tutuldum
tutsak kıldı
aşk beni
gün aya
ay yıla
şaraba döndüm
yandıkça tatlandım
tutuldum
tutkum eksilmedi
..
tahta atlarım vardı
yağmur altında kalan
çelik çomak oynardı
köy meydanında olan
gönlüm sevinç dolardı
gıli gıli* toplardık
çuvallar dolusunca
mis ardıcı koklardık
ardıç soluğudğunca
..
kaldırımı kaldırın
araba koyacağız
yaptırımı yaptırın
körebe soyacağız
indirimi indirin
bindirime bindirin
kendirime döndürün
şaraba sayacağız
..
soluğunu kesiyorum
sözcüklerin
gıkı çıkmıyor
cana kıyan sarılışında
gazeteyle örtülen beden
dirsek üstü kalksa ağlasam
yalnızlığa başlangıcı
düşsel kırlangıcı
..
zahire pazarı önünde
akşam ezanı okundu
trafik oldukça yoğun
egzoz gazı bacalarla daha yoğun
yakıyordu genizi
kahvehaneye girdim
bir çay söyledim
çantalı gören çaycı
piyangocu sandı
..
cam üstünde camlanan
sin üzerinde zambak
zambak üstünde kırağı
sulanıyor kuşluk vakti
ıslak güz otları
kurumuşlar bazıları
yanında çimendir yeşillenen
araba içi gizil sular döküldü cama
..
parmağında mavisi
bir ikindin sonrası
yağmurlanır kavisi
geçer miydi sanrısı
susturulmuş gölgeli
denizinden dalgalı
düğün dernek çalgılı
karanlıktan anrısı*
..
sözün torbasında çıkar bakayım
acından yanmadı yanan ağlasın
közün külbastıda çöker yakayım
acından kanmadı kanan ağlasın
adam olan kaçmaz yarin yoluna
yad’a kucak açmaz derin koluna
yüz çevirip saçmaz gerin çuluna
acından sanmadı sanan ağlasın
..
sulu sepken gibi eridi
gecede gördüğüm düş
ellerimde kelepçe vardı
şimdi bakın bom boş
güz gelirken davul çalınıyor
anlayabilsek bir anlayabilsek
dökülmeyeceğiz belki yaprak gibi
zemheri gelip çatmayacak ki
..
serpilenin süremi
çakır ayaz iklimle
uyur uyanık teni
çakır ayaz iklimle
dalgalarda sessiz
çığlıklarında izsiz
parmak delindi bizsiz
çakır ayaz iklimle
..
geceye susadığın
açlığından nöbeti
serilseydi sadığın
arkasına kümbeti
gözü göze görünce
sözü söze sürünce
dağı düze bürünce
eksilmez rutubeti
..