Antakya : Toprağın altında kalan medeniyet

Suleyman Zorman
58

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Antakya : Toprağın altında kalan medeniyet

I. Metalik Uğultu

​Önce yer sarsıldı sinesinden, koptu kadim bir bağ,
Sanki gökyüzü ters döndü, üstümüze yıkıldı koca bir dağ.
Zamanın dikiş yerleri söküldü saat dört on yedide,
Bir dev uyandı ki uykusundan; hıncı taştan, nefesi mermerde.
O an ne bir çığlık yetti sessizliği yırtmaya,
Ne de bir dua muktedir oldu o karanlığı aydınlatmaya.
​Betonun ve demirin o soğuk, o vahşi dansı başladı,
Asırlık cumbalar, Roma’dan kalma kemerler birer birer taşlandı.
Antakya; ey ipek yolunun yorgun ve mağrur gelini,
Nasıl da bıraktın celladın eline o narin, o zeytin kokulu elini?

​II. Asi’nin Ters Akan Suları ve Boğulan Hafıza

​Asi nehri; hani o tersine akan başkaldırının suyu,
Şimdi bir kefen gibi örtüyor kentin altındaki o derin uykuyu.
Kiliselerin çanları sustu, minarelerin sesi boğazında tıkalı,
Her sokak birer kör kuyu şimdi, her kapı birer ölüm kapalı.
Hangi dilde ağlayalım şimdi? Arapça mı, Türkçe mi, Kürtçe mi? Süryanice mi?
Acı, lisanını seçti o gece: Hepimiz aynı enkazın engebeli hecesi!
​Tarih, bir moloz yığınına dönüştü Saint Pierre’in eteğinde,
Bin yıllık mozaikler çatladı, bir halkın kalbiyle aynı gergefte.
Defne ağaçları utandı kokusundan, yaprak döktü kışın ortasında,
Çünkü artık ölüm kokuyordu her nefes, o zifiri tozun arkasında.

​III. Tırnaklarla Kazılan Gelecek

​"Orada kimse var mı?" "Sesimi duyan var mı? sorusu; tarihin en ağır, en kanlı sorusu,
Cevapsız kaldıkça büyüdü içimizde o dehşetin korkusu.
Anneler gördüm; parmak uçları toprağa karışmış, tırnakları sökük,
Babalar gördüm; omuzlarında dünya, dizleri betondan daha bükük.
Ahmet Telli’nin dediği gibi; "Gidip gelmelerin o ince sızısı" değil bu,
Bu, bir halkın alnına demirle kazınmış o kapkara yazı...
​Bir yanda soğuk, bir yanda kar; gökyüzü bile sırtını döndü bize,
Açlık bir yandan vurdu, sahipsizlik çöktü iliklerimize.
Oysa biz ekmeği bölüşen, zeytini ortak kılan bir sofraydık,
Şimdi her birimiz kendi enkazımızın başında, kimsesiz birer adaydık.

​IV. Enkaz Altındaki Notlar ve Yitik Şarkılar

​Hasan Hüseyin’in gür sesiyle haykırmak gerek şimdi:
"Hangi kitabın hangi sayfasında yazar bu kıyımın tarifi?"
Sınıfsal bir öfke birikiyor molozların o tozlu rahminde,
Çünkü saraylar sarsılmazken, halk boğuldu kendi evinin derdinde!
Müteahhit kârının, çimento hırsının faturasıdır bu yıkım,
Ölenler yoksullardı; ve yoksulluk, enkaz altında en ağır takım.
​Grup Yorum’un o yasaklı ezgileri gibi, şimdi Hatay da bir direniş kenti,
Küllerinden doğmak için bekliyor o büyük, o sarsılmaz momenti.
On beş sayfa değil, on beş asır geçse de geçmeyecek bu sızı,
Çünkü biz orada bıraktık; en güzel günümüzü, en parlak yıldızımızı.

​V. Küllerin Altındaki Tohum

​Ama bak; yıkıntıların arasından bir çocuk eli uzanıyor güneşe,
Hâlâ bir umut var, hüzün dönse de bir gün o kadim neşeye.
Antakya’yı yeniden kuracağız; harcına gözyaşı, tuğlasına sevda katıp,
Bu karanlık sabahın hesabını, bir gün o zalim tarihten çekip alıp!
Türküler yine söylenecek Asi’nin o inatçı kıyısında,
Ve biz, o enkazın altından sağ çıkan her bir notanın yankısında,
Yeniden tanıyacağız birbirimizi; acıda kardeş, isyanda yoldaş kalarak.

​VI. Sınıfsal Öfkenin Katmanları

​Bakın ve görün bu koordinatı;
Burada mülkiyetin hırsı, betonun soğuk ihanetiyle birleşti.
Zemin etüdü değil, kâr payıydı masalarda konuşulan,
Ve şimdi o masaların altında kaldı, hayatı tırnaklarıyla kazıyan.
Yüksek katlı rüyalarınız, yoksulların kâbusuna devrildi,
Sizin "rezidans" dediğiniz tabutlar, bizim kardeşlerimize mezar edildi!
​Hasan Hüseyin gibi soralım o vakit:
Hangi "kader planı" ayırır sarayı molozdan?
Neden her kıyamette yoksulun evi elenir tozdan?
Öfkemiz, o taze betonun içindeki eksik demir kadar sivri,
Ve hesabımız, o enkazın altında kalan son nefes kadar diri!
Dövüşen anlatsın şimdi;
Nasıl satıldı bir şehrin ruhu, bir avuç kanlı kâğıda?
Nasıl dönüştü o şaşaalı balkonlar, sonsuz bir ağıda?

​VII. Hafızanın Kaybı ve Silinen Alfabe

​Antakya bir kent değil artık, bir boşluktur tarihin tam orta yerinde.
Sokak isimleri silindi, anılar boğuldu o tozun gri perdesinde.
Bir çocuk, babasının sesini arıyor o demir yığınlarının dibinde.
Hafıza dediğin nedir ki?
Bir fırının kokusu, bir kapının gıcırtısı, bir komşu selamıydı...
Şimdi hepsi o büyük, o sağır, o metalik uğultunun içinde kaldı.
​Siliniyor bin yıllık alfabe;
"Merıhna Nıhna Hon"
Arapça bir ağıtın yarısı betonda, yarısı gökyüzünde.
Çan sesleri, ezan seslerine karışamıyor artık o meydanda,
Çünkü meydan yok artık, sadece bir boşluk var insanın vicdanında.
Her bir taş, bir insanın hikâyesini saklıyordu oysa;
Şimdi hepsi "moloz" diyorlar, kamyonlara yükleyip döküyorlar uzağa.
Hafızamızı çöpe atıyorlar, farkında mısınız?
Bizi sadece evsiz değil, bizi geçmişsiz bırakıyorlar!

​VIII. Sokağın öfkesi ve Türküsü

Enkazın arasından bir ezgi yükseliyor şimdi:
Sıyrılıp gelen sadece bahar değil, bir halkın bilenmiş öfkesidir!
Sesimizi duymayanlar, o mermer kulelerinde oturanlar bilsin;
Bu şehir, altına gömüldüğü o tozun içinden,
Yeni bir lisanla, yeni bir kavgayla çıkacak!
Dövüşen anlatacak o zaman;
Yalnızca yıkımı değil, o soğuk gecede paylaşılan bir hırkayı,
Tırnakla kazılan o tüneli, o ölümüne dayanışmayı.
​Artık lirik bir hüzün yetmez bize,
Çünkü biz, öldüğümüzle kalmayacak kadar kalabalığız,
Ve biz, bu enkazın hesabını soracak kadar haklıyız!.

Suleyman Zorman
Kayıt Tarihi : 22.12.2025 19:00:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Hatay depreminde yaşanan acı

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!