Anne Ben Doydum mu? Şiiri - Halit Mehdigil

Halit Mehdigil
31

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Anne Ben Doydum mu?

.........O gün beş yaşındaki Açelya annesi ve babası bir de yirmi yaşlarındaki
misafir Ayşegül Hanım'la birlikte sofradalar...Açelya'nın tabağında beş köfte vardı,üçünü yemişti ve doymuştu. Annesinin yüzünde gözleri kalmıştı.Keşke:
'Bitir şu tabağındakileri,demese! 'Kusmak istiyor ve yemek istemiyordu.
........Ayşegül anlamıştı, sevimli Açelya'da bir huzursuzluk olduğunu sezmişti:
-Doydun mu Açelya,neden yemiyorsun?
-Ama...
-Ama ne?
-Ben doyduğumu bilmem ki...
Ayşegül tabağındaki son köfteyi çatalına iliştirirken,nasıl doyduğunu bilmez, garip bir şey var. Oysa çocuk bal gibi de yemek istemiyor,diye düşündü.
Açelya:
-Ama annem tabağında artık kalmasın, bitir diyo.
Ayşegül düşündü,Açelya'nın doyduğuna Açelya'nın vücudu karar veriyor. Mide diyor:
-Ben istemiyorum...
-Bağırsaklar:
-Ben de!
Ama Açelya'nın annesi bu, bakar mı Ayşegül'ün organlarının isyanına. O daha doymadın dedi mi,gökten ay da kopup gelip yalvarsa olmaz.Çünkü Açelya onun çocuğudur.O gerçekte bilinçaltında kölesi sanıyor:
-Seni ben doğurdum,benimsin,ben ne dersem o olacak!
Açelya bir köfteyi daha zar zor çiğniyor isteksizce:
-Anne ben doydum mu?
-Konuşma kızım bitir tabağındakini!
-Baaaak! annem ne demek istiyor? Demek ki ben doymamışım.
................

.....Sevgili dostlar bunu Sevgili Profesör Doğan Cüceloğlu'nun kitabındaki bir anlatımında okumuştum.Diyalog şekline ben getirdim.Kahramanları ben oluşturdum. Prof. Doğan Cüceloğlu'nu okumanızı tavsiye ederim.Çünkü Türk
toplumunu çok iyi tanımış.Amerika ve Kanada gibi ülkeleri gezmiş orada ki insanların yaşamı,gelenekleri ve düşünüşü ile bizi karşılaştırmış. Psikolojiyi herkesin anlayacağı şekle indirgemiş.
........Bir konferansında bulundum.orada iki şey çok can alıcıydı.Sizinle payla şacağım. Sonra da kahramanım Açelya'ya döneceğim.Açelya büyüdüğü zaman nasıl bir insan olacak? Birey olabilecek mi olamayacak mı? Görüşlerimi yazacağım. Prof.Doğan Bey'e dönelim:

.........Bir şirket, çalışanları için Prof.Doğan Cüceloğlu'nu davet eder.Doğan Bey anlatımını yapar.Herkes salonu terkederken kendisine haber gelir.Bir adam kafasını duvarlara çarpıyor,ağlıyor,gelir misiniz? Bir süre dövünmesini devam ettiren adam sonunda Doğan Bey'in karşısında olduğunu farkeder:
-Buraya çok isteksiz geldim.Şirket zorunlu tutmasaydı gelmeyecektim.Ama anlatımlarınızdan sonra kahroluyorum.17 yaşında bir kızım vardı.Bir de şimdi ilkokula giden oğlum.Oğlum olmasa kafamı duvarlara çarpıp ölmek istiyorum
Kızım öldü,hem de benim yüzümden:
-Kızım lise son sınıfa gelmişti.Bir gün sinirli şekilde üniversiteyi kazanmaz
san GÖZÜME GÖZÜKME dedim.
....Kızımın zorlandığını farkediyordum.Ama öyle demekle mutlaka üniversiteyi kazanacağını sanıyordum.Bir gün dersaneye bir profesör eğitimci gelir:
-Arkadaşlar üniversiteye her 10 kişiden ikisi girecek,sekizi giremeyecek, ona göre çalışın.Kızımın dersanede de durumu iyi değildi ki ümidini kesiyor artık ben kazanamam diye..Dersane çıkışı yaşamına son veriyor.
.....Doğan Bey sizi dinlediğim ana kadar dershaneyi,annesini,öğretmenlerini herkesi ama herkesi suçladım. Bir tek kendimi suçlamamıştım. Oysa kızıma:
-Üniversiteyi kazanmazsan GÖZÜME GÖZÜKME diyen bendim.O da gözü me hiç gözükmemecesine göçüp gitti. Kızımı ben öldürmüşüm Doğan Bey daha ne olsun?

Şimdi ikinci anlatım:

......Bir üniversitenin mühendislik fakültesinin mezuniyet töreni. Birinci,ikinci ve üçüncü mezunlarına ödülleri veriliyor.Tören bitiyor üçüncülük elde eden
mühendis genç hüngür hüngür ağlıyormuş.Doğan Bey yanına gider,niye ağla dığını sorar:
-Hayatımın ikinci hapishanesine gireceğim.
-Neden?
-Babamın döküm atölyesi vardı.Bana dediki:'Bu atölyenin devam etmesi için sen hukuk (Muhtemelen hukuk) okuma sen mühendis ol,işinin başına geç.' Üniversiteyi bitirene kadar bana hapishane olan fakülteyi bitirdim.Hayatımın ikinci hapishanesine yine babam sayesinde bu defa hiç değişmemecesine gireceğim!

.....Sevgili dostlar ne yapıp ne edin Prof.Doğan Cüceloğlu'nun hiç olmazsa bir kitabını okuyun. Gerisine siz karar verin.Ben onuncu kitabına başladım.

Geçelim yukarıdaki üç olayın değerlendirmesine.
1. Birincide minik Açelya doyduğunu bildiği halde annesi ona zorla yediriyor.
Artık yeme ya da doyma seçimini Açelya ya bırakmıyor.Kendi metabolizma sına bile yabancı oluyor bu çocuk ruhuna,kişiliğine yabancı olmaz mı? Bir ömür boyu neyi seçip ne seçemediğini,neyi sevip neyi sevemediğini, nereye gidip nereye gidemeyeceğini,hangi sosyal kulübe üye olacağını, han gi toplum ortamlarına girebileceğini,hangi mesleği seçeceğini,hangi erkekle evleneceğini,hangi partiye oy vereceğini seçebilir mi? Anne o seçimi kızının elinden almıştır.Anne ölse dahi Açelya kendine daha nice anneler bulacaktır. Bir lider,bir baş,bir şeyh,bir aşiret lideri arayacaktır.

......Bugün hangimiz güçlü örgütü, kuvvetli bir parti tasavvur ederiz.Hep lider kim olacak,padişah arar gibi tek kişi aradık. İşte aradığımız kurtarıcı bilinç al tımızda bize tercih yaptırmayan,SEN ÇOCUKSUN SEÇEMEZSİN damga sını vurup bizi ömür boyu çocuk yapan anne ve babadır. Bir çocuk doğur onun elini,kolunu bağla zavallı,tercih yapmaktan,kendini geliştirmekten,han gi kitabı okuyacağından,hangi gruba gireceğinden,hangi partiye oy verece ğinden,onu yoksun bırak öl,git.
........Bu dünyada zavallı,beş yaşında takılıp kalmış bünyesi büyük ama olay lar ve hayat mücadelesi karşısında,insan ilişkilerinde hep çocuk kalmak. Ve doğru nedir,ben bilmem ki deyip yığınlara katılıp ayıplanmamak, suçlanma mak için sürekli sürü kurallarına göre silik yaşayıp ya da hiç yaşayamayıp bir de çocuklarını beş yaşına kadar ruhsal çağda bırakıp göçmek.

.....İkinci ve üçüncü olaylar kimin yüzünden yaşanmıştır. Beş yaşındaki baba ların yüzünden. Ben burada yazdığımdan beri kendimi yıprattığım tek şey 'Bİ
REY' olabilmenin mücadelesidir ki kendimi sorguluyorum:
-Acaba 'Birey olmayı başaracak mıyım? Hepimiz beş yaşına takılmış kalmı şız,hepimiz.
......Şunu unutmayın şimdi.Bu benim görüşüm.Toplum hep beş yaşındaki yetişkjinlerden oluşuyorsa.(Bu benim iddiam.) O zaman politikacılarından çoğu beş yaşındadır. Doktorlarından, mühendislerinden, öğretmenlerin den,işçisinden,memurundan.....çoğu beş yaşındadır.Çocukluğuna takılıp kalan politikacıları, doktorları,mühendisleri,öğretmenleri velhasıl komşuları hepsini yaşayarak zaten görüyoruz. Bizler de beş yaşına takılıp kalmışız ama iletişimlerimizde bu çocukluğu çok yaşıyoruz.Bu çocukluğun garipliklerini yaşarız.

.......Bazen bu beş yaşındaki kocaman cisimdeki büyük çocuklar aşılmaz olur. Yaşamımızı çekilmez yaparlar.Söz gelimi evinizin temelini atacaksı nız,ya da dükkan açacaksınız hiç bir eksiğiniz yok ama ilgili memur dire niyor,rüşvet istemese bile:
-Hey arkadaş burada bostan korkuluğu yok ben basit biri değilim,öyle beni aşmak kolay değildir! mesajını vermeye çalışırken hala ben çocuğum, büyüye medim nasıl olsa da büyüdüğüme inanabilsem!

.....Burada beş yaşındaki çocuklardan özür diliyorum.Eğer onlara baraj olma sa büyükleri, elbette büyüyecekler.Yok baraj gibi önlerine dikilen olursa yandı
gülüm keten helva.Yarının yöneticileri,doktorları,mühendisleri,öğretmenleri...
yine beş yaşındaki büyük bedenli çocuk olacaklardır.

......Yaşanan şu gerçek olayla kapatıyorum konuyu.

....Otuz yıllık yaşlıca müfettiş ilkokul birinci sınıflara teftişe girmiştir.Kasımın 20 si.Öğretmenin öğrencilerinin çok az bir kısmı okumaya geçmemiştir. Müfettiş sınıfı Türkçe dersinden teftiş etmiş ve adeta uçuyor. Teneffüste idarecilerle görüşür:
-Müthiş bir sınıf gördüm.Türkçeden o kadar iyiydiler ki...
İkinci ders yine gelecektir müfettiş...Kapı açıktır. Karşıdan müfettiş görünür. En önde oturan sınıf yaşının olgunluğunda daha olmayan daha okumaya ge çememiş Hakan derki:

-Aha gene geldi.

Sınıf sessiz olduğu için müfettiş duyar.İçeri girer.Çantasını masanın üstüne koyar ve yedi yaşındaki çocuklara bağırır:
-Niye? Beni neden istemiyorsunuz? Ben size ne yaptım ki beni istemiyorsu nuz? (Dikkat edin beş yaşındaki çocuğun yedi yaşındaki çocuğa sitem edişi gibi,tıpkı.) Bağırır çağırır.Bu küçücük çocukları bir korku alır.Öğretmen çocuklarının korkmaması için, olumsuz etkilenmemesi için hem müfettişin karşısında ezik olmamak(Çocukların gözünde en büyüktür öğretmen ezilirse çocuklar hayal kırıklığı yaşar.) onları duygusal korumak ama müfettişi de üzmemek,darıltmamak için çaba sarfeder.
.......Kızgın müfettiş matematik dersinden teftişe başlar.ilk 18 kişi hiç bir yanıt vermez.Çünkü sınıfın duygusal iklimi bozuktur. Öğretmen müsterihtir sınıfın dan.Öğretmenin çocuğu da o sınıftadır.Sıra ile sorulan sorulardan bir mate matik sorusu ona da sorulmuştur.Çocuk cesurca yanıtlamıştır.Ardında tam 27 kişi de takır takır yanıtlamıştır.28 doğru yanıt 18 ürkek ve yanlış yanıt. Müfettiş öğretmene döner:
-Bu çocukları grupladın mı bu taraf neden zayıf?
-hayır bu tarafta aynı,hepsi başarılı.
-Neden böyle oldu?
-Siz bağırınca çocuklar duygusal yoğunluğu kaldıramadılar.

.....Çantasını alan müfettiş bir türlü yakıştıramaz.Kendi üstüne almaz bunu.
Birinci derste idareye övdüğü sınıfı:
-Matematikte başarısızdı,deyip çekip gidecektir. Öğretmenin ilk işi çocuklarına yapılan durumun travmaya dönüşmemesidir.Gerekli sağaltıma
gider.Müfettiş raporundan 87 alan öğretmen vicdanından 100 almıştır duygusal doyum ve mutluluk da cabasıdır. Asıl müfettişi düşünmüştür,
Öğretmen.
Bu olaydan sonra çocukları olumsuzluktan kurtarmış.Onlar da mutlu öğret men de...
Ya müfettiş? Onu kim teselli etti.Asıl ona kim yardım edecekti? Öğretmen
hep onu düşündü,durdu.
Dostlarıma sevgilerle
Delta S X
10.01.2007

Halit Mehdigil
Kayıt Tarihi : 10.1.2008 01:47:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Halit Mehdigil