1.Bölüm
Gözümdeki çapağı silip ayağa kalktığımda,sızlanıyordum.Annem çökelikle dürüm yaptığı yufkayı elime tutuşturup ahıra gitti,hayvanlara yem verecekti.
Ben ile annem ayrılmaz ikili,kırmızı entarisinin eteğine yapışınca hiç kimse beni koparamazdı annemden...Ahıra gitmeden bir bakır maşraba ayranı da yanıma yere koydu.O zamanlar masa sandalye,tabak kaşık,çatal olmazdı.Kullanılan bütün kaplar herşey bakırdandı.Sitil,tencere,derin kaseler,sini, bakır taslar (Erzincan işi) ... Kuru şeyler elle yenilirdi.Sadece sulu yemekler için ağaç kaşıklar kullanılırdı.Daha evvel çatal hiç görmemiştim.
Evimiz tek gözlü büyük bir damdı.Penceresi yoktu,yukarıda annemin soğuk olmasın diye geceleri çaputlarla tıkadığı iki uzun delik vardı.Sordum,neden penceremiz yok?
''Eskide eşkiya devriydi,kimse büyük pencere yapmazdı,buna karşılık tek kapılı damın girişi geçilmez kale gibiydi,dedi'' Bu dam 1920'ler de yapılmış,büyük bir oda gibiydi.Bir tarafı mutfak niyetine tezgah yapılmıştı.Tezgah üzerinde haşı denilen içi buğday dolu büyük çuvallar ile keçi kılından dokunan içi un dolu daha küçük çuvallar dizilmişti.Tezgahların altına da kapalı kaplarda eşya saklanıyordu.Tavanda krişler vardı,önemli şeyleri sepetlere koyar krişlere asarlardı.Tezgahtan ötesini, ahır soğuk olunca dam ortasından ikiye ayrılır,hayvanlar oraya alınırdı.Böylece hepimiz için ocakta yanan kütük ortalığı ısıtırdı. Hayvan dediğim; iki inek,birkaç koyun,bir keçi gibi... Tabii ki,ben annem ve babam kış aylarında yalnız olduğumuz zamanlarda yani 1952-53 gibi hayvanları damın içine alırlardı.Hatta kurt sürülerinden kurtulmak adına köpeğimizi bile annem içeri alırdı.Bazen kurt sürüsü köye inince silah sesleri duyardık.Bu model çiftlikleri eski Alman evlerinde görünce,şaşırmamıştım.Demek ki Doğu Roma dönemi kültürü olmalıydı,diye düşündüm.
Hatırladığım kadarıyla 1950'li yıllarda daha fazla sığır,keçi ve koyunlar vardı.Bizim köylerde çoban olmazdı,her ev hayvan sayısına göre davara sırasıyla giderdi.Ayrıca eşek ve katır taşımacılıkta kullanılırdı.At zengin işiydi,belli evlerde beslenirdi.Ben annemle davara gidişimi hiç unutmam,biraz az duyduğu için her tarafa ben dikkat ederdim,o bana nereye gideceğimi söyler,beni yönlendirirdi.
*Bizim oralarda aşiretler vardır. Dedelerimiz yaklaşık M.S.970 yıllarında Moğol istilasından kaçarak Anadolu'ya gelen Türkmenlerdir.Hayvancılık yaparlamış,konup göçerlermiş.Belli bir yerleşim yerleri yokmuş.Üç kardeş aile ve muritleriyle Murat Karasu havzasına yerleşmişler.Kardeşlerden Sarısaltuklar göç edip Trakya'ya gitmişler.Babamansurlar Bağene,Seyyid Mahmud Hayrani Nazımiye'ye yerleşmiş.Bunlar kimilerine göre yedi,kimilerine göre dokuz kardeştirler.Yedi kardeşten biri olan Gulin bizim dedemizmiş.
*
Biraz daha geriye gidip geçmişi anlatmak iyi olacak.1920'li yılların başında babam dedemle birlikte davara gitmişler.O zamanlar eşkiyalık devriymiş bizim oralarda.O sırada eşkiya basmış davarda dedemi vurmuşlar,bütün köy davarını talan edip götürmüşler.
Babam 12 yaşında 3 kardeşin ortancası.Hepsi daha küçük, Alidost Dedem sahip çıkmış,annemi vermiş babama,babam 15 yaşında annemle evlenmişler.1931'de büyük abim,1935'te ablam,1940'ta ikinci abim,1943'te üçüncü abim ve 1945'te küçük abim doğmuş...Babam ve amcamın ailesi kalabalık olunca,amcamlar ailece,damın yanındaki merek denilen samanlığa taşınmışlar. Sonra çocuklar artınca halamın yanına göçmüşler.Nihayet 1948'de ben bir kış günü doğmuşum.
Ablam 1950'de küçük yaşta olmasına rağmen,annemin rızası olmadan evlendirilmiş.Okuldaki ağabeyim ve amcam çok kızmışlar ama yapılacak bir iş kalmamış.Ablam gelin gittiği gecenin sabahı kalkıp giyinmiş,tam evden çıkarken kaynanası '' nereye gidiyorsun,sen artık evlendin evin burası demiş'' Çok zor zamanlar geçirmiş ablacığım,ama 1951'de Köy Enstitüsünü bitiren abim köye gelince,ablamın gül yüzüne güneş doğmuş.Kaynana uzak durmuş gençlerden,annem ve babam sahiplenmişler kızlarını....Zaten biz büyüdükten sonra hiç bir zaman ablamı ve ailesini yalnız bırakmadık.Ablamın ilk çocuğu Hüseyin benden üç yaş küçük,ayrılmaz ikiz gibi büyüdük.
Hasan Abim ile Habip Abim kasabadaki ortaokula gidiyorlardı.Köydeki ilkokulu bitirmişlerdi..Sadece çetin geçen kış mevsiminde bir kivrenin evinde kalıyorlardı ama bütün ihtiyaçları evden gidiyordu.Daha sonraları büyük ağabeyim evlenince,kayın biraderi de geldi.Merkezde ev tutuldu üçü orada okula gittiler.Haftalık mayalı ekmek,yağ ve çökelik evden gidiyordu.Ben daha ufaktım,fakat üç yakışıklı delikanlı takım elbiseleriyle,güneş gözlükleriyle köye gelişleri genç kızların yüreğini hoplatırdı.Onların bu delikanlı halleri hep hayalimi süsler.Okullar bitince Hasan ve Süleyman Abiler şehirdeki liseye,Habip Ağabeyim Ankara Sağlık Kolejine yazıldı ve gitti.
O zamanlar dedim ya, evler sadece tek gözlü ve kullanışlı değildi.Bitişikte ahır ve samanlık vardı.Tuvalet yoktu,erkekler derede,kadınlar ahırda ihtiyaçlarını giderirlerdi.Babam amcam ve ağabeyimle bizim evi örme çitle ikiye bölmüştü,ağabeyim evlenince odası hazır olsun diye.Örme çitle ayrılan bölümde birde tahtadan makat dedikleri bir yüksek sedir yaptılar.Bir defasında küçük ağabeyimle oynarken düşmüş,babam anneme çok kızmıştı.Ağabeyim yinede yerden kalkmış benimle boğuşmaya devam etmişti.Banyo için haftada bir gün (Salı ve çarşamba uğurlu sayılmazdı o nedenle hariç) derede kazan kurulur,çamaşır yıkanır,banyo alınırdı.Tursil bilinmezdi,meşe odunu külü toplanır,teneke içinde çamaşır kaynatılırdı.Şampuan yoktu,yerine saç için kil,vücut için yeşil sabun kullanılırdı.
Büyük ağabeyim öğretmen olup köye döndükten sonra,radyo ve lüks sabunu,aydınlatma aracı olarak LÜKS lambası yenilik olarak ilk defa köyümüze geldi.Köyümüz üç mezre olup,dağlardan kopmuş derin bir yerdi.Etrafımız dağlarla çevriliydi.O nedenle Çevrecik adını almıştı sonradan...Köyümüz üç mezreydi,biz orta mezrede otururduk.Köyde 35-40 hane vardı,hepsi yakın akrabaydı.Bazen tarlaya giren dana ve kuzulara kızarak kavga ederlerdi.Babam mümkün olduğu kadar kavgadan uzak durur,bizide sıkı sıkı tembih ederdi,kimseye bulaşmayın,diye... Babam çok çalışkandı,yorulmak nedir bilmezdi.Köyde hiç kimseyle kavga etmez,hep herkese yardım ederdi.Hiç unutmuyorum,her sabah yengem taze ekmek pişirirken ilk üç ekmeği bize yedirmezdi.Yanımızda fakir bir kadın ve kızlarına götürürdü.Babam çok gezmiş,dini sohbetlere katılan bilgili bir dedeydi.Bazı kuralları vardı,hepimiz uyardık.
*komşu evleri dolaşmaz.
*Dedikodu yapmaz.
*Laf taşımaz.
*başkalarının ayıbını yüzüne vurmaz.
*Yalan söylemez.
*İftira atmaz.
*Haram yemez.
*Hırsızlık yapmaz.
*Hile yapmaz.
*Arkadaşlarını iyi seçer.
*Kötü insanlara takılmaz.
*Çalışkan olur.
*Korkak olmaz...
*Karınca yuvasını bozmaz.
*Büyüklere saygılı ve çocukları korur.
*Azla yetinir,aç gözlü olmaz.
*Cömert olur.
*Cimri olmaz.
*Allah yolunda verdiğini toplamaz.
*Dilencilik yapmaz,el açmaz.
*Yardımsever olur.
*İyi huylu olur,kötülükten uzak durur.
*Paylaşırken azı kendine,çoğunu karşıdakine verir.
*Tarla sınırına taş koyarken,kendi tarafına koyar.
*Hayvanlara eziyet edilmez,
*Bir şey yerken,bakan köpeğe de verilir.
*Suyu önce çocuğa sonra kendisi içer...
*Kadına el kaldırılmaz.
Kız çocuğu paysız bırakılmaz....
Bu gibi öğütler sürer giderdi. Babam yetim büyüdüğü için,bütün çocukları gidip okusun köyde sürünmesin diye didinip dururdu.Ablam hariç hepimizi okutan tek babadır.Ablamı da tek kız çocuğu diye cesaret edip uzak şehire gönderememişler.Bu nedenle hep ablamdan özür dilerdi.
*Ben o zamanlar köyde sadece patates ve soğan hatırlıyorum,köyde ne meyve,nede sebze bilinmezdi.Beyaz dut halamın bahçesinde vardı ama tadı yoktu.Karadut ise bilinmezdi,başka köylerde olduğunu duyar,fakat rengi ve tadının ne olduğunu bilmezdik..
*1953'te ağabeyim Manisa'dan naklini memlekete alınca,babam müracaat etmiş Milli Köyü ve Hozat'tan sonra bizim köye almıştı.Bizim köyde ilk defa ilkokul 1949 yılında yapılmıştı.Daha önce eğitmen adıyla Türkçe okuma yazma bilenler köylerde eğitim ve öğretim yapıyorlardı.Ağabeyimden önce Cumhuriyet Devri'nin ilk öğretmeni komşu köyden Köy Enstitüsü mezunu Celal Coşkun'du.
Sonra ikincisi ağabeyim oldu.İlkin ağabeyim babam ve amcamla birlikte karar alıp, bahçe ve bostan yapacaklardı.Bunun için boşa akan derenin önüne set çekip suyu arklarla arazilere ulaştıracaklardı.Fakat köylüler yanaşmadılar,projeyi küçümsediler.
Bizimkiler yanlarına uzak bir akrabayı da alarak işe başladılar.Setler yapıldı,dinamitler patladı,kanallar açıldı.Bahçe ve bostan yerleri hazırlandı.Arktan su akıp köyün en alt tarafında bulunan bahçemize kavuşunca köyde bir kıyamet koptu.Akraba olan tüm köylüler kazma ve küreklerle suyun geçtiği arkın alt tarafındaki araziyi parsellere ayırıp,bahçe ve bostan olarak sınır çizdiler.O günden sonra Elazığ'dan getirdiği fide ve tohumları herkese dağıtan ağabeyim böylece köyün kalkınmasına büyük bir öncülük etmişti.Dere kenarına söğüt,kavak ağaçları ve dut çeşitleri,alınça (sarı erik) ,kara erik,Malatya kaysısı,ceviz fidesi,Amasya elması,armut çeşitleri,kiraz ve vişne...dikildi.
Dere boyu boydan boya söğüt ile donandı.Hasan Ağabeyime tarif ederken,söğüt derine kök salan bir ağaç olduğu için erozyonu (toprağın sellerle gitmesini) önler,diye bilgi veriyordu.Bahçenin arkasındaki tarlaya yeşil fasulye,beyaz fasulye,nohut,domates,salatalık,biber, kabak,patlıcan,kırmızı ve beyaz pancar,mercimek..., yanı sıra kavun ve karpuz ekildi.
*Buna paralel olarak tüm köyde bir seferberlik başlamıştı.Herkes bahçe ve bostan yapıyordu.Zaten köyümüz fakirdi,çok çocuk,az tarla,o nedenle mahsul yetmiyordu.Bostan olunca,güneşte kurutulan domates,patlıcan,biber,fasulye çoktu.Kabaklar kışa kadar saklanabiliyordu.Bulgur yapılıyor,mercimek ekiliyor.Cumhuriyetle birlikte yeniliklerde kendini gösteriyordu.Erkekler takım elbise,kadınlar etek boylarını kısaltmışlardı.Artık köyler aydınlanmaya başlamış,şehirdeki memurlar köylere konuk olmayı benimsemişlerdi.
*Bizim ailede bu gelişme olurken amcamın kızları da okuyordu.Sabriye ve Nazmiye ile ilkokulu birlikte bitirdik.Artık kimse kızını evlensin diye düşünmüyordu? Amcamın büyük kızı Elif Ablam 1943 doğumluydu.Ağabeyim Trabzon Beşikdüzü Öğretmen okuluna götürdü.Onun küçüğü Beser Ablam ve benimle yaşıt Sabriye Ebe Okuluna gittiler.Elif Ablam bayan olarak,çevremizde ve ailemizde ilk CUMHURİYET ÖĞRETMENİ'dir.Benim için erişilmez bir olaydı.Giyinişi,yürüyüşü ve kendine güveniyle hep örnek aldığım canım ablamdı.Hala kendisiyle gurur duyarım.Allah uzun ve sağlıklı bir ömür versin.O zaman bizleri derinden üzen Nazmiye'nin vefatıydı.Guatr vardı,Erzurum'da ameliyat olurken masadan kalkmadı.Hepimiz için hala unutulmayan bir acıdır.Kızlarının okuması amcam için kurtuluş demekti.Harika bir aile bağı vardı,birbirine hep sahip çıktılar.Ben amcamı çok severdim,okuldan eve geldiğimi farkettiği an hep yürüyerek beni görmeye gelişlerini unutamıyorum,Allah rahmet etsin! Ağabeyimin okuması tüm akrabalarımız için örnek bir davranıştı.Bütün gençler artık okuyorlardı.Aydınlanma çağı harikaydı.
2.Bölüm
Anımsadığım kadarıyla,ağabeyim,babam,amcam ve akrabamız,manila denilen kocaman,ucu sivri demirden bir aletle ağır ve büyük taşları söküyor dere kenarında duvar örüyorlardı.Bu gün olsaydı, plaj denilen bir kumluktu,ve böğürtlen doluydu.Küçük sitillerle böğürtlen topladığımızı anımsıyorum.Hepsini söktüler,yanmış davar gübresi döktüler.Sabanla toprağı devirdiler.Fidanların,kavakların ve söğütlerin dikimi bitti.Bahçenin dere tarafına taş duvar,diğer taraflarına çeper denilen çitler yapıldı.Çok kavak dikilmişti,kışın tavşanlar kemirmesin diye çaputlarla tek tek sarılmıştı. Bazen kışın insan boyunda kar yağardı.İklim şartlarına rağmen ağabeylerim el birliğiyle imece usulü bütün zorlukları başarıyorlardı. Her işi büyük ağabeyimin gözetiminde Hasan ve Habip Ağabeyim yapıyordu.Onlar bahçe ve bostanda çalışırken ben tepelerinden ayrılmazdım.Ufak boyuma rağmen elleri altın yapılacak işlere koşardım.Su getirir,yiyecek taşırdım.Böylece bende çok becerikli,korkmayan,cesaret gerektiren işleri başarırdım.
Yazın bostan zamanında,ablam ve yengem taze fasulye toplar kıl çuvallara doldurur,günlük, bazen iki defa ağabeylerim,iki eşek yüküyle götürüp kasabada dükkanlara satarlardı.Bir eşek yükü 2.5 liraydı.Çok büyük paraydı. Kasabadaki memurlara taze sebze bayramdı.Yoksa sebze ve meyve Elazığ'dan gelirdi.Ben ilk defa o zaman patlıcanı görmüştüm.Ağabeyim Elazığ'dan getirip köylülere dağıtırken, bu domates,bu patlıcan,bu isot tohumu...,değişini hala hatırlıyorum.
Köyün yüzü değişmişti.Bolluk,bereket ve çalışkanlık doruktaydı.Sebze ve meyve o kadar boldu ki,babam yoldan geçen yolcuları çevirir bedava verirdi.Ertesi sene derede su azaldı,setler yetmedi,su bizim bahçeye gelmedi,daha doğrusu yetişmedi.Önünde o kadar çok bostan ve bahçe vardı ki, su artık köye yetmiyordu.Ben ile annem o yıl meske denilen işlenmiş koyun ve keçi derileriyle dereden taşıdığımız suyla bahçeyi kurumaktan kurtardık.Ertesi yıl ağabeyim yeni bir düzenleme yaparak suyu sıraya bindirdi.Böylece bahçeler ve bostanlar kurumaktan kurtuldu.
Unutamadığım işlerden biride mayalı ekmek yapmaktı.Evimizde kocaman bir ağaç tekne vardı.Yıllar sonra o teknenin benzerini Yatılı Bölge İlkokulunda görmüştüm.Aşçı amacanın çıplak ayakla hamur yoğurması hala gözümün önde film gibi geçiyor.
*Büyük ağabeyim 1955 eylül ayı sonunda evlendiği zaman artık ekmeğimizi güzel gelinimiz pişiriyordu.17 yaşında fidan gibi taptaze bir gelin,güzel mi güzel zarif mi zarıf,saçları topuklarına uzanır,iki bayan tarar saçlarını her gün,tek örük iner topuklarına...Bakıl Ağanın kızı olmak gerçekten önemliydi,duruşu,giyinmesi,yürüyüşü roman gibiydi.Ne yazık ki, o devir bu pırlanta yüze peçe taktırmıştı.Öğretmen hanımı olmak ise toplumda bir ayrıcalıktı.Allahı var ağabeyim uzun boyu,geniş omuzlu,babayiğit duruşuyla aslan gibiydi.Bütün yaşlılar ismini vermezlerdi,Abi geliyor derlerdi.Bizim ailede ağabeyim plan yapardı,herkes itirazsız uyardı dediklerine,...Annem çok uyumlu ve çalışkandı.
Gelin gelmeden önce evin tüm işleri ondan sorulurdu.Ben 5 yaşındaydım ağabeyim evlenince kadar,anneme hiç yardımım olmadı.Sadece oğlaklara gider,süt kaynatmak için çalı çırpı toplardım.Dediğim gibi akşamları yengem okula giden ağabeylerime de yetecek kadar hamur teknede hazırlardı.Çok kuvvetliydi,koca tekneyi elle yoğururdu.Maya yoktu bunun için ocakta yanan bir iki kor parçası suyla söndürülür,sıcak sıcak hamurun ortasına koyulur,üstü kalın bezlerle örtülür,mayalanmaya bırakılırdı.Sabahın köründe kalkan gelin,sacda mayalı ekmek pişirirdi.Bazen o kadar çok hamur olurdu ki,aynı köyde evli olan ablam gelip yardım ederdi.Son birkaç ekmeği de,katmer olarak pişirirlerdi.Çok lezzetliydi,bu gün hala katmeri çok severim ve pişiririm.
Hafta sonu yapılan bu ekmek bir hafta aileye yetiyordu.Hiç unutmuyorum,sacın arkasında oturan ağabeyim sıcak ekmek yiyor, ayran içiyordu.Ağabeyim haklıydı,kardeşlerini okutunca maaş yetmiyordu.Ayran,çökelik ve bostanda ki sebzeler beslenme kaynağıydı.Bir gün ağabeyim beni çağırdı gel bu ekmekleri say ve ona göre ayır,dedi.Ufaktım,daha okula gitmiyordum ama,küçük ağabeyimden saymayı,hesap yapmayı öğrenmiştim.Ben sayınca ağabeyim beni tebrik etmişti.
Derede çamaşır yıkamak yengemin işiydi.1956'da kızı doğunca,artık onu gezdirmek benim görevimdi.Evin en küçüğü olmak bence çok ağır bir görevdi.Ailede herkes beni çağırırdı.Bir gün holde oturan ağabeyim buna şahit olunca,herkese kızmıştı,parmak kadar çocuğa bu kadar yüklenmeyin,kendiniz yapın demişti.Gözlerimin yaşardığını bu gün gibi hatırlıyorum.Yengem meşe odunu külünde yıkadığı bembeyaz çarşafları derede büyük taşlara sererek kurutur,akşam güneş batmadan toplar eve dönerdik.Akşamları annem yeşil fasulye pişirir,ekmekle yerdik.Ben ayrandan hep yoksun kalırdım.Hayvanlar olmayınca bir inek sütü ancak ağabeyime ayran olarak yetiyordu.Bir gün fasulyeyi yemedim,ayran istedim.Annem,kızım vallaha bir maşraba,sadece ağabeyine yetiyor demişti.Bunu duyan ağabeyim yarım maşraba ayranı bana vermişti.Ayranımı içince tıpış tıpış fasulye tabağına gitmiştim.Annem kızmıştı,hani ayran sevmiyordun,demişti?
Zaten köyde yaşamamıza rağmen hiç doğru dürüst ayran ve çökeliğimiz olmamıştı.Ağabeyim öğretmen olarak köye gelince,her sonbaharda bir davar satın alıp kavurma yapılıyor,ayrıca yağ,çökelik,bal satın alınıyor okuyan ağabeylerime de veriliyordu.
*
3.Bölüm
1956'da köyde ilkokula başladım.Annem bana tek kulpu olan Amerikan bezinden bir torba dikti.İçine bir samanlı küçük defter ve kurşun kalem koymuştu.Küçük ağabeyimden dolayı hepsini tanıyor ve nasıl kullanılacağını biliyordum.Erken kalkıp küçük ağabeyimle okula gittik.O ilkokul 4. sınıftaydı.Ben 1.ci sınıfa başladım.Öğretmenimiz büyük ağabeyimdi.çok disiplinliydi.Çalışmayanlara çok kızıyordu.Ben bir masada iki oğlanla oturuyordum.Okuma yazma bildiğim için kendime çok güveniyordum.Ağabeyim beni ikinci sınıflarla oturttu.Artık evde derslerimi çalışmadan uyumuyordum.İlkokul 2. sınıfa geçtim.Kışın çocuk olarak okula gitmek zordu,ağabeyim beni yatılı okula yazdırmaya karar verdi.Yaz tatilinden sonra kasabada yatılı bölge okuluna başladım.Beni götürmeden daha önce yatılıda okuyan Yıldız Abla'nın siyah önlüğü giydirdiler ve beyaz yakalığını taktırdılar.Şubat yarı yıl tatiline kadar köye gitmedim.Annemi çok özlemiştim.Babam kasabaya gelince beni görüyordu,ama anneciğim burnumda tütüyordu.Sekiz yaşında küçücük bir kız çocuğu,kurtuluş adına yatılı okuyordu.Fakat çok çalışkandım.Dördüncü sınıfta annemi çok özlemiştim.Ağabeyim artık kasabada öğretmenlik yapıyordu.Küçük ağabeyim lise ve orta okulu okumak için Erzincan'daki bir akrabamızın yanına gönderilmişti.Annem ve babam köyde yalnızdılar ama ablam vardı yanlarında.Eniştem kışın her ihtiyaçlarını görüyordu.Ağabeyimde ablamlara maddi destek veriyordu.1959'da 4. sınıftaydım,annemi çok özlemiştim.Aralık ayının başıydı,bir sabah erkenden o kar ve kışta okuldan kaçtım.Bana sorarsanız iki metre kar vardı.9 yaşında bir kız çocuğu yalnız başına köye gidiyordu.İki köyü geçtim.Sap Köyü'nü arkamda bırakırken dağa tırmanıyordum.Sap Tepesine varınca korktum,her taraf kan içindeydi.Geri döndüm,karşıdan bir amca geliyordu,omzunda örken,kolunda tüfek vardı.hayvanlara yaprak götürecekti.Beni görünce telaşla sordu:
-Sen ne arıyorsun kızım burada? Baksana kurtlar birbirini yemiş,seni kim gönderdi?
-Bir anlık düşündükten sonra,abimin oğlu hasta gidip annemi götüreceğim,dedim.Adam kafa salladı,
-Kızım bu karda kışta kurtlar seni parçalar.Ben şu tarafta yaprak yükleyeceğim örkene,korkma aşağıya durmadan koş,bir şey görürsen bağır ben tüfekle ateş ederim dedi.
Ben nasıl indiğim hiç farketmedim.Sadece Hop Çeşmesi'nde olduğumu gördüm.Amcaya bağırdım,geldim dedim.Ve koşarak halamın evine doğru yola devam ettim.Sabah erken olduğu için halam daha dışarı çıkmamıştı.Ben bizim mahalleye doğru durmadan koştum.Bizim evin avlusundan içeri girince eniştem bizim siyah ineği kesmiş,derisini soyuyordu.Beni görünce şaşırdı:
-Kızım sabah sabah cinlere mi takıldın,nasıl geldin,dedi?
O ara annem beni görünce korkuyla bağırdı,ne oldu dedi? Ben hiçbir şey demeden başımı annemin göğsüne gömdüm hıçkır hıçkıra ağladım.
-Seni çok özlediğim için okuldan kaçtım,dedim.
Tam bir ay okula gitmedim.Ağabeyim haber yolluyor,bir ay geri kalırsam sınıfta kalacağımı söylüyordu.Bir ay sonra ağabeyime gözükmeden babam beni götürdü,önce bakkaldan defter kalem aldı,beni okula bıraktı.Çalışkan olduğum halde o yıl sınıfta kaldım.Bu benim için bir dersti.Okul hayatımda bir daha sınıfta kalmanın ezikliğini yaşamayacaktım.Devamı gelecek
Kayıt Tarihi : 25.12.2016 00:55:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!