Bu kentin hüzünlü ҫocuğuyum ben! Hüzüne yaklaştıkҫa acılarım artar, acılarım artıkҫa iҫim sızlar ve hep iki kişiye ağlarım ben! Anıların nostaljisi serin olduğu kadar soğuktur ve üşütür insanın iҫini, yaralar yüreğini, zamansız ve ölҫüsüz metrelerle …
Sevgili anam, bütün Anadolu anaları gibi yüreği yaralı anam. Seni bundan hemen hemen 28 yıl önce bir Agustos ayında kaybettim. Aynı ayda, senin hakka yürüyüşünden tam 27 yıl sonra da, aynı yaşta en sevdiğim insanı, yüreğimin yarısını da kaybettim. Senden sonra en ҫok onu beklemiştim gelecek diye ve O bir gün de geldi sevgili anam! Geldi, ama O’da senin gibi erken veda etti bu cehennem Düya’ya! Önce yıllarca, iҫimde sensizliğin acısını faizlerin faiziyle yaşadım ve hala da yaşamaktayım. Sonra o acıyı bir nebze de olsa dindirdim sanırken, hiҫ beklenmedik bir hastalığın penҫesinde onu kaybetmek ise ikinci yıkımım oldu! Ҫünkü siz, şimdi iki annesiniz ve bu tesadüf olamaz, aynı yaşta, aynı ayda, aynı günde ve aynı ayda sizleri kaybetmek! Kabullenilecek bir acı değil ve bende o acıyla yaşıyorum, yaşamaya ҫalışıyorum!
Ҫekilmesi gereken bir acı gibi gelse de!
Ҫekilmiyor, ne bileyim işte!
Şimdi sizsizliğin yanlızlığı ҫöküyor
Her gün ve her saat yeniden kabus gibi üzerime!
Anne! Anne, artı iki anne!
Sevgili anam, yüreğime yüklediğin insanlık bilincinin sevgisiyle yaşamaya ҫalıştım hep ve öyle de sevdim! Sizlerden, senden hep uzaklarda seni aradım durdum! Sonunda sana benzer bir insan buldum! Ve ondan da mahrum oldum! Her şeye rağmen bir defa cesaretle ve yürekle kendi üzerime yürüdüm ve kafama bağladığım tüm zincirlerimi kırdım. Kırdım kırmasına, ama, gel gör ki, O’nu da kırdım ve gitti. Boşluktayım bir nokta gibi! Peron 19’da oturuyorum, gelene geҫene bakıyorum! Polis şüpheleniyor, ama kılığımdan dolayı herkese kimlik sordukları halde bana nedense bir şey sormuyorlar, ben kitap okuyorum, bir şeyler yazıyorum, yani garın bankını kirasız kullanıyorum. Internet de bedava ve yazdıklarımı hemen paylaşabiliyorum, kalın dizlik giyersem üşümüyorum. Birayı sevmediğim iҫin ne zaman bir tane iҫmeye kalksam, ya da iҫsem kendimden nefret ediyorum. Rakıya ise bu kalabalık ağır gelir. Ҫünkü onunda kendine has bir adabı var iҫmek iҫin! Geriye kalan ise hüzün, şiirler ve hulyalar oluyor bu kimsesiz şehirde. Bunlarla size hitap etmeye ҫalışıyorum, yer yer ağlıyorum tren gıcırtılarının kulaklarımı yırtarcasına frenleyişlerini duyunca! Birde uygun dizlik giyinmişsem dizlerimde üşümüyor Canım Anam, Gül Yanaklı Prensesim! Birbirinizi ne yazık ki, tanımadınız! Canım Anam, ama Gül Yanaklı Prensesim’e seni ҫok anlattım, yüreğini, düşlerini, beklentilerini O’na anlattım ve O’nda buldum! O da senin gibi yufka yürekli, özverili, bir dilim ekmekle bir günü bitiren fevkalede mümtaz, narin, münevver, ince ruhlu, türküyü seven birisiydi. Ben yaklaşık on yıldır ekmek yemediğim iҫin, “sen insanı bir dilim kuru ekmeğe de muhtaҫ ediyorsun” diye şakalarda yapardı o yüce insan! Bunlar filim şeridi gibi gözlerimin önünden geҫerken ağlamak ne kelime yürekten inliyorum! Seni, senin kadar hep anlattım işte O’na sevgili Anam! Sakarlıklarımla beraber. Hiҫ bir şeyi saklamadım, hiҫ gizli bir yanımı bırakmadım Ona, ilk okuduğum E. Zola’nın, Tohum Yeşerince kitabıyla değişen düşünce dünyamı ve E. Hemingway’in Gazap Üzümleri’nin politik bilincimde ki netleşmemi bile ona anlattım ayrıntılarıyla beraber. Köyümüzü, dereleri, tepeleri, fasuyle ekişimizden, fıstık ağaҫlarına kadar, Armutlu Tarlayı, Alıҫlı Bölüğü, Kırmızı Kaşı, Sarı Kayalar mevkisini! Anlattım Adana’ya nasıl gittiğimi! Anlattım, nasıl Asya’dan Avrupa’ya geldiğimi! Nasıl sabırla O’nu beklediğimi! Canım Anam, O’nda seni buldum! Ruhuyla, karekteriyle, yüreğiyle, eliyle, gözüyle, sözüyle, iҫiyle, dışıyla, acısıyla, sevinciyle, … Ya da hayatın ona yaşatmadığı yaşamı O da bana anlattı! Kendi iҫinde yaşadıklarıyla, iҫinde yıllarca biriktirdiği yanlızlığını anlattı bana! Ҫekmek zorunda bırakıldığı acıların onu nasıl ezdiğini bu acılar altından kalkamayacak kadar derin ve ince duygusal bir ruh haline sahip oluşunu anlattı bana! Ben de anlattım ona, nasıl feodalist ilişkilerden kendimi kurtardığımı, asıl sömürünün ailede başladığını anlattım, anlattık iҫimizi birbirimize ve sonunda anladık ki, bizler birer ruh ikiziymişiz meğer! Ben de kendi yanlızlığımı anlattım O’na, O’nun sormasına gerek kalmadan cevapladım kafasına takılan tüm soruları! Ama, O’nun da senin gibi yüce ruhlu bir anası varmış, maalesef ben de O’nu tanımadım, ama O’na 2017 yılında, O’nun anlattığı ve tasvir ettiği biҫimde yedi sayfalık bir makale yazdım! Yazdığım yazıyı okunca ҫok duygulanıp ağlamıştı! Neden ağlıyorsun? Diye O’na yönelttiğim soruda ise O bana, “sen annemi tanıyormuş gibi yazmışsın bu yazımızı diye sevinҫten ağlıyorum Hasan Hüseyin” diye cevaplayınca oturup beraber ağladık. Şimdi ikiniz de bedeni olarak yanımda değilsiniz maalesef, ama ruhen her adımımda bana eşlik eden yegane ve yeri doldurulmayacak kadar değerli insanlarsınız. Sizi erken yaşalarınızda kaybetmenin burukluğunu, ama tanımanın ise huzurunu yaşıyorum! Sizler benim bir kaҫ satırlık yazımla anlatılmayacak kadar büyük insanlarsınız! Her şeyden önce birer yaratıcı annesiniz! Bu ayrıcalık ve artı değer size yakışan en büyük değerlerinizdir. Benim amacım sizleri bin yıl sonra bile yazılarımı okuyanlar tarafından hatırlanmanız konusunda sonsuza taşımak!
Uykusuz gecelerimde, aldığım nefesimde, pencereden iҫeri giren havada, ağaҫta öten kuşun figanında, yağan yağmurda, kopan fırtına da, kırlarda ve saksılarda aҫan ҫiҫeklerde, hatta şu an hareket eden Amsterdam treninde yokluğunuzu en acı şekilde hissediyorum ikinizinde! „Acılar zamanla küllenir“ diyenlerin hiҫte haklı olmadıklarını zamanın kendisi bana gösterdi! Bunların, bu sözlerin, bu sözleri söyleyip vecizeleştirenlerin ne kadar yalan söylediklerini şimdi anlıyorum! Şu anda! Ondokuzuncu peronda, bilgisayarımın tuşlarına vururken! Sırtımın üşümesine aldırmıyorum, ama sizlerin yokluğunun beni titreyişini ruhumun derinliklerinde hissediyorum! Gece ҫöküyor ve saat 22:43’ü gösteriyor. Bu kezde gecenin koyu yanlızlığı sakin mi sakin kalan bu garın yanlızlığı gibi düşlerimde, akşam batan güneşin hüzünü ve doğan günün patlıcan kızıllığında ki tokadı gibi sabahımda da yokluğunuzun vermiş olduğu keskin acılar titretiyor bedenimi soğuk havanın yerine! Hatta belki günden güne acısı artan, sırtıma saplanmış bir hanҫerin kanattığı ve günden güne sızlayarak ince ince kanayan bir yara oluyor sizsizlik!
Her gün iҫin de yaşadığım hayatımın fotoğraflarını çekiyorum ve şöyle bir göz atıyorum. En iyi teknikler kullanılmış, malzemede masraftan kaçınılmamış, dekorun cıvıl cıvıl olduğu bir kare var sanki elimde. Ama biliyor musun, asla netleşmiyorlar, hep flu bir karanlık var bu fotoğraflarda. Çünkü bir eksik var. Hem de yeri hiçbir şeyle doldurulamayacak bir eksiklik! Sizlerin sıcaklığının yerini hangi fotoğraf veya hangi resim doldurabilir ki … Ben resessif kalıyorum bu durumda! Ruhum mutasyona uğramış, genlerim tahrip edilmiş, beynim ise matematiksel olarak durmuş ve hiҫ bir işlemi yapmayacak kadar yorgun! Ҫünkü sizler eskiksiniz!
Artık sürekli nostaljik geri dönüşler, dönüşümler yaşıyorum! İşte ҫalışırken, müzik dinlerken, kitap okurken, yazı yazarken, nehiri seyrederken, ağlarken, üzülürken, hüzünlenirken, bisiklet sürürken, seyhat ederken, tramvayda otururken her an, ama her an bir yanımda bir eksikliğin olduğu hisleriyle yana yana tükeniyorum! Ama hep sizinleyim! Hastaneler de yaşamdan koptuğunuz anları yeniden ve hep yeniden yaşayarak ve zihnimde tanıklık ederek tıkanıklık yaşıyorum özümde! Sevgili Anam, seni kızdırdığımı biliyorum, ama O’nu hiҫ kizdırmadım, üzmedim, üzmeye kıyamazdım da zaten. Başkasını üzmemeyi senden öğrenmiştim ҫünkü! Bana bir defa bir nasihatın olmuştu ҫünkü canım Anam! „Gitmek istediğin yerden sessizce git oğlum, hiҫ gürültü etmeden“ demiştin! Ben de bu sözüne dayanarak yaşadım ve düştüm yollara! Varmak istediğim hedefler adına … Ama yine de bazen, kendi kendime şu soruyu yöneltmekten de hiҫ ҫekinmedim: Acaba sen Annem olarak, O da Gül Yanaklı Prensesim olarak kendinizi bana yeterince anatınız mı? diye düşünüyorum! Ya da ben sizleri yeterince anladım mı? diye! Sonra da anlamaya ҫalıştım ve eksiğim varsa gıyabınızda sizlerden özür diliyorum! Bazen de ҫocukluğumun en sıcak günlerine geri dönerek o eşsiz sıcaklığınıza sığınıyorum acılı hüzünleri yüreğimle paylaşarak! Gül Yanaklı Prensesim ise ufak tefek nüanslarla burada biraz farklı olsa da, senin gibi ҫok ҫalışkan, ҫok kırılgan (kırılmış, kırmışlar), ҫok acılar ҫekmiş iki kadın olarak eğer sakladığınız hüzünleriniz varsa o üzüyor beni! O buram buram acı tüten, acı kokan yanlarınızı, sevdiklerinizi, zorlukları yene yene yenilişinizi, tüketilişinizi, savaş verişinizi ve savaşҫılığınızı saygıyla bir kez daha anıyorum! Ne yazık ki artık bu savaşı kaybettik, savaş bitti ve savaşҫılarım gitti … Ölüm iki sıfır (2-0) galip, ben ise Roma viraneleri gibi bir garda durmuş gelen geҫen trenleri, bu kalabalık şehirde yaşadığım sizsizliği hüzünlerle yorgan edip üzerime örterek mağlup bir şekilde biniyorum trene eve gitmek iҫin! Bütün ışıklar sönüyor birden! Kahrolası ölüm, yaşamadığımız ve iҫini bir türlü doldurmadığımız hayatımızı bırakıyor geriye! Yaşamlar bitiyor ve hayat devam ediyor!
Buruk bir kentin hüzünlü ҫocuğu H. Hüseyin Arslan – Frankfurt am Main Garı 09/10.05.2020
Kayıt Tarihi : 30.5.2020 00:54:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!