Belki seni unuturum. Vazgeçerim bembeyaz çiçeklere bakmaktan. Vururum yüreğimi dağların sırtlarına. Uçurumlara baka baka belki seni unuturum. Şiir yazmaktan usandım. Roman yazdım, kelime kelime seni anlatan. Saçlarının renginde gün batımı manzaraları çizdim. Belki seni görmekten vazgeçerim diye göz kapaklarımı diktim. Yine de seni hatırladı bu yürek. Söz dinletemedim ona. Yüreğim yana yana yine de seni diledi. Seni istedikçe başımdan aşağı kaynar sular indi.
Belki seni unuturum. Çünkü bu benim yaşantım değildi. Sadece bana yaşattığın buydu. Ve ben samanlıkta iğne arar gibi bir sevgi, bir aşk ararken; saman alevi gibi kapladın bütün dünyamı. Ben gün yüzü görmek isterken, karanlık bir dünyayı miras bıraktın bana. Oysa ne çok isterdim bembeyaz bir güle bakar gibi sana bakmayı. Ve mis gibi kokan bir çiçeği koklar gibi yanında cennet bahçelerinin kokusunu duymayı ne çok isterdim.
Hep bana gözlerin ne güzel derdin. Oysa hiç anlamadın değil mi o gözlerin bana hiç mutluluk göstermediğini? Yayla kuşlarının bakışlarına benzetirdin bakışlarımı. Ama hiç anlamazdın kanatlarımın ne derece kırık olduğunu. Alırdın başını giderdin. Ah bir bilsen beni ne çok üzerdin. Sen giderken kurt görmüş bir kuzu gibi korkardım ve ağlardım. Beni karanlık bir dünya içinde bembeyaz bir kuzuya çevirirdin.
Oysa ki masal gibi gelmiştik bir araya. Aşk iksirinden içmiştik doya doya.Uzun kış geceleri sen başını omzuma yaslar hülyalara dalardık. Sen kızıl renkli saçlarınla, sütun gibi bacaklarınla bir antik şehre benzerdin. Ben seni keşfederdim. Aşk yağmurları yağardı üzerimize.Şimdi ne oldu bize. Ne çabuk bitti bu rüya. Ardında kaldı kapkara bir dünya.
Senin yanında kendimi hep bir suçlu gibi hissettim. Bir daha gün yüzü göremeyecek bir idam mahkumunun sabahın ilk ışıklarıyla gözyaşı dökmesi gibiydi sana olan sevgim. Hep bir umut ışığı bekledim senden. Sen ise benim ayaklarımı yerden kestin. Ben bunu ilk önce aşk zannettim. Sonradan anladım bunun bir ölüm oyunu olduğunu. Sonradan anladım bir intihar yüreğiyle seni sevdiğimi ya da darağacında aşk tadında bir meyve olduğumu. Sen aşkı benimle tattın. Ben ise her gün can cekişmenin acısını yaşadım. Sen benden ruhumu ve içtenliğimi aldın. Geride posa halinde bedenimi bıraktın. Bana bir güzellik bırakmadın.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta