Çok ıssız kaldım bu şehrin sokaklarında. Bir bekleyenimin olmadığı da oldu bir selam vermeyenim de. Unuttum ayrılığın acısını bir seher vakti. Kaygılarımın arasında harcadım ömrümün üçte ikisini. Meçhul hep bir yara bırakır kalplerde, gidenler dönmez sevda limanına ve sokakların tavanı yoktur seven kalpleri koruma adına. Sinir harplerinden çıktığım bilmem kaç yüzüncü gecede devirdim yine gözlerimi yatağın baş ucunda duran eski fotoğraflara. Bolca küfür ve metafor eşliğinde ruhum çekildi ayak uçlarımın iman tahtama doğru. Ölmedim fakat tek bir gün bile yaşamadım şu merhametsiz dünyada. Geçmişi yad ettim hep, acılarımla beslendim, onlarla büyüdüm, onlara boyun eğdim bu yaşıma değin. Kimsesiz kaldığım da oldu ama hiçbir şey kendimsiz kalmak gibi değildi. Kendim de olamadım bazı bazı, bilemedim adım ne yaşım ne. Şimdi sık sık ürperiyorum ve yılıyorum bazen yaşamak zorunda kaldığımız ömrün baharında. Yaşamı zıt uçlar arasında tutamıyorum, gelsem olmuyor gitsem olmuyor alın yazısı. Öyle bir seher vakti ki güneş çoktan doğup batmış da bir ben kaçırmışım gelip geçen treni. Hüzün kopçalanmış gençliğime yalnızlığımdan arta kalan. Bir elem içinde bin nasihata kafa tutuyorum yaşım henüz 27 ama sorun olursa 58 diyin.
Kederi iliklerime kadar gördüm, çok sıkı iki dosttuk biz onunla. Ne zaman bir mutluluk esintisi görsem hayatımda hep baş verirdi kalp kapakçığımdan beynime doğru. Ne zaman hayal kursam canlanırdı yanı başımda.
Annemi anıyorum sık sık ve anımsıyorum morg odasını. Kalp masajından kırılan kaburgalarının yarattığı morarıklığı, seslensem uyanacak gibi duran halini, yüzünün nurunu. Ama seslendim ve duymadı. Feryat ettim hastanede, her santimetrekaresi inledi koridorların yasıma. Bir tek annem duymadı bir tek o uyanmadı. Kalbimin kapakçıları cereyanda kaldı anne, senin yanına kimseyi koyamadım. Uyansan şimdi seni yatırdıkları o soğuk morga, inletsen bütün hastaneyi oğlum diye bağırsan. Bugün 58 yaşındasın anne, her zamankinden çok daha gençsin, gıyabında 8.mumu diktim kalbime sonsuza dek yanacak, anne beni senden başka kim anlayacak? Mezarlarının üzerinde açan papatyalar gibi beyaz tenine bin canım feda olsun. her ezan sesine adını sıkıştırdım. Her ayetin içine adını fısıldadım ki dualarım arşa çıksın. Duysun rabbim bu cihanda kalbimin ayazda kalışını. Sen yoksun beni eller ne yapsın ? bin derdim var derdim bu derde düşmeden önce, hepsinin toplamı senin yokluğunun zerresi etmezmiş bunu da sen öldükten sonra öğrendim. Kalk gel demiyorum sana ama n’olur kalk gel hayatıma tekrar. Mesai sonu yaktığım her sigara, içtiğim her kahve, okuduğum her kitap ve dinlediğim her müzikte senin tonun var. Anne şefkatine özlem ve kelimelere sığamayacak kadar hüzün var bugün kentimin sokaklarında.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta