Anılarda Güdül 1 Düz Yazı

Hüseyin Beşler
16

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Anılarda Güdül 1 Düz Yazı

KİMLİK BİLGİLERİ

ADI: Güdül adının Anadolu Selçuklularının Ankara Emiri Şahab üd devle Güdül Bey'den geldiği söylenir.
.
COĞRAFİ KONUMU: Ankara ilinin Kuzey batı doğrultusunda yer alır. Ankara - Beypazarı karayolunun 65. km. sinden kuzeye doğru ayrılan 25 km lik bir asfalt yolla ulaşılır.
İlçenin Doğusunda Kızılcamam, Batısında Beypazarı,Kuzeyinde Çamlıdere, Güneyinde Ayaş ilçeleri yer alır..
Kuzey bölümünde,ormanlarla kaplı, Köroğlu dağlarının son silsilesi bir duvar gibi uzanır. Bu bölümler dağlıktır. Ancak güneye doğru nispeten düzelir.. İklim olarak Karadenizle İçanadolu arasında bir geçiş bölgesi niteliği taşısa da ağırlıklı olarak karasal iklim hüküm sürer..
Denizden yüksekliği 710 metre, yüzölçümü 420 kilometre karedir.
.Bölgenin en büyük yükseltisi, 1658 metrelik Hızır Dağıdır.

İDARİ YAPI: Belediyesi 1904 te kurulmuş,1957 de ilçe olmuştur. 4 mahallesi, 26 köyü vardır..

GÜDÜLDEN ESİNTİLER
----------------------------
Anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.
----------------------------

Üç aşağı Beş yukarı 1955-1975 yıllarının anıları....
Çoğu net olmayan sisli anılar...
Çocukluğumuz ve gençlik yıllarımız.
Acısıyla tatlısıyla yaşananlar ve küçük bir orta anadolu kasabası....

BİRAZ COĞRAFYA

1955 -1975 (Üç aşağı beş yukarı)
AKDERE, KARADERE ve GÜLPINAR
Kocakaya, Güdül'ün doğusunda yer alan yaşlı bir dağ yükseltisidir. Kocakaya'dan iki dere doğar. Batıya doğru arazinin meyiline uyarak akar gider. Kocakayanın güney ve kuzey yamaçlarından çıkan bu dereler,üzüm bağları, meyve bahçeleri aralarından kıvrılarak geçer, eğimin iyice azaldığı ovaya doğru birleşir,bütünleşir.

Güdül...Anadolunun bu küçük kasabası, Akdere ve Karadere adını alan bu derelerin birleşip,tek bir dere oluşturduğu yerde kurulmuştur. Derenin iki yanı boyunca, kerpiç duvarlı,dizeme tahtalı, genellikle iki katlı evler sıralanır. Akdere ve Karadere'nin birleştiği yerde yukarı mahalle yer alır. Tek bir dere olarak batıya doğru yol alırken, kasabanın ortasındaki Emirler mahallesinden geçer. Ve Kiymir çayına doğru yaklaşırken aşağı mahalleyi arkasında bırakır. Kocakayanın güneye doğru, boyun eteklerinden üçüncü bir dere(Gülpınar) doğar. Tekke dediğimiz bölümden kuzey batıya doğru akar, aşağı mahallenin alt bölümünü geçtiği yerde, Akdere ve Karaderenin oluşturduğu Güdül deresine karışır ve Kiymir çayına ulaşır. Gülpınar'ında iki tarafında bağlık ve bahçelik alanlar yer alır. Eskiden Gülpınarın yukarı çığırlarına, tekke'nin alt bölümlerine yün,çamaşır yıkamaya gidilirdi.

1950 li 1960 lı yıllarda dereboyu dizilen evlerde ördek beslenirdi. Ördekler derenin vazgeçilmez konuklarıydı. Derenin suyu yazları azalmakla birlikte devamlı akardı. Nisan, mayıs,haziran aylarında sular artar, bazen şiddetli yağışlardan sonra sel şeklini alarak kıyıdaki evlere zarar verirdi. Sular evlerin hayvan ahırı olarak kullanılan alt bölmelerine girer,bazen eşyaları,bazen hayvanları önüne katar götürürdü. Sel sularının büyükbaş hayvanları bile götürdüğünü duymuştum.Bu zararların önüne geçmek için yerleşim alanlarında, derenin her iki yanına taş duvarlarla yapılan setler daha sonraları betonla sağlamlaştırılıp, yükseltildi.
Günümüzde, ne nisan yağmurları, ne de mayıs ve haziran başlarında öğleden sonraları yağan kırkikindiler kaldı. Haziran başlarında, bir anda bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur... Ardından gürleyip gelen akdere ve karaderenin suları.....Sonra birleştiği yerden (Şosedeki köprüden) itibaren azgınlaşan, kıyı setlerini aşmaya çalışan sel dalgaları.. Bir yanda seyirlik bir manzara ortaya çıkarken, öte yanda mal ve hayvanlarını emniyete almak isteyenlerin telaşlı,endişeli halleri göze çarpardı. Çocuklar, kadınlar sokaklara dökülür,heyecanlı bir koşuşturma başlardı. Her yan yağmur kokardı, toprak kokardı...
Kocakaya'dan Güdül'e doğru, akdere ve Karadere vadileri boyunca uzanan bağ ve bahçelerde elma, armut, kiraz, vişne, üzüm, üvez, dut gibi çeşitli meyveler yetişirdi. Bağ ve bahçeler bir geçim kaynağı ve meşgaleydi. Suyun ulaşamadığı küçük,eğimli düzlüklerde nohut,fiğ,arpa gibi tahıllar yetiştirilirdi.
AKdere ve Karadere nin birleşim noktasında,(her ikisinin arasında) ziraat teknisyenliği binası, arkasındada karakol binası ve sonradan yapılan hastahane yer alır. Hastahane yapılmadan önce burada küçük bir yükselti vardı. Hastahane temelinin kazımı esnasında buradan epey insan kemikleri çıktı.Daha önceleride,biz çocuklar o tepelikte oynarken, insan kafataslarına rastlardık.
Herhalde hastahanenin bulunduğu yer eski bir mezarlıktı.
Hastahaneden kuzeye doğru yer alan düzlükte orman işletmesi kurulmuştu. Kuzey anadolu dağlarının içanadoluya erişebilen son silsilesi Güdül'ün kuzeyi boyunca uzanır. Dağlar yemyeşil ormanlarla kaplıdır. Bu dağ yamaçlarında Güdül'ün orman köyleri yer alır. Ormandan kesilen keresteler Güdüle orman işletmesine, buradanda Ankara'ya veya diğer illere giderdi.
Güdül, Karadeniz bölgesinden içanadolu bölgesine geçiş noktasındadır. Kuzeye bakarsınız; yemyeşil dağlarıyla karadeniz yaşarsınız. Güneyde Sivri dağını aşarsınız; kurak bozkırıyla içanadolu'ya girersiniz...Güdül bir iç anadolu kasabası mı derseniz; Konya, Polatlı, Haymana bölgelerini gördükten sonra buna net bir şekilde evet demek zor. Ama bir geçiş bölgesi demek mümkün....
Güdül' de 20.y.y. başlarında derenin çığırı boyunca sıralanan Yukarı, Emirler ve Aşağı olmak üzere üç mahalle vardı. 20. y.y.ın ortalarına doğru, Emirler mahallesinin aşağı mahalleye yakın kısmında büyük bir yangın çıktı.Bir çok ev yok oldu. Bu olaydan sonra Çarşının kuzeyinde Kiymir çayına doğru olan boş tarlalar da yerleşim hızlandı ve yeni bir mahalle oluştu. Adıda oluşumuna uygun olarak YENİMAHALLE oldu.Böylece mahalle sayısı dörde ulaştı.

BİRAZ DA TARİH

BÖLGEYE İLK YERLEŞİM
Güdül, yüzlerce yıl önce, etrafı dağlarla çevrili bu düzlükte kurulmuştur. Akdere, karadere ve Gülbunar(gülpınar) ın suları bu düzlüğe can verir. Bu derelerin yanısıra küçük pınarların, kaynak sularının çıktığı yemyeşil bir vadidir kurulduğu yıllar.
11 ve 12. Yy da Anadolu hızla Türkleşmeye başladı. Doğudan gelen oğuz boyları planlı bir şekilde anadolunun iç ve batısına iskan ediliyordu. 1071 Malazgirt savaşından sonra batı anadolu ve Marmara hariç, Anadoluda Bizans egemenliği kalmamıştı. Oğuz akıncıları,Türkmen dervişleri,Alperenler Anadoluyu ebedi yurt edinmenin temellerini atıyorlardı.
Daha Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul bey döneminde, devletin anadoluyu fetih planı uyarınca, askeri harekat, ırmak vadileri boyunca kızılırmaka kadar uzanmıştı.1072 den itibaren Kutalmışoğulları; Süleyman şah, Mansur,Artuk,Tutak ve diğer selçuklu emirleri Kızılırmağı geçerek Anadoluda fetihlere devam etmişlerdi.
Bu dönemde Anadoluda meskun bulunan Ermeniler, kendi dinlerine karışmayan, daha adil ve hoşgörülü olan Türkleri kurtarıcı olarak görüyorlardı.Bizans yönetimi,vergilerle halkı soyup, baskı ve zulüm uygulayarak insanlarda nefret uyandırmıştı. Böyle bir ortamda Büyük Selçuklu beylerinden Süleyman Şah, akıllı bir fetih politikasıyla,Anadolunun Türkleşmesini ve Türkiye olmasını sağlayan Anadolu Selçuklu devletinin kurucusu oldu..
GÜDÜL BEY
(Eğer var idiyse)
Güdül Bey, büyük bir ihtimalle selçuklu emirlerinden biriydi. 11. Yy ın son çeyreğinde veya 12.yy ortalarında oymağıyla birlikte SÖĞÜTCÜK e(Kocakayanın üzerindeki geniş düzlük) geldi. Yeni bir yurt aranıyordu. Çadırlar kuruldu. Hayvanlar yaylıma çıkarıldı. Güdül Bey Arkadaşlarıyla etrafı incelemeye başladı. Batıya doğru uzanan geniş ovaya baktı. Bulundukları dağın yamaçlarından doğup, arazinin eğimine uyarak akan üç derenin düzlüğe doğru birleştikleri yeşilliklerde takıldı gözleri.. Oymağı için cennetten bir köşeydi. Söğütcük yaylasının serin havasıyla ciğerlerini doldurdu.Başını sol tarafa çevirdi. Güneydeki volkanik bir dağı andıran sivri tepeye baktı. Kuzeyde, batıya doğru uzanan çam ormanlarıyla kaplı sıradağlara nazaran, güneydeki tepeler daha cılız ağaçlarla kaplıydı.. Ve karar vermenin huzuruyla yanındakilere döndü. Eliyle önlerinde uzanan geniş düzlüğü göstererek
“Bundan gerü dönüp dolaşıp geleceğimiz yer burası olsun. Otağımız burada kurulsun.Çocuklarımız burada büyüsün.”
Böylece, Anadoluda Türkleşmeye temel, yeni bir yerleşim yeri daha kuruluyordu.

VE BÖLÜK PÖRÇÜK ANILAR
--------------------------
Çocukluk yıllarımda, Elektrik yoktu,Televizyon yoktu, Bilgisayar hiç yoktu. Ama ADAM GİBİ ADAMLAR ÇOKTU...
----------------------------


SIĞIR MEYDANI (Sİ MEYDANI)
Çocukluğumun ilk 9-10 yılı dedemin evinde geçti. Çardağın ahşap dizemeli, camsız geniş pencere boşluğu sığır meydanına bakardı. Sığır meydanı yukarı mahallede akdere ve karaderenin birleşip akmaya başladığı bölümün kuzeyinde yer alan 5 dönüm kadarlık bir düzlüktü. Sığır meydanının doğu yönünde, bir metre yükseltide uzanan susa (ŞOSE Güdülün anacaddesi) yer alırdı.
Her sabah,hava aydınlanmaya başlayıp, güneşin ilk kızıllığı Kocakayanın ardından görününce, sığır meydanı nda bir hareket başlardı. Soğuk kış günleri hariç, bahar ve yaz mevsiminde Güdül'ün büyükbaş hayvanları bu meydanda toplanır, ve buradan çobanlar nezaretinde kırlara yaylıma çıkarılırdı. En son hatırladığım çobanlar pekmezcilerdendi.
Güdülde evler genellikle iki katlıydı. Giriş kat, taştan veya sağlam kerpiçten yapılır, bir bölmesi inekler için ahır olarak, bir bölmeside odunluk ve ambar olarak kullanılırdı.Ambar kısminda buğday, arpa gibi tahıllar saklanır, lüzum oldukca değirmenlerde un haline getirilirdi.İkinci kat ise düzgün hatıl ve kalasların arası kerpiçle doldurularak, veya sadece kerpiçle,ya da sadece dizeme hatıllarla yapılırdı. Kerpiç ve ağaç Güdülde önemli bir yapı malzemesiydi. Oturma ve yatma odaları bu ikinci katta yer alırdı. Genellikle odanın birinden geniş bir ocak bulunur, evin ekmeği, yemeği bu ocakta yapılırdı.
Alt bölmedeki hayvan ahırı soğuk kış günlerinde üstteki odaları sıcak tutardı. Kalın kerpiç duvarlar, kışın soğuktan korurken yazlarıda içeriyi serin tutardı.
Genelde her evde,ailenin süt peynir yağ yoğurt ihtiyacını karşılayan bir inek bulunmasına rağmen bizim evde yoktu. Bizim evde -kıran girmediği yıllarda- sayısı 15-20 yi bulan tavuklar olurdu. Ebemin kıran diye adlandırdığı,sadece bizim evde değil,mahallede hiçbir kümeste tavuk bırakmamacasına yokeden salgın bir hastalıktı herhalde…
Bahar ve yaz sabahları, evlerden çıkan inekler sığır meydanında toplanmaya başlardı. Hayvanları meydana getiren kadın- çocuk sesleri ve inek böğürtüleriyle uyanırdım.
Sığırlar toplanıp çobanların önlerinde kırlara doğru yola çıkarken, meydanda bir koşuşturma başlardı. Kadınlar, kızlar MAYIS dediğimiz sığır dışkılarını toplamaya başlarlardı. Sığır dışkıları samanla karıştırılır, evlerin duvarlarına yapıştırılarak kurumaya bırakılırdı. İçanadolu için önemli bir yakıt olan TEZEK bu şekilde üretilir ve kış boyu ocaklarda yakılırdı.
Sığır meydanı günboyu mahalle çocuklarının oyun alanıydı. Susa (şose) sığır meydanından bir birbuçuk m. Kadar yüksekte güney kuzey doğrultusunca uzanırdı. Şose boyunca sığırmeydanı kenarında akasya ağaçları vardı. Bu ağaçlar arasında billur gibi suyuyla meydan çeşmesi akardı.
Birgün mahallenin çocuklarından bazıları ilkokul Müdürü (BAŞÖĞRETMEN) İZCİ beye bir tuzak hazırladılar. İzci bey hergün akşam evine giderken sığır meydanından geçerdi. Onun geçeceği yolu 30-40 cm.derinliğinde kazdılar.Çukurun içini cıvık çamurla doldurdular. Sonra üzerine kuru toprak serptiler. İzci bey uzaktan görününceye kadar, ondan önce geçenleri uyardılar. İzci bey gelirken hepsi kaçıp saklandılar. Rahmetli İzci bey, o tombul,sevecen insan, dizlerine kadar çamura gömüldü. Epey bir çabadan sonra çamurdan kurtuldu.Sağa sola baktı. Kimseyi göremedi veya gördü de hissettirmedi. O çamurlarla yürüdü gitti. Bu olay Bende sığırmeymanı ile bütünleşen buruk bir anı olarak kaldı.
Sığır meydanı; Bilye, Saklanbaç, Birdiribir, Çanak devirmece, naylon veya lastik toplarla futbol oynadığımız, ayağımızdaki naylon ayakkabı, tokyo terliklerle top yerine taşlarına vurduğumuz oyun alanımız, çocuk bahçemizdi. Akşam üzerleri toplanma yerimizdi. Gazoz kapaklarını taşla düzeltir para şekline getirir oynardık. Eski palto,pantolon, ceket düğmelerini toplar İLİK oynardık. Çelik -Çomak sonbaharda sığırmeydanında oynanan en zevkli ve heyecanlı oyunlardandı.
Bugün SİMEYDANI (sığır meydanı) yok. Sığır meydanıyla birlikte anılarda silinmeye başladı.,
Nedendir bilinmez, sanki başka boş yer yokmuş gibi, buraya belediye tarafından sosyal konutlar yapıldı.Zaman içinde mezbeleliğe dönüşen, bu çirkin beton yığınları, ne içinde oturanı ne de sığırmeydanını mutlu etti. Hilkat garibesi, ucube çirkinlikler olarak yaşlandı, kaldı.
Belki bu meydanda toplanacak sığırlarımız kalmamıştı. Belki tezek yapmak için mayıs ta toplanmıyordu artık.. Ama çocuklarımızın,gelecek kuşakların evler arasında kalan böyle boş oyun bahçelerine, yeşil alanlara çok ihtiyaçları olacaktı.
Maalesef yarını göremeyen karar vericilerin, buna benzer uygulamalarını daha çok görecektik….

MUHACİR EVLERİ
SUSA nın (şosenin) bir yanında sığırmeydanı yeralırken öte yanında göçmenevlerinin bulunduğu üçgen biçimindeki bir alan vardı.
1950 li ve 1960 lı yılların başlarında burada tek katlı, iki odalı, tek tip evler vardı. Sayıları tahminen 10-15 kadardı. Muhacir evleri dendiğini hatırlarım. Herhalde 1951 Bulgaristan göçmenleri için devlet tarafından yaptırılmıştı. Bu evlerin sakinlerinden bir- iki aileyi hatırlarım. İlk tanıdığım sarı saç ve mavi göz o evlerden birindeydi. Çıplak ayaklar, akan burnuyla kirli bir yüz..Kerpiç duvarlı tek katlı evlerin önünde sanki üşür gibi dururdu. Hepsi bu. O çocukla oynadım mı hatırlamıyorum. Puslanmış anılardan seçebildiklerim bunlar.Bu insanlar belki iş imkanları bulamadıklarından belki de Güdüle uyum sağlayamadıklarından zamanla buraları terkettiler..Sonra karanlık bir boşluk.. O evlere ne oldu bilmiyorum.. Ama boşalan evlerin zamanla kapı ve pencerelerinin yok olduğunu, viraneye döndüğünü bir müddet bizim oyun köşelerimiz olarak yıkık- dökük ayakta kaldığını hatırlıyorum..Sonra mı? O viraneler yıkıldı..Bir zaman boş arazi olarak kaldı ama orada sığırmeydanının akibetine uğramaktan kurtulamadı. Sosyal konut denilen ucube tipli betonlardan iki blok ta oraya yapıldı; Susa manzaralı sayfiye evleri...
Gönül isterdi ki bu konutların yerine çam ağaçları, çınarlar akasyalar dikilsin, Güdülün ilk kurulduğu yılları hatırlatan yemyeşil bir köşe olsun, bu yeşil köşelerle Güdülün bütün mahalleleri dolsun…
Ama olmadı…..

-------------------------------------------------------------
.....VE O GÜZEL İNSANLAR, O GÜZEL ATLARA BİNİP ÇEKİP GİTTİLER..
------------------------------'-------------------------------
DONDURMACI OSMAN
“KAYMAAAK DONDURMAA” sesiyle birlikte küçük demir tekerlekli dondurma arabasıyla Osman amca köşeden görünürdü. Sığırmeydanında durur, çocuklar etrafına toplanırdı. Osman amca Hislon saati gibiydi. Zamanı şaşırmayacak kadar dakikti. O, sığırmeydanına geldiğinde çarşı camisinden Hamza dedenin ikindi ezanı sesi gelirdi.
Dondurmacı Osman da Güdül'e gelen göçmenlerden biriydi. Ancak o Bulgaristan değil Manisa göçmeniydi. Belki bir kan davası sonrası memleketini terketmek zorunda kalmıştı. Güdüle geldi, evlendi,yerleşti. Dondurmacılığa başladı.Belkide Güdül dondurmayı ilk kez onunla tanıdı. Bu sektör onun iri vücudu, babacan tavrıyla renklendi.
Yaz aylarında hergün öğleye doğru Belediye kahvesi eteğindeki Pazar çeşmesinin önünde dondurma arabasını parkederdi. İkindiye doğru mahalle aralarına doğru yola çıkardı. Onun sesini duyan çocuklar ellerindeki paralarla soluğu sığırmeydanında alırdı. Dondurmanın külahı 25 kuruştu ama osman amca 10 kuruşu,15 kuruşu da geri çevirmez, yalnızca külahı küçültür dondurmayı azaltırdı.
Küçük dondurma arabasına nispet iri vücudu, beyaz önlüğü ve şapkasıyla dondurmacı osman hafızalarımızda yerini aldı. Ancak o da 70 li yılların sonlarına doğru yok oldu. Öldümü yoksa diğer göçmenler gibi Güdülü terk mi etti bilmiyorum..

SIHHİYE MURAT
O yıllarda (50 li yıllar- 60 lı yılların başı) Güdülde herhalde devamlı bir doktor yoktu. Yenimahallenin sonuna doğru, çay yolu üzerinde dispanser vardı.Henüz hastahane binası yapılmamıştı. Dispanserde de sağlık memuru olarak görev yapan, gözlüklü, hafif tombul,bir babacan amca daha vardı. Herkes onu sıhhiye Murat olarak bilirdi. Güdülün sağlıktan sorumlu en önemli kişisiydi. İlk yardımı yapar,dikiş atar, iğne yapardı. Bir keresinde düşmüş alnımı yarmıştım. Elim yüzüm kan içindeydi.Sıhhiye murat yetişti, Yarayı sildi pansumanı yaptı. Ve metal iki kanca ile açılan yarayı birleştirdi, bir araya getirdi. Dikiş işlemi tamamlanmıştı. Yara iyileşince o metal kıskacı çıkardı.. Daha sonra veya daha önce KONYALI ALİ sağlık memuru olarak görev yaptı. 60 lı yılların ikinci yarısından sonra doktor Sıtkı Şener Güdüle geldi. Muayenehanesinde ilk eczaneyide açtı. Ambulans şoförü CANKURTARAN MUSA (Musa Topçu) sağlık hizmetlerinin önemli bir görevlisiydi.
Postacı İsmail, Cankurtaran Musa, Mübaşir Ali, Sıhhiye Murat, Konyalı Ali, Elektirikçi Kamil, Aşçı Mustafa meslekleriyle isimleri özdeşleşmiş şahsiyetlerdi…Yeri geldikce bunlar ve bunlar gibi insanlardan bahsedecegim
.
ELEKTRİKÇİ KAMİL
Güdül elektirikle sanırım 60 lı yılların hemen başında tanıştı. Bu günkü lise, o zamanki ortaokul binasinın hemen çapraz karşısına elektirik santrali yapildi. arkasında büyükçe bir havuzu vardı. caddelere sokaklara beton elektrik direkleri dikildi.. Ve akşam elektrikler yanmaya başladı. Once çarşıda kahveler dükkanlar elektriklendi.Takiben evlere de elektrik ulaştı.Elektirik direğı sokağımıza dikildi. bir zaman sonra, "bu akşam elektrik yanacak" dendi.Hava kararırken bütün mahalle kadın çocuk sokaga döküldük. Direkteki lambanın altinda toplandik.. Birden ışıgin yanmasıyla mahalleyi çocukları bir cosku sardı.Karanliğın solgun ışıkla birden aydınlanmasi biz çocuklarda büyük bir heyecan uyandirmıştı. Saatlerce ışik altinda oynadık evlere girmedik.Günlerce Geceleri hep sokaga çıktık
Kamil abi, Sanralin elektrik teknisyeniydi. Akşamları santrali çalıştırır, gece yarısına kadar 3-5 saat elektrik verilirdi.Herhalde santralin akaryakıtla çalışması nedeniyle gunduzleri elektrik verilmezdi..Kamil abi, evlere elektrik tsisatlarının çekilmesinden tamirat ışlerine kadar bir cok konuda hizmet verdi.Düzgün bilgili görgülu,iyi bir insandı.. Insanları kırmazdı..İMesleğine düşkündü...Uzun yıllar Güdüle hizmet etti.

AŞÇI MUSTAFA
Güdül ün yegane aşcısı idi. Lokantayı sabah erkenden açar, ocak kısmina geçer, tencerelerın altını yakardı. Bizim kahvenin üç dükkan aşağısında lokantası vardı. O ocakta iken ilk çayını götürürdüm. iyi bir çay tiryakisiydi. Benim en iyi müşterimdi. Akşama kadar 5-6 bardak çay icerdi. Ben bazen işi abartırdım. Demlikte Çay arttıkça bardağa doldurur götürürdüm. "Biraz önce içtim" der gibi büyük numaralı okuma gözluklerinin üstunden yüzüme baksa da ben cayı masasının uzerine koyar dönerdim. Bazen 10 hatta 13-15 bardaga kadar çıkardı rakam...Ama mustafa amcamın sesi çıkmazdı. Sadece "buraya kadar geldi " der gibi parmağıyla bogazını işaret ederdi. Hic kimseyi kırdiğını, hatta sesini yükselttiğine şahit olmadım. idareciydi.Kibardı, nazikti, Güdüllü gibi Yöresel şiveyle değil, şehirli gibi konuşurdu. Güdülde benim adım "İSİİN" di. ama bir tek aşçi amcam Hüseyin diye seslenirdi. Yumuşak başlıydi. Zaten Güdülde lokanta işletmek kolay bir zanaat değildi. Hele akşamlari içkili ise..Sarhoş idare etmek kolay değildir.Aşcı mustafa amca ve oğulları, Ali abi, Erol Abi, Mustafa abi o lokantanın bütün zorluklarına göğüs gererken bir insanlık ve olgunluk örneğı oldular..Hiç kimseyi kırmadılar. Kötü söz söylemediler..Seslerini yükseltmediler..Herkesle dostça geçindiler..Nice geçimsizleri, zor insanları idare ettiler, hoşgördüler ve yıllarca ayakta kaldılar.
Lokantanın Pazartesi günleri hariç, günduzleri çok müşterisi olmazdı. Ancak akşam olup hava karardiktan sonra, müşteri silueti değişirdi.Artık içki içenler gelmeye başlardı. lokantanın üst katı iki odalı oteldi. Otele çikan merdivenin alt kismi lokantanın zula kısmıydı. Gerçi akşamları lokantanın küçük perdeleri kapanırdı. Güdül de herkes açıkca icmez, icki ictigi bilinsin istemezdi. Bu nedenle merdiven altındaki zula masa lokantanın en ragbet goren masasiydı. o masa her akşam dolu olurdu..Genellikle lokantanın akşam müşterileri müdavimlerdi.. Çoğu gelir masalarında rakılarını yudumlar, sohbetini eder, sükunet içinde evine giderdi. Lokantanın akşamcılarının isimlerini yazmayacağım ama saygı ve sevgi ile anmadan geçmeyeceğim. Onlar Güdülün bir başka yüzüydü. İckiyi adam gibi içen, sohbet etmesini bilen dost canlısı insanlardı..

Hüseyin Beşler
Kayıt Tarihi : 30.11.2008 14:57:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Gülşen Kızıl
    Gülşen Kızıl

    Sevgili hocam , bizi Güdül'ün gürül gürül akan pınarlarına götürdünüz, mis gibi bir dağ esintisintisiyle bambaşka diyarlara gittik, orada içi yaralı bi çocuğun sesine kulak misafiri olduk.. bütün yazıyı okudum sevkle ve sizi çok şanslı buldum cennet gibi yerlerde , iyi kötü anılar biriktirmişsiniz, yüreğinize sağlık....dostlukla

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Hüseyin Beşler