Apardı seller Saramı...Hazin Hikayesi

Gürsoy Solmaz
1434

ŞİİR


11

TAKİPÇİ

Apardı seller Saramı...Hazin Hikayesi

Arpaçayı aştı taştı
Sel Saramı aldı kaçtı
Üç bacının gözü yaştı

Apardı seller Saramı
Bir uca boylu balamı

Arpaçayı derin olmaz
Akan sular serin olmaz
Sara gibi gelin olmaz

Apardı seller Saramı
Bir uca boylu balamı

Gidin deyin Han Çobana
Gelmesin bu el Mugana
Gelse batar na-hak kana

Apardı seller Saramı
Bir uca boylu balamı

Arabalar gelir koşa
Ben kurbanım kalem kaşa
Oğlan elin çıktı boşa

Apardı seller Saramı
Bir uca boylu balamı

Gürsoy Solmaz
Kayıt Tarihi : 3.2.2012 00:24:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Apardı Seller Saranı Yazanlar:Yar.doç.dr. Gürsoy solmaz ve Mir Hidayet Seyyed Marandı Daha yazının bulunmadığı,kullanılmadığı zamanlarda insanlar başlarından geçen olayları anlatım yoluyla beceriyorlardı.Kendilerinden sonra gelen nesiller bu söylenenleri duyup işitip öğrenirlerken onlarda kendilerinden sonra gelecek olanlara bu anlayışla bildiklerini bırakıyorlardı.Elbette nesilden nesile anlatılan olaylarda bazı değişimler söz konusu idi.Ne zaman yazı bulunup kullanılmaya başlayınca insanlar daha kalıcı bir yol olarak yazmayı tercih ettiler.Bu sebepledir ki yıllar öncesinden taş ve çamur levhalar üzerinde yazıya dökülmüş olaylar günümüze kadar gelmiştir.Bu öneminden ötürüdür ki bilim adamları tarihi yazının bulunmasıyla birlikte başlatmışlardır. Türkler de de sözlü anlatım geleneği haliyle gelişme göstermiştir hele göçebe oluşları bu anlatım geleneğinin çok gelişmesine de sebep olmuştur…Bu bakımdan Türklerin yaşadıkları coğrafyadaki yer isimleri hatta çocuklarının isimleri bile yaşanmış hatıralarla anlatılır ve anılır olmuştur. Anlatma geleneği sebebiyle Türklerde çeşitli edebiyat türleri de gelişmiştir.Türküler,ağıtlar,maniler,alkışlar,kargışlar vs… Sözün bu yerinde geniş Türk dünyasında yaygın olarak anlatılan “Saray”ın destanından bahsedeceğiz…Değişik varyantlarla anlatılan bu destan asıl olarak Azerbaycan coğrafyasından neşet etmiştir.Zaten destanın başkahramanı güzeller güzeli Saray da Azerbaycanlıdır. Erzurum ve Bingöllerden kaynağını alıp civardaki suları da kendine katarak Ermenistan Türkiye daha sonra Nahcivan’dan Azerbaycan topraklarına giren Aras nehri, oradaki değişik suları da alarak nihayet Hazar denizine dökülür.Aras nehri Mugan çölünden geçerken oradaki Arpa nehrini de bünyesine katar.Sözünü edeceğimiz” Saray Destanı” işte bu Arpa nehri kıyılarında hem de yüzyıllar önce yaşanmıştır… O zamanlarda bir erkek istediği kadar kadın ile evlenebiliyordu.Kızı olan bir baba, kızını evlendirebilir; hatta satabilirdi de…Ama destanın kahramanı Saray’nın babası bu tarz olaylara şiddetle karşı idi.Annesi Gülnar da eşi Sultan gibi düşünüyordu… Anlatacağımız destanın gerçek zamanı pek belli değildir.Ama olaydaki ” Han Çoban” isminin çağrışımıyla olay 13-15.y y da yaşanmış olmalıdır.Bu dönem ise Karakoyunlu ve Akkoyunlu idarelerinin olduğu zamana tekabül ediyor. İlk defa Saray şiirini yaklaşık olarak 200 yıl önce İran Azerbaycan’ında yer alan Karadağlı (Hekim Ebulkasim Nebati) yazmıştır.Şair kendi mahlasını da “Han Çoban” olarak kullanmıştır.1970 yılında İran Azerbaycan’ının diğer bir büyük şairi Savalan mahlaslı Hasan Mecidzade,Saray Destanını şiir diliyle kaleme aldı.Hatta 1990 lı yıllarda da Destan, İran da filme çekildi… Fakat bu destan nesir olarak hiç kaleme alınmamış.Ancak 2009 yılında İran Azerbaycanında (Türk-fars) dilinde yayınlanan (Aftab-e Azerbaycan / Azerbaycan güneşi) Aylık dergisinin 40. sayısında yayınlanmıştır.(Oradan alarak bugün ki dilimize çevirmekte bana nasip oldu.) Saray’ın destanı şöyledir: Hazar Denizinin güney batı kesimini kaplayan Muğan Dağlık bölgesinin etekleri her zamanki gibi çimen çiçeklerle bezeli idi. Oralarda otlayan hayvanların meleme sesleri etrafı sarmıştı. Kayalıklardan gelen keklik sesleri bu manzaranın tatlı bir armonisi gibi oradaki insanların kulaklarında akisler yapıyordu. Hayvancılıkla uğraşan insanlarla meskun bu dağlar ovalar yine bu insanların tatlı acı günlerine şahitlik ediyordu.Çadırlarda yaşayan insanlar birbirleriyle icab eden bir diyalog içinde idiler.Arazideki çadırlardan bir çadır vardı ki herkesin merakını celbederdi.Bu çadır Gülnar ile Sultan’ın yaşadığı çadır idi.Sultan çok yardım sever birisiydi. İhtiyacı olanlara gülümseyen yüzüyle yardıma koşar, elinden geleni yapardı.Obadaki diğer insanlar Sultan ile Gülnar’ı akrabada da öte bilirlerdi. Gün oldu ki civardakiler Gülnar’ın hamile olduğunu öğrendiler.Herkes bu mutlu habere çok sevindiler.Aradan 9 ay 9 gün geçtikten sonra Gülnar doğum yaptı.Konu komşu bu merak ile onu ziyarete gittiler.Nur topu gibi bir kız dünyaya getirmişti.Komşular Gülnar’a geçmiş olsun diyip gözaydınlığı verdiler. Aradan birkaç gün geçince Sultan, obadaki aksakal yaşlı,bilge insanları çadırına davet edip, yemek ikramında bulundu.Bu akil insanlardan, yeni dünyası çocuğu için bir isim koymalarını istirham etti.Kabile büyükleri onun adının Saray olmasını önerdiler.Yani sarı-ay … Göçebe hayatının gereği olarak lohusa kadınlar en fazla iki gün kadar istirahat edebilirlerdi.Hatta doğumdan birkaç saat sonra kalkıp yapılması gerekli iş güç ne varsa yaparlar veyahut da bir yere göç etmek lazımsa o göçe katılmak için loğusa oluşları bir sorun olmazdı. Oba kadınları Gülnar’ın tez elden iyileşip aralarına katılmalarını arzu ediyorlardı.Ama gel gör ki Gülnar bir türlü kendisini toparlayıp dışarı çıkamıyordu.Günbegün Gülnar’ın karnı şişiyor yanakları da kızarıyordu..Konu komşu bu duruma çok üzülüyorlardı.Hatta kulaktan kulağa bir dedikodu da yayılmaya başlamıştı. Birilerine göre Gülnar’a nazar değmişti; bir kısımlarına göre ona cin çarpmıştı..Bir kısımları da yanaklarındaki kızartıya bakarak –hayır görmüyor musunuz ? o’nu al basmış. Al basmasa yanakları allanır kızarır mıydı? diyorlardı.Bunlara göre, al vuran bir lohusa kadın mutlaka ölürdü.Allah ona yardım etsin diyorlardı. Bütün obayı bir hüzün havası sarmıştı.İlaç yapmasını bileneler dağdan ovadan çeşit çeşit otlar çiçekler toplayıp Gülnar’a içiriyorlardı ama bunların hiç birisi fayda sağlamıyordu.Gülnar’ın bedeni günden güne şişiyordu.Onun güzel yanakları günbegün soluyordu. Gülnar öleceğini hissediyordu.Eşi Sultan’ı yanına çağırdı.Onun ellerini eline alıp koklayıp,yüzüne sürdü.Birbirini çok seven Gülnar ile eşi Sultan dakikalarca birbirlerine sarılıp ağladılar.Obadakilerde onlar gibi hüzünlü idi herkesi bir sessizlik sarmıştı.Bu çaresizliğe onlar da ağlıyorlardı. Gülnar eşi Sultana dedi ki; seninle görüşmemiz ahrete kaldı. Biliyorum benden sonra sana bir eş gerekecek. Biliyorum güzel kızımız nazlı Saram, onun bunun elinde kalacak ama Allah’ını seversen kızımı annesiz büyütme nazlı Saram hiç ağlamasın.O ağlarsa benim de kabrimde ruhum ağlayacak. Bu cümleler Gülnar’ın son sözleri oldu. Ruhunu teslim etti.Oba kadınları onun ölüm haberini alınca saçlarını yoldular dizlerini dövdüler ama ne çare Gülnar dünyasını değişmişti… Obada herkes günlerce yas tuttu. Verimli Mugan ovası bile yas tuttu dense doğru olur..Obanın ileri gelenleri ölen ile ölünmez diyerek herkesi hayvanlarına bakmağa işini gücünü yapmaya davet ettiler. Sultan için Gülnarsı günler başlamıştı.Dünyalar tatlısı kızı Saray’a hem ana hem de babalık ediyordu.Onu bohçalayıp sırtına bağlıyor öylece işlerini görüyordu. Keçilerin sütüyle onu besliyordu… Yaylaklardan kışlaklara, kışlaklardan yaylalara kona -göçe hayat devam ediyordu.Günler,aylar,yıllar çabuk geçti.Obadaki ileri gelenler Sultan’ın evlenmesini kaç defa kendisine söylemişlerse de olumlu bir cevap alamamışlardı.Sultan’ın da aklından geçen kimse yoktu.Ona göre varsa her şey Gülnar’ın hatırası Saray içindi…Çevredekiler de Sultan’ın bu vefa örneği hallerini çok takdir ederlerdi.Onu bu yönü ile daha çok severlerdi… Günler geçiyordu ve Saray’da büyüyordu. Saray büyüdükçe güzelleşiyor ve dikkati çekiyordu.Saray’da babası Sultan’ı çok seviyor ve onun yanından hiç ayrılmıyordu. O artık genç ve güzel bir kızdı… Onu gören gençler heyecan içinde kalır dizleri titrerdi.Artık Saray’ın güzelliği Mugan elinde dillere destan olmuştur…Sihirli bakışları, aşıklarının aklından çıkmaz olmuştur. Babası Sultan da yaşlanıyordu.Saçı sakalı ağarmış, takati de azalmıştı artık.Kızı Saray’ın lehine gelişen zaman, onun aleyhine olarak geçiyordu. Saray’ın güzelliğini duyan Şahlar,şahzadeler,Hanlar,haznedeler ona elçiler göndermeye başladılar.Saray, hiç kimseye ilgi göstermedi.Ümitle gelenler ümitsizce geri dönüyorlardı.Babası Sultan ise kızım Saray kimi isterse ben ona veririm.Aksi halde o konuda benim bir sözüm olmaz.Oldu ki Saray’ın güzelliği Han Çoban’ın kulağına kadar gitti.Han Çoban,çobanların hanı idi.Görkemli ve yakışıklı bir gençti.Saray, Han Çoban’ı beğenince yedi gece yedi gündüz devam eden bir düğünle onunla evlendi.Saadet kuşu Han Çoban’ın omzuna konmuştu artık.Saray’a gönül verenler de haliyle bu durumda bir şey yapamadılar…Düğün olduğu gecelerde Sultan rahmetli eşi Gülnar’ın mezarına gidip dualar okuyarak, ona güzel kızlarının düğün haberini verdi. Saray,eşi olan Han Çobanla yeni hayatına başlamıştı.Yaşantılarının gereği olarak göçebeliğin gereği dağda taşta dolaşıyor, hayatını mutlu şekilde idame ettiriyordu.Sultan da onları gördükçe hayır dualarını eksik etmiyordu. Yaz günleri bitmiş sonbahar yaklaşmıştı.Artık gelen kış mevsimi için yeni yerlere gitmek gerekiyordu.Gerekli işleri yapıp göç hazırlıklarına başlamak gerekiyordu. Bütün oba eli hazırlıklarını tamamlamış yollara düşmüşlerdi. Onca hayvanın kış mevsiminde iyi bir yerde kışlaması gerekiyordu.Hayvanlarla kışlağa gidecek olan Han Çoban Saray ile vedalaştı.Saray bu ayrılığın acısını içinde hissediyordu ama elden de bir şey gelmiyordu.Han Çoban sürüsüyle birlikte yavaş yavaş gözden kayboluyordu.Saray onu gözden kaybedinceye kadar izledi. Babası Sultan ile Saray da yapmaları lazım olan işlerli tez elden bitirmeliydiler. Aksi halde sonbahar yağmurları işlerini kazaya uğratabilirdi.Baba kız her şeyden habersiz çalışıyorlarken onlara doğru gelen atlılar grubunu fark etmemişlerdi.Ne zaman ki Sultan dinlenmek için bir taşa yaslandı ise o zaman gördü ki onları çembere almış bir atlılar topluluğu var.Şaşırdı ama ne yapacak, ne kaçacak halleri vardı.Ona doğru yaklaşan iki atlı takatten düşmüş ve yaşlanmış olan Sultanı kollarından kavrayıp liderlerine götürdüler.Sultan bu durumdan çok tiksinmişti.Sultan ona selam ve saygı dolu sözler söyledi ise de eşkıya lideri hiç de oralı olmadı…Sultana dedi ki –bu dünya güzeli kızın babası sen misin? Sultan, sert bir tonda olarak –evet benim, dedi… Eşkıya lideri ben kızınızın methini duymuştum.Ama bu kadar güzel olacağını da tahmin etmezdim. Devlet kuşu başınıza kondu …Onu alıp haremimin kadını yapacağım… Sultan, bu benim kızım ama evlidir.Aynı zamanda eşinin bana emanetidir. Eşkıya lideri gülerek dedi ki.Ben onun eşini razı ederim.Önce sen rızalık göster..Seni dünya malına doyururum.Rahat edersin. Sultan, eşkiyabaşının sözünü keserek dedi ki:Benim kızım satılık değil.Bir kız bir defa kocaya verilir… Eşkiyabaşı haykırarak:ben gökteki kuştan bile haraç alıyorum.İstediğim her kızı da alabilirim…Aldığım kızı istediğim zaman da boşarım.Şimdi sen bu kız için rızalık vermezsen zorla alacağım ona göre..Sultan sağa sola baktı ama el-obadan hiç kimse görünürde yoktu.Bir yanlarından Arpaçayı akıyordu.Aras nehri ile tamda burada buluşup birbirlerine karışıyorlardı.Bu bakımdan nehrin tam da bu kısmına bazen Arpaçay derken bazen de Aras diyorlardı.Öbür yanlarını da eşkıyanın atlıları sarmışlardı.Sultan çaresizliğini anlamıştı.Olayı izleyen Saray’da korkmuştu.Baş örtüsünü iyice sarındı.Gözlerinden başka bir yeri gözükmüyordu. Yavaş yavaş babasına doğru yaklaşmaya başladı.Hem korkuyor; hem titriyordu.Sultan çaresizliğini görünce eşkiyabaşına yalvarmaya başladı.Allahtan kork.Sana kadın mı yok.Bizi rahat bırak işimize dönelim dedi.. Eşkıya başı adamlarına emir verdi.-Kızı tutun.. Atlılar Saray’a yaklaşmaya başlayınca Sultan, kendilerini korumaya çalıştı ise de başarılı olamadı.Adamlar onu hırpalayınca kızı Saray’a doğru koştu.Adamlar daha sert davranarak Sultan’ın ağzını gözünü kanlar içinde bırakarak fena halde dövdüler.Diğer birkaç atlı da Saray’ı zorla ata bindirerek kaçırmaya başladılar.Saray, babasına- baba yardım et, baba yardım et, diye bağırdı ise de yapılacak bir şey yoktu.Sultan, kendinden geçmiş halde yerde yatıyordu.Kızına yardım edecek halde değildi.Bir ehli dilin ifadesiyle şu dizeler o anı tarif için imdat ederler. *Sara kollarına ip bata bata *Daratıp çalıştı kendin necata *** Sultan dizleri üzerine doğrulup arkadan bağırdı. Ey Han.Ey atlılar.Madem böyle sizden bir isteğim var.Beni dinleyin diye bağırdı.Bunu duyan eşkiyabaşı, atını durdurup Sultan’a doğru baktı.Diğer atlılarda durmuşlardı.Sultan: madem böyle hiç olmazsa son kez kızımla görüşmeme, vedalaşmama izin verin.Onu bundan sonra göreceğim meçhul.Bir daha göremem dedi.Eşkıyabaşı Sultanın bu işe razı olduğunu düşündü.Adamlarına işaret ederek Saray’ı serbest bırakmalarını işaret etti.Kimsenin aklına bir şey gelmemişti.Saray babasına doğru koşarak geldi.Baba kız birbirlerine sıkıca sarıldılar.Bir birlerini koklayıp, yüzlerini biri birlerine sürttüler.O arada kız ve babası kulaklarına bir şeyler fısıldadılar.Son bir kez daha sıkı ve daha sıcak olarak birbirlerine sarıldılar.Sağda güz yağmurlarıyla beslenmiş Aras’ın yükselmiş dalgaları sesli sesli çağıldıyordu…Atlılar baba ile kızının bu vedalaşmasını öylece izliyorlardı. Birazdan baba ile kız birbirlerinden ayrıldılar.Saray ellerini açarak Aras’a doğru yöneldi.Nehir sanki kendisini bekliyordu.Sultan, kızı Saray’a yaklaşıp onu nehire doğru itekledi.Saray kollarını açarak, kendisini koynuna almaya hazır çayın derin sularına gömüldü.. *** Sultan, eşkıyabaşına dönerek: madem bu kadar yürekli birisin işte Aras nehri, Saray orada gir ve al..Atlılar Aras’a doğru koştular.Ama kimse cesaret edemedi.Eşkiyabaşı öylece bakıyordu.Sonra atını mahmuzlayıp oradan uzaklaştı.Adamları da onu takip ettiler. Sultan ise eşi Gülnar’ın mezarına varıp üzerine abandı. Öylece kalakaldı.Bunun üzerine el obadakiler bir türkü yaktılar.O türkü günümüze kadar söylenen “apardı seller saranı” türküsüdür.Günümüzde söylenen sözleri şöyledir. Arpaçayı aştı taştı Sel Saramı aldı kaçtı Üç bacının gözü yaştı Apardı seller Saramı Bir uca boylu balamı Arpaçayı derin olmaz Akan sular serin olmaz Sara gibi gelin olmaz Apardı seller Saramı Bir uca boylu balamı Gidin deyin Han Çobana Gelmesin bu el Mugan'a Gelse batar na-hak kana Apardı seller Saramı Bir uca boylu balamı Arabalar gelir koşa Ben kurbanım kalem kaşa Oğlan elin çıktı boşa Apardı seller Saramı Bir uca boylu balamı

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Gürsoy Solmaz