Anılarda Güdül 3 Şiiri - Hüseyin Beşler

Anılarda Güdül 3

KUNDURA VE KUNDURACILAR
----------------------------
İnsanlar başaklara benzer; İçleri boşken başları havadadır.Doldukça eğilirler..
----------------------------

Çarşının ortasındaki Koca çınarın altından aşağı doğru, Yanımey’in dükkanın önünden geçişlerimi hatırladıkça gülümsemekten kendimi alamam; Yanımey amca, dükkanın kapısına veya önüne bir iskemle atar,oturur,gelene geçene bakardı. Pardon gelene geçene değil, gelen geçenin ayağına bakardı. Daha doğrusu ayakkabısına bakardı. Mesleğinin şuuraltına yerleştirdiği bir şartlanmayla, yan dönmüş kasketinin altına gizlemeye çalıştığı bakışları, geçenlerin yüzünde hiç durmadan ayakkabılarına doğru kayar, Her adım atılışta ayakkabı iyice incelenirdi. O anda zihninden hangi düşünceler geçerdi kim bilir. Ayakkabı hangi kunduracıdan alınmış? Yeni mi? Eskimiş mi? Pençeye mi ihtiyacı var? Bunun gibi onlarca soruya cevap arardı yorgun beyni. Sonra kasketin altından ağarmış kısa kesik saçlarını karıştırır, biraz yana doğru kaykılır, yeni bir geçene doğru bakışlarını hazırlardı.
Yanımeyin dükkkanın çapraz karşısında Geniş ağanın bakkal dükkanı vardı. Lakabın bu kadar yakıştığı insan az bulunur. Geniş ağa amca, vücut yapısı olarak geniş gardroplar gibiydi. Konuşması da acelesiz, ağırdan ağırdandı. Geniş ve rahat bir adamdı. Güdüllü teşbihteki ustalığını, böylesine güzel yakışan lakap takarak gösteriyordu. Genişağa amca, üniversitede okuyan oğlunu genç yaşta kaybetti. Evlat acısı o koca gövdeyi eritti, fazla yaşatmadı.Bir müddet sonra göçtü gitti.
O yılların en değerli giysilerinden birisi de ayakkabıydı. 60 lı yıllarda “SOĞUKKUYU” “GIZLAVED “ olarak adlandırılan lastik ayakkabılar fakir fukaranın yegane giysisiydi. 2-3 TL ye bir soğukkuyu alınabilirdi. İçi bez kaplamalı olan soğukkuyu biraz daha iyi görünse de ayakları perişan ederdi. Kışları mutlaka yün çorapla giyilirse soğuktan korunabilirdik. Yazları ise sıcakta vıcık vıcık olur ayaktan kayardı. Onun içindeki ayağın kokusu da yaşama ayrı bir renk katardı. Güdülde Hacel çavuşların Gızlaved lastik üreten bir fabrikaları vardı. Üretimi Güdül ve çevre köylerin soğukkuyu ihtiyacını karşılardı. Soğukkuyu kışları karda buzda kızak gibi kayardı. Ortaokul yıllarında Mustafa Çalışkan isimli bir arkadaşımız buna da bir çözüm buldu. Bir sabah okula biz düşe kalka gelirken o patenajsız geldi. Baktık ki soğukkuyunun altına tırtıllı zincir takmış,Kaymayı engellemişti.Yokluk insana ne çareler ürettiriyordu.
60 lı yılların herhalde başlarında soğukkuyu’nun yaz aylarında verdiği ızdıraptan kurtaran yeni bir ayakkabı ile tanıştık; NAYLON AYAKKABI. Üstü açık, yanlardan demir toka ile bağlamalı, rengarenk ayakkabılar. Kızlı erkekli,mavisini,kırmızısını,sarısını, yeşilini yıllarca giydik. Yumuşaktı,hafifti.Eh estetik bir görünüme de sahipti. Naylon olduğundan pek sağlıklı olmasa da ayağımızı taşlardan koruyordu. Gızlaved lastikten pahalı ama kösele iskarpine göre oldukça ucuzdu da. Ucuz etin yahnisi olmaz derler ya, naylon ayakkabılar biz çocuklara pek dayanmazdı. Kısa zamanda Bağlama kopçalarından kopar, ebemin bir iki dikiş atmasıyla, üç beş gün daha giymem sağlanırdı. Bir zaman da terlik Halinde kullanılır ve sonra bir köşede ömrünü tüketir kalırdı.
Yaz ayları çoğu zaman ayak başparmağımın yara içinde olduğunu hatırlarım. Naylon ayakkabının alınmadığı veya yırtıldığı zamanlar, Yalınayak koşarken bir taşa çarpan ayak başparmağı yarılır, kan içinde kalırdı.Ebemin bu yaraya en acil ilacı, üzerine sidik işememdi. Bazen işerdim. tuzlu sıcak sidik yarayı ayrica yakardı. Eğer biz bez bulursak sarılır, bulamazsak o tozun, toprağın içinde kan durur, yara baş tutardı. Bir müddet sonra da o toz toprak içinde yara kapanır giderdi. En acısı da baş tutmuş yaralı parmağın ikinci kez taşa çarpmasıydı. Onun acısı daha bir başka olurdu.
Günümüzde bir iğne batması, çöp çizmesi ile hastanelere koşan veya hafif bir soğuk algınlığı ile yataklara düşenleri görünce hayretler içinde kalıyorum; Biz mi çok sağlamdık, şimdiki nesil mi nane molla? Bazlama, sarımsak, tarhana, soğan,yoğurt gibi basit gıdalarla yokluk içinde beslenen bizlere göre,sucuk salam sosis,mısır gevreği, jibs, şokella,kola, fanta, fındık ezmesi, gibi gıdalarla beslenip, irileşen şimdiki nesil neden daha dayanıksız? O toprak içinde iyileşen yaralar hiç mi mikrop kapmazdı. Sırtımızda bir mintan veya basit bir örme kazakla zemherinin ayazında burnumuz aka aka sokaklarda oyun oynarken, grip nezle neredeydi?
İlkokul 2. Sınıftayken ilk iskarpin ayakkabım oldu. Açık kahverengi üstü yarı fileli çok güzel bir ayakkabıydı. Ankara’da terzi olan amcamın, benimle yaşıt olan oğlu giymiş, daha sonra küçük geldiği için Güdüle bana göndermişlerdi. Maalesef benim ayağıma da küçük geldi. Ama ben yılmadım,direndim ve her şeye rağmen giydim. Çünkü iskarpin ayakkabıydı. Arkadaşlarımdan çoğunun böyle bir ayakkabısı yoktu. O gün akşama kadar ayak parmaklarım sızlaya sızlaya giydim. Akşama doğru sızı iyice arttı.topallaya topallaya eve zor attım kendimi. Parmaklarımın üstü yara olmuştu. Birkaç gün giyemedim. Yarlar iyileşti. Babaannem ayakkabıyı ıslattı. kalıba sokup bekletti. Ayakkabı biraz genişlemişti ama deforme olmuş, ilk güzelliğini kaybetmişti.Bir müddet te öyle giymeye çalıştım ama uzun süreli giyemedim. Kısaca iskarpin bana yar olmamıştı.
Ben Çarık giyilen yılları yaşamadım. Güdülün pazarı pazartesi günleriydi. Güdül pazarı günleri, öte beri satmaya gelen köylülerin ayaklarında çarık gördüğüm olurdu. Hepsi o kadar.. Herhalde 50 li yılların sonlarında çarık artık gündemden düşmeye başlamıştı. Birinci ve ikinci dünya savaşının verdiği kıtlık yıllarını dedem ve babamın nesli yaşamıştı. Bizim yaşadığımız sa biraz daha iyiydi. Yoksulluk, fukaralık vardı ama hiç olmaz sa kıtlık yoktu.
Güdülde İskarpin yapan iyi ustalar vardı. Kunduracı ÖZEN kardeşler, Kunduracı Ademin babası Hasan amca, Sarı Ömer, Karadana’nın Ömer, Yanımey hatırladığım ayakkabıcılardandı. Daha eskilerden Yarımağaların Ayhan abinin babası da kunduracıydı sanırım. Bu ustalar ayakkabı, mes üretir ayrıca tamirat işleri de yaparlardı.
Müşteri,Önce ince mukavva üzerine ayağını koyar, ayağın ölçüsü çıkarılırdı. Daha sonra ölçüye göre deri ve köselenin kesimi yapılırdı. Ayakkabıcının önünde kirden veya boyadan iyice kararmış bir önlüğü, küçük kısa bacaklı masası, ve masa yanında içinde kirli su bulunan tenekesi olurdu. Ağzına doldurduğu küçük çivi veya tahta kadakları, elindeki çekiçle, örsün üzerine yerleştirdiği ayakkabının köselesine çakardı. Ölçüsü alınıp, siparişi verilen ayakkabının bir hafta sonra provası yapılır,ikinci hafta sonu da teslim edilirdi. Bu süre, müşteriye ve isteğe göre uzayıp kısalabilirdi.
Kunduracılığın, en rağbet gören işi Pençe yapmaktı. Pençe ustalık isterdi. Köselesi eskiyip delinmeye yüz tutan ayakkabının altına, önden orta bölüme kadar lastik veya köseleden ikinci bir taban yapılması işine pençe denirdi. Ayrıca Ayakkabının altının önüne, dış yanlarına ve topuklarına demir çakılırdı. Herhalde ses çıkarmasından çok geç eskimemesi hedeflenirdi. Ama bastıkça çıkardığı ses te yürüyüşe ayrı bir hava verirdi sanki..

Hüseyin Beşler
Kayıt Tarihi : 13.1.2014 12:18:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
Hüseyin Beşler