkir ve Nekire rüşvet teklif etmeye kalkarsa, o zaman işi zor, belki hiç uyandırmaya bilirler Ademi yokluğa ,yani hiçliğe hüküm giyebilir.Şairimiz hakimler Hakimi için ''Kibir'' ifadesini kullanmış evet doğrudur.Kibirlilik sadece Rabbimize yakışan bir deyim,fakat O bile ayetlerinde ben değil de biz ifadesini kullanmış ki,kibire karşı kullarına karşı müsamaha ve hoşgörü göstermiş.Asıl kibirlilik bu şiirde var,Çünki şairimiz kendisini öylesine yetkin görmüş ki,Yüce yaratıcıya karşı mahalle arkadaşı ağzıyla hitab etmeye kalkması,bu konudaki vasfını ortaya koyuyor.Sonuç itibarıyla agrasif bir şiir,ukalalığın bile bir ölçüsü vardır.Terazinin topuzunu kaçırmamak gerek.
kuşların çocuk öldürmesi,kurbanlık danaların insanı kesmesi ile aynı kapıya varıyor diye düşündüm!:))olur mu olur!..
herkese saygılarımla...
Arkadaşlar, sizlere şiir gönderiyorum, laf salatası değil!
Mavi Yol
-Aslıhan Tibet Ceylana-
Asyanın bir yüzü yakut
bir yüzü akik
parmağında gümüş suyu
saçların kekik
Kar ülkesinin gülü
dostluğun irem bahçesi
sözlerin altın tozu
sevdan mekong nehri
Hem yetimsin
hem öksüz
kedi sevenim
ekinli olsun yüreğin
Hey yavru ceylan!
Şiirin nehirlerini siz
taşıyacaksınız
bilgelerin tanrısallığını
siz kutsayacaksınız
Anka kuşu izliyor
kaf dağında yamaçlara yansıyan
ikindi güneşini
Oysa masmaviydi yolumuz
Hasibe Ayten
Şair ve okur'dan özürle,
Klavye efeliği yeni trend Naci bey.Mert bir insan edebi bir dille tartışır, fikrini savunur.Sitede binlerce bayan, evlerimizde kadınlarımız, kızlarımız okuyor bu yorumları.
Şiddetle kınıyorum.
Bu şiir ile ilgili 38 tane yorum bulunmakta