Anladım ki sevmek, akıl işi değil,
Aklı yok diye söylenen deliler bile,
Sevebiliyorlar…
Ve hatta gözünü karartıp, dünyayı bir yana bırakıp,
Düşünmeden seviyorlar…
Ve hatta bunu, ateşli bir kaç saat için yapıyorlar.
Ama birşeyi unutuyorlar; sözde zevk uğuruna, bir damlacık haz uğuruna
Saygıyı hiçe sayıyorlar.
Az evvel bir film seyrettim. Adı “Forrest Gump” idi. Forrest, sevdiği kadına evlenme teklif etti. Ancak kadın kabul etmedi. Forrest, bunun nedeni olarak zeki biri olmadığını anladığında: “Akıllı Olmayabilirim, Ama Sevmeyi Bilirim” dedi ve kapıyı çarpıp dışarı çıktı.
İşte o anda, kapı açıldığı anda, benimde beynimde bir kapı açıldı; ufkumda bir Fikir Güneşi doğdu.
Bizler, bana katılır mısınız bilmem, ama sanırım sadece sevgi ile büyüyoruz, büyütülüyoruz, büyütüyoruz! ...
Anne ve babalarımızın bize olan şefkati, yakınlığı hep sevgiden.
Olsebebten bizde, onlara karşı aşırı bir sevgi bağı ile bağlanıveriyoruz. Bu da ileri ki zaman zarfında insanı çok büyük zorlukların koynuna atıveriyor.
Nasıl?
Her ilişkide, ama aklınıza gelebilecek her ilişkide; evlilikte, arkadaşlıkta, öğrenci-öğretmen, komşuluk ilişkilerinde ve hatta trafikte bile…
Hep anlayışlılığı, sevgi dolu bir kalbi hep karşıdan bekliyoruz. Bunu göremediğimizde ise, ortam ya bir tartışmaya, ya bir ayrılığa ya da hayata olduğundan olumsuz bakmaya başlayıp, içimizdeki mutluluk arayışını, beklentisini başka şeylere kaydırmaya başlıyoruz.
Tuttuğumuz takıma fanatikçe bağlanıveriyoruz. Uyuşturucu tarzı (içki, sigara vs.) bağımlılıklara farkında olmadan kapılıyoruz. Hiç bir şeyden zevk almaz olduğumuz gibi, kadın-erkek ilişkilerinde mutlaka cinsellik yaşanmalı gözü ile bakıyoruz.
Yani karşımızdakileri değil, yalnız varlığımızı düşünüyoruz. Sanki dünya biz olmaz isek, ya olmayacakmış ya da bizimle bir anlam kazanış gibi göstermeye çalışıyoruz. Bu uğurda, kimseye selam bile vermiyoruz; hal hatır sormak mı? O ne? ...
Oysaki unuttuğumuz bir şey var! ...
Biz çevremizde insan varsa VARIZ, bunu unutuyoruz. Çünkü kimseye saygı duymuyoruz…
İnsana saygımız kalmamış ki! ... biz de insanız; kendimize bile saygısızız…
Bunun nedeni elbette ki sevgiye dayalı el bebek, gül bebek yetiştirilmiş olmamız ve ya sevgiye aç, sevgiden bihaber büyümemiz.
Her ikisinde de bir hususun bilince olamıyoruz.
Biz, hepimiz bir toplumun, bu ülkenin ve dünyanın oluşumunda yer alan “BİREY”leriz. Biz BİREYİZ…
Birey olmanın en belirgin yanıda, varlığa olan sadakat ve saygıdan geçer. Bence, bu, böyle…
Sadakat, inanılan değeri, faşizanca savunmak değil, aksine onu eleştrebilmek; doğrusunu takdir ettiğimiz kadar, yanlışını da gösterip doğruya yönelmesi yönünde ona önerilerde bulunmak gerekir.
BİREY OLMAK BUNU GEREKTİRİR…
“O Benim Kocam/Babam, Hem Sever Hem Döver”…
İşte sevgisiz bir ilerleme bu, sessiz ve tamamiyle aleni.
Sevgisi olan, cezayı nedense hep darb ile, hakaretler savurarak veriyor…
Hatta çok sevdiği sevgilisinden ayrılan taraflar bile, ayrılığın hışmından sevdiğine şiddet uygulayabiliyorlar… okuyoruz işte her gazetenin üçüncü sayfa haberlerinde.
Evde, okulda, sokakta, karakolda…
Karşısındakini, bir birey olarak gören, ona saygı gösteren kişi onun yanlış hareketlerinde cezayı şiddet ya da sözel olarak değil; bilakis ceza olarak vermeli. Mesela; bir duvar köşesinde yüzü duvara dönük şekilde oturtarak ve ya onu normal saatinden evvel yatırarak kısıtlamak ya da geç yatırarak alışık olduğu bedeni düzenini bozup ertesi güne yorgun bir zihin ve bedenle başlamasını sağlayıp, yaptığının yanlış olduğunu kabul ettirmek en kesin çözüm olduğu pedagoglar tarafından da önerilmektedir. Bu sistemin olgunlaşmaya etkisi yadırganamayacak kadar yüksektir.
Birey, kendisine duyulan sevgi ve saygının, her zaman onun kişilik kazanması için olduğunu, övgü kadar yanlışlarının da kendisine gösterilmesinin, söylenmesinin olgunluğunu perçinleyecek olduğunu idrak edebilmiş kişidir. Ve bunun neticesinde güler yüzü ve anlayışı karşıdan beklemeden özgürce, bonkörce sunabilmektedir.
Bu bahsini sunduğum yapı, zaten ezel ebedi tüm toplumlarda, küçüklükten başlayıp ölene değin uzanan zaman, ömür diliminde uygulanmakta! ...
Ancak ülkemizde, son bir asır içinde yaşanan büyük acılar neticesinde bu yapı yerini çok seri bir şekilde safi sevgiye, saygısızca, umarsızca, şımarıkça sevgiye bıraktı.
Çünkü kaybetmeye alışık ve her an buna hazır olan, kaybettikleri hep ciğerden kopan bir toplum olduğumuz için KAYBETMEYİ SEVMİYORUZ, kaybettiklerimizin değerini varken hiç anlamadık, anlamıyoruz;
Hatta şu anda bile kaybediyoruz, anlayabiliyor musunuz? ...
24.01.2005.PAZARTESİ
23:00
Kayıt Tarihi : 1.5.2009 11:13:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!