Anlamak mümkün değil

Sebahattin Kömürlü
820

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Anlamak mümkün değil

"Anayasayı bir kere delmekle, bir şey olmaz." Elbette bir delikle bir şey olmaz dı.
Da neyi, niye, nasıl, ne için deliyorsunuz?
Delinen bir balon sa, pat diye patlar.
Delenler, delme konusunda eğitilmişler miydi?
Durum, delinen şeyin nevine göre çok değişiklik arz eder. Bu durum, o günkü söylemi söyleyenin sorunu değildi.
Çünkü o, her hangi bir problemi çözmek ve/veya problemi rehabilite etme niyetinde de değildi.
O, o gün yavrucuklarının önünü açmanın yolunu yapıyordu.
Ve biliyordu ki, anayasanın delinen, delinecek bir manzume olması, ve bunun bu şekilde delindiğinde varlığının var olduğundan nasıl bahsedilebilirdi?
Aynı şahsiyet askeri komutanı "don"la karşılarken de bunun bir edepsizlik olduğunu bilerek yapıyordu.
Anayasanın bir kere delinmesi, daha sonraları anayasanın delik deşik olmasının önünü açmak olduğunu da biliyordu.
Ha, burada anayasa denen manzume tabii ki dokunulmaz olamaz.
Ancak, anayasa ve/veya yasalar da, yasal olarak vaaz edilmeli.
Ve bu metinlere sadık kalınmalı. Aksi, toplumu dejenere etmeye davetiye çıkarmaktır. Ki bu yolun devamında, "ülke topraklarına" NATO toprağı diyenler, millet vekiline "tuzluk" diyen ağızlar da bu söylemlerini bile bile söylemişlerdir.
Bu söylemler, büyük bir organizasyon tarafından önceden özenle şekillendirilmiştir.
Bu konuya sadece söyleyen düzeyinde bakmak çok yanlıştır. Bu söylemleri destekleyen diğer faktörleri alt alta koyduğumuzda ulaşılmak istenen amaç daha net ortaya çıkmaktadır.
Bu anlamda eğitim modelini ele aldığımızda, cumhuriyetin temel direği olan milli eğitim modelini dejenere etmek için köy enstitülerinin kapatılıp, yerine imam hatiplerin ikame edilmesi, akabinde bunun semerelerinin hızla alınmaya başlanması, toplum bir anda din payandası altında ezilmeye başladı. Bununla yetinmeyen düzen kurucuları 1970' li yıllarda eğitimde fırsat eşitliğinin bozulması için, zaten bozulmuş olan eğitim modelini dershanelerle daha da dejenere etme adına ülkede dershaneler açılmaya başlandı.
Bununla yetinmeyen emperyal güçler, güya hayırsever vatandaşlar ve kuruluşların katkılarıyla okullar yapılmaya başlandı. Bu arada eğitime hızla paralı eğitim modeli sokuldu.
2000' li yıllara gelindiğinde emperyal sermaye kendi üniversitelerini kurar hale geldi. Vakıf yada holding üniversiteleri, üniversal anlamda eğitimi hızla sıfırladılar.
Bu dönem ve dönemin başbakanı "Her üniversite bitiren iş mi bulacaktı? " diye adına üniversite denen uyutma mekanizmalarının ne kadar da büyük bir aldatmaca olduğunu ortaya koymaktan çekinmiyordu.
Oysa, anayasaya göre bu devlet laik, sosyal, hukuk devletidir diye tarif ediliyordu.
Türk halkına uygulanan oyunlar öyle alçak ve aleni idi ki, eğitimde çürüme, kokuşma başlayınca, hem siyasi yapıyı, hem de sermayeyi oluşturan terörist yapı halkı acımasızca soymanın yanında (Bu arada halkın soyulması, sadece halkın emeğinin soyulması olarak algılanmamalı, soygun aynı zamanda ülkenin yer altı, yer üstü kaynaklarının emperyalizme peşkeş çekilmesi olarak algılanmalı.) bir de utanmadan halka "aptal" denilmeye başlanıldı.
İşin en tuhafı, bu aptallığı halk hiç tepki göstermeden kabullendi.
Çünkü din, halkı uyutmada fonksiyonunu öylesine yerine getirmişti ki, halk kütleleri gerçekten de emperyalizme entegre olmuş olan siyasi yapı ve sermaye, halkı zorla yepyeni bir din anlayışına göre formatlamak için değişik konularda, değişik din söyleşileri ile din adamları türetmiş, bunun yanında şatafatlı vitrinlerde kitap, gazete, dergi adında yalan ve yanlışlarla dolu yayın organlarını satmak ve vitrinlerde sergilemekten kaçınmadılar.
Hemen hemen her köyde bir kaç cami, her kasabada onlarca cami, her ile binlerce cami inşa edildi.
Böylece bir zamanlar vatana ihanet edenlere, anıt mezarlar dikilmesinin yolu açıldı.
Bu durumda gerçek vatan kahramanlarını itibarsızlaştırmaya dönük bir çok dedikodularla halkın duygu ve düşünceleri de manüpüle edildi.
Bu durumdan daha vahim olanı, vatan hainliği tescillenmiş olan alçakların hayatları örnek şahsiyet ler miş gibi senaryolaştırılıp filmlere alınmış ve bu filmler binlerce kez televizyonlarda, sinemalarda oynatılmakla kalmayıp, tiyatro sahnelerinde oyun haline getirildi.
Eğitimde yapılan oynamalar yüzünden halkın cahil bırakılması nedeniyle toplum her hangi bir konuyu analiz edemez duruma düşürüldü.
1980 faşizminin bunun böyle olması için düzenlendiğini bu günlerde daha net görülmektedir.
Emperyalizmin, tam bağımsız Türk topraklarına girişini hızlandıran Adnan Menderes, Kore' de ölen yüzlerce gencin katledilmesinden sorumlu tutulmadan yargılanarak asılan, ve daha sonraları bu idamın haksızlığına binaen iade-i itibar ve anıt mezar. Daha tuhafı bu zatın bir demokrasi kahramanı gibi örnek alınıp, seçim zamanlarında billboardlarda kullanılması, ki Turgut Özal denen bir adamın ölümü de öldü mü, öldürüldü mü tartışmaları arasında anıt mezara gömenler hiç düşünmezler mi bu adamı, vuran adamı bile Turgut Özal cezalandırmadı. Bunca muğlaklık niye?
Oysa Turgut Özal bu ülkenin tüm değerlerini yok etme savaşını başlatan ve bu konuda başarılı olan adam değil mi?
1970' lere kadar kârlı ve üretken olmanın yanında, ülke ekonomisine ciddi anlamda yetişmiş insan gücü sağlayan K.İ.T.'ler rehabilite edilmek yerine yok edilmeye bu adam tarafından başlanılmadı mı?
2000'li yıllara geldiğimizde toplumu büyük bir bataklığın içine çeken emperyalizm onlarca yıldır planladığı oyunları birer birer sahneye koymaktan çekinmeden halka açıktan meydan okuma yolunu seçti.
Bu anlamda Türk insanının tüm beğenileri değiştirildi. Yalnızca beğenilerinin değiştirilmesi dışında on binlerce yıllık birikimi olan üretme, üretkenlik heyecanını da uygulanan para politikaları yüzünden elinden alındı.
Üretmeden tüketmeyi alışkanlık haline getiren sorunlu bireyler topluluğu bile bile yaratıldı.
Ki bundan dolayı toplumun gelecek diye bir kaygısı kalmadığı gibi, Suriye' den gelen sığınmacıları köle (300-350 TL) ücreti bile olmayan bir ücretle çalıştıranlar bundan dolayı Çin'le rekabet edebilme özelliği kazandıklarını arsızca beyan etmekten de çekinmediler.
Aslında emperyalizm tüm dünyada insan emeğinin sömürülmesi olarak da özetlenebilir.
Türk halkı toprakta üretim gücünü kaybedince, borçlanma diye bir kavram ortaya atıldı.
Ve bankacılık sistemi aslında bir ulusal bankacılık rejimi değil, emperyal bir bankacılık sistemiyle halk bile bile borçlandırdı.
Bunun sonucunda, halk tamamen kişiliksizleştirmeyle karşı karşı kaldı.
1980'li yıllarda toplumun yiyecek alışkanlığını değiştirme projesi öyle başarıya ulaştı ki, halk coca cola, mc donalds, burger king gibi menşei belli olmayan yiyeceklerle, halkın sağlıklı beslendiği lokantalar birer birer kapanmak zorunda kaldı.
Buda yetmezmiş gibi, uluslararası tüketim şirketleri hızla içeri daldı.
Türk köylüsünden (altı ay vadeli olarak) kilosu 5 kuruşa aldıkları patatesi 1500 kuruşa satıp, bunun adına da soygun değil kar dediler.
Ve bu karlarını Paris' te vs. yerlerde yediler.
Arkasından tüm şehir merkezlerine saldıran AVM'ler, yıllar içerinde olgunlaşan ve mahalle alışkanlığına uygun olan küçük esnafların tamamen tasfiye edilmesine neden oldular.
Hükümetler bu soyguna ve soyguna güya dur diyebilme adına, kanun denen şeyler vaaz ettilerse de, bu vaaz edenlerin ömrü vaaz ettikleri bu yasaları uygulamaya koymadan doldu ve gelen hükumetler bahse konu kanunu yok sayarak bu yamyamların pazar paylarını bile bile inadına arttırdılar ve bunun adına ekonomik gelişme dediler.
1980'li yıllarda mısır glikozu daha fazla satılsın diye daraltılan şeker pancarı alanları aynı zamanda hayvancılığı da bitirdi. Çünkü melas bulunamayınca yem fiyatları da artıyordu.
Bu durumu o dönemin dahi başbakanı Turgut Özal yüzyıllık Rus etlerini ithal ederek, ve bu etlerle ilgili entegre tesisler kurarak et sorununu çözüyordu.
Sonunda tarım alanlarına bile zorla izin alan glikoz fabrikaları kuruldu.
Ve tüm tatlandırıcılarda, bira sanayinde, gazozlu içeceklerde, pastahanelerde tüm tatlılarda kulllanılan bu ürün (glikoz) halkın aynı zamanda sağlıgınıda bozdu.
Çünkü bu ürünü üretmek için ithal edilen Mısırların (Arjantin'den ve ABD'den) genetiğiyle oynandığından, adı geçen ürün yalnızca insan sağlığını değil, tüm eko sistemi yıkıyordu.
Sonuçta insanlar hasta oluyor ve de akla hayale gelmez ilaç tüketimi olarak burada da emperyal güç büyük bir sarmal oluşturuyordu.
Yine 1980'li yıllarda Turgut Özal tekeli yok etme uğruna ülkede emperyalizme enterge olan Sabancı grubu ile birleşen Philip Morris, Türk tütüncülüğünü değil, Tekel'in tamamını bitirdi.
2000'li yıllarda başlatılan toplumu kişiliksizleştirme hareketi ivmesini öylesine arttırdı ki, dönemin başbakanı 'Ananı da al git', 'askerlik yan gelip yatma yeri değil' 'Kürt-Türk" ayrımcılığını tetikleyen söylemler ve daha nice laflarla toplumu manüple etmenin ötesinde bir ayrışma politikası uygulamaya başladı.
Kendisinin 'BOP eşbaşkanı' olduğunu söyleyen dönemin başbakanı bu BOP projesi çerçevesinde kendine verilen görevler olduğunu fütursuzca söylüyordu.
Bu zatı dinleyen önceden kişiliği yok edilen efsunlaşmış kişiler bu kişiyi alkışlıyordu.
Bu öylesine büyük bir projeydi ki, bu proje insanın insan olma özelliğini yok etme yanında, insan denen varlığın insanlığa bile bile ihanet etmesini de sağlıyordu.
Anayasa mahkemesinde savunmasını yapan başbakan Tayyip Erdoğan 'BOP eşbaşkanı' olduğunu söylemediğini' söyledi.
Tuhaf olanı bunu anayasa mahkemesi denen, yasallığı kalmayan kurumda kabullendi. Bu zat öyle büyük bir ibneydi ki, 1980 faşizminin liderini göklere çıkarırken yine 1980 faşizminin idam ettiği 16 yaşındaki bir delikanlı için ağlıyor, Irak'ta milyonlarca insanın katlini seyrederken bu katliamı yapanların ülkelerine sağ salim dönmeleri için dualar ediyordu.
Mısır'da ölen bir kız çocuğu için ağlıyor (tabi ki ağlanır) da, Türkiye'de başına tekmeler atılarak öldürülen, gözleri çıkarılan gençlere terörist diyebiliyordu.
Dünyada Ulusal Türkiyemyi itibarsızlaştırmak için hemen hemen her türlü yol deneniyordu. uluslar arası toplantılarda dayılıklar yapılıyordu.
bu dayılık uluslararası sularda 9 Türk vatandaşının katledildiği an patlayan bir balondan daha hızlı sönüyordu.
Toplumu uyutmada öyle mahir yöntemler bulunmuştu ki,"gündemi ben belirlerim" diyen başbakan, hakikaten gündemi ve gündemleri belirliyordu."faiz lobisi" diyor, "dersanelr kapatılacak" diyor, "fuhuş" diyor, "içki haram" diyor, "ulema" diyor,bunu tüm 24 saat tv ekranlarından canlı, cansız topluma enjekte ediyor.
bazan " dilim süçtü" diyor.
Hasan sabahın müritlerine döndürdüğü yandaşlarına kızınca da "haşaşiler" diyordu. Bu durumu nasıl algılayacağını bile bilmeyen birey, bu deyimin ne olduğunu dahi anlamadan alkışlamaya devam ediyor.
O kadar enteresan şeyler oluyordu ki, adama soru soran gazeteciye, adam dönüp, yanında bulunanlara ve de soruyu soran gazeteciye "bir şey duyan var mı? " diye soru, soru soruyor, ve bu adam bakan. Nereye, nasıl, neye bakıyor bilinmiyor da, bir de sağır mı?
Ülke tam bir sağır ve dilsizler ülkesi haline döndü, dönüştürüldü.
Ülke değerlerinin hızlı bir şekilde yok edilmesi yalnızca ülke çerçevesinde kanayan yarlar açmamakta, bu kokuşmuşluk ülkenin çevresini bırakın dünyayı bir kan gölüne çevirmeye sebebiyet vermekte.
bu ülkenin askerlerini Afganistan'a gönderip oradaki sivil halka mermi attıran alçaklıklara yol açan siyasi organizasyonlar Irak'ın bombalanmasında birincil rol oynamayı kendilerine vazife edinmişler, Suriye'nin iç savaşa sürüklenmesini
tezgahlamışlardır. Bu günler nası anlatılır, bilinmesi mümkün olmayan bir konu. insanların bir an akıllarını kaçırdığı varsayımından hareketle bu nasıl olabilir diye düşünebiliriz.
Peki nasıl olur da 70 - 80 yaşında, bu ülkenin yükünü yıllarca omuzlarında çekmiş olan analara, babalara, büyük annelere, büyük babalara bu ülkenin polisi gaz bombası atar, veya bu gaz bombaları bu polislere attırılır.
bu bomba denilen şey aslında gerçek bomba dan daha da etkili. insanın nefes almasını tamamen engelliyor, anlık değil saatlerce körlük yaşatıyor.
Bu bomba ki adamı öldürebiliyor. Sakat bırakıyor. Bu alçaklık nasıl tarif edilebilinir. Bunu yapan alçaklar, bu alçaklara bu alçakça emri veren alçaklar bu ülkenin büyük analarına, büyük babalarına ve de onların torunlarına bu tür bir işkenceyi nasıl reva görürler? Bunu anlatmak mümkün değil.

Sebahattin Kömürlü
Kayıt Tarihi : 22.3.2014 09:04:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mustafa Yılmaz İsmailoğlu
    Mustafa Yılmaz İsmailoğlu

    Gönül dostu; Gönlünüze sağlık. Kutlarım. Selamlar...

    Cevap Yaz
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan

    kaleme sağlık delmedikleri yasa,yürek kalmadı Özalı bile aradık ya. haydi hayırlısı. Ama Mazlumuz duası öyle bir deler ki geçmişe iyi bakıp ders almak lazım.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Sebahattin Kömürlü