O akşam ne çok şey konuşmuştuk onunla... Filmlerden, Polonyalı yönetmen Kieslowski’den. Yakınlarda kaybetmiştik onu. Peki Kieslowski o özellikle Mavi filminde aradığı iyiliği bulmuş muydu? Neredeydi iyilik? Arınmak? Görünmeyen, saklı bir yerde miydi? En dipte miydi iyilik, düşkünlükte miydi? Yoksa iyilik, arınma diye bir şey yok muydu, biz dünya sürgünlerinin çektiğimiz aşk özlemi gibi bir şey miydi, iyiliğe, arınmaya duyduğumuz bu dinmez özlem...
Sahi, Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filmini de konuşmuştuk... İnsan bir fotoğrafa âşık olabilir miydi? Belki de bugüne dek yapılmış en umutsuz aşk filmiydi Sevmek Zamanı. Gerçekliğin acımasızlığından korkup suretlere sığınan kalplerimizin trajik bir özetiydi sanki...
Sonra Behçet Necatigil’i anmıştık, onun Kaçmalar şiirini: Sızlar ince içerlerde yara / Vurur yüzeylerde şeylere üzüntüsü, acısı / Elden kayar bir çatal / Ya da düşüncelerde erir boy’na sigara.../
Sonra ansızın başını örten şehirli kadınları konuşmuştuk, bir gece rüya görüp, sabah ansızın örtünen subay ve hakim eşlerini... Şehirlerin insanı yapayalnız bıraktığını, buralarda kimsenin kazanamayacağını, sürekli bir yenilgi duygusuyla yaşanacağını anlatmıştık birbirimize...
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.