Rezil kirli pençelerinde
Hayat sandığım ne varsa öldürdüm
Bildiğim tüm şarkıları ezbere okudum
Ellerime yapışmış geçmişim,
Kusursuz bir cinayet hazırlamıştı
İntiharının basamaklarını
Siyah granitten bir anıtla sonlandırdı.
Zamanın, zamansız şakalar yapan soğuk adamlar gibi
Birdenbire kapımda belirmesine tahammülüm yoktu
Masalarda kalan yarım kitaplar, yarım sigaralar, yarım şiirler
Yarım biralar, yarım yaşanmışlıklar,
hep yarım hep yarım.
Titizlikle örülen bu ağı ben örmedim
Çölde gözlerini yıldızlara dikip yolunu bulan bir bok böceği gibi
Gözlerimi hiç ayırmadım ondan, o, en uzak zamir,
En talihsiz karşılaşma, en sevimsiz söz, en mahcup sevgili
En anlatılamamış o.
Teknoloji denilen canavarın yuttuğu tüm insani kimlikler adına
Verdiğim zorlu bir mücadelenin içindeydim.
Konuşmaktan, dinlemekten, düşünmekten, öfkelenmekten, acımaktan, kanamaktan, kanatmaktan
Bezgin bir şekilde doğumu beklemeden ana rahmini acemi tırnaklarıyla yırtan,
Küfreden, kendi kafatasının çatlaklarını en gelişmiş teleskoplarla izleyen,
Dünya denilen bozulan cesedin mikroplarına mikroskopla eğilen,
Ama kendi çürümüş cesedinden başka bir şey göremeyen bir ukalaya dönüşüyordum.
Ve hızla düşüyordum,
Yarısı ısırılmış bir elmanın ardından olağanca hızımla çakılıyordum.
Belleğimden silinen kelimelerin uzak çağrışımlarıyla
Af dileniyordum, yalvarıyordum, bir yerlere birilerine sığınmaya çalışıyordum
Işık hızıyla yol olan nuraniliğim, yer çekiminin aç gözlülüğünde hızlanırken,
Sırtımdaki mühür ağırlaşmaya başlayıp,
Zaman, dipsiz dejavularla yüklü bir girdaba dönüşünce
Yavaşladım, ete kemiğe bürünürken her bir uzvum çığlıklarla boğazımdan ses verdi.
Sesim, alemin her bir katında yankılanırken ağlamayı tanıdım.
Gözyaşlarım derin, karanlık denizlere dönüştü.
Çakılıyordum, zaman girdabında bir yüzüğe sığabilecek neslim boy verdi
Kabilin nükleer bombası patlıyordu damarlarımda.
Yüreğimde filiz veren çaresizlik büyüdü
Atomaltı parçacıklarıma kadar sinen çığlık
Halen evrenin kulaklarını sağır etmekte.
Orada, zihnimin İsrafilin suru gibi haykırdığını duydum.
Saçlarıma dokundum, siyahla beyaz arasında seçim yapanları kutsadım
Bir sigara yaktım, bir sigara daha yaktım.
Ezberimdeki şarkılardan, belleğimdeki hüzünlü manzaralardan
Ve günahlarımdan sert bir içki hazırladım.
Madem ki anlamın arayışındayım,
Anlamın,
Adını yadırgayan bir çocuk gibi,
Başka bir adı aradığını da anlatmalıyım, anlatmalı mıydım?
Taşlara, papirüslere ve kil tabletlere yazılanlardan başka
Anlatabileceğim bir şeyler var mıydı?
“Hastasın” dedi acıyarak, korkarak, çekinerek
Evet, hastayım.
Zihnime yayılan bu mantıksız,
Şiddet düşkünü bir hevesle her şeyi yakıp kül eden,
Her şeyi eninde sonunda ölümle buluşturan,
Soluklaştıran, susturan, yalnızlaştıran bu düşünceye karşı
Üretebileceğim her çözüm girişimi,
Bir peygamberin paralanan yaşamına gömülü.
Evet, hastayım.
Bilimkurguların, fantastiklerin, masalların dünyasına hapsolmuş
Seksin, uyuşturucunun, televizyonun, paranın, şiddetin
Kök söktüren diktatörlüğüne boyun eğmiş,
Bu kirli yapışkan fanusun içinde çıldırıyorum.
Yaktığım sigarayı kendi kanımda söndürüyorum.
Koluma konan sivrisineği hınçla öldürüyorum.
Sonra susmak istiyorum
Bir ömür sürecek bir suskunluk yeminine hazırlanıyorum
Bir köz alıp dilime değdirmek.
Ama elim istem dışı uzanıyor baltaya
Babama rağmen putları kırıyorum.
Atıldığım ateş dönüşmüyor serin sulara.
Bir sigara daha yakıyorum
Kelimelerin yerine ne yazık ki çiçek koyduramıyorum.
Bir çiçek görsem sevdiğimi anımsıyorum
Anımsadığım konuşturuyor,
Konuştuğum yeminimi bozuyor.
Bozulan cesedim oluyor.
Rezil kirli pençelerinde,
Hayat sandığım ne varsa öldürdüm
Bildiğim tüm şarkıları ezbere okudum
Ellerime yapışmış geçmişim,
Kusursuz bir cinayet hazırlamıştı
İntiharının basamaklarını
Siyah granitten bir anıtla sonlandırdı.
Kayıt Tarihi : 6.9.2014 03:27:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!