"Tanrım biraz konuşabilir miyiz? Çünkü artık birbirimize inancımız kalmadı ve bunu itiraf etme zamanı geldi. Ben, insanlığı kurtarmayı bırak kendimi bile kurtaramadım ve sende elimi çok erken bıraktın." Yarattığın dünya mı desem yoksa insanların öyle sandığı dünya mı desem bilemedim. Ama artık katlanılmaz hale geldi ve bu benim canımı çok sıkıyor. Şu "Allah kuluna taşıyamayacağı kadar yük vermezmiş" safsatasıyla daha fazla avutamıyorum kendimi. Tamamıyla kaybolmuş nereye sığınacağını bilemeyen umut etmekten yorulmuş bir durumdayım. Hiçkimse tarafından anlaşılmıyorum ve daha kötüsü bende kendimi anlayamıyorum. Tek bildiğim ne kadar zaman geçerse geçsin içimdeki boşluk hissinin geçmediği. Mutsuzum. Ama bununda farkında olmak gerekki kendi kendimi mutsuz etmiyorum. Tutunduğum tüm dallar kırılıyor. Yaşamak istemiyorum bu benim için çok ağır bir yük. Hayatın koşuşturmacasına kapılıp bir o yana bir bu yana savruluyorum. Yıllardır okul köşelerinde saçma sapan bir sistemde bir yerlere gelmeye uğraşıyorum. Tüm bu yolculuğunsa aslına bakıldığında tek amacı para kazanmak. Bütün canlı formları gibi doğup çeşitli fiziksel süreçlerden geçip yaşlanıyoruz ve sonra ölüm. Geriye baktığındaysa yaşanmamış bir hayat. İşte benim en büyük korkum bu. Bütün çırpınışlarım çabalarım umutlanışlarım bunun için. Bir gün toprak olacağım ve geride yaşanmamış bir hayat bırakmak istemiyorum. Ama ne hikmetse yıllardır hiçbir şey değişmedi. İnsanlar elleriyle içimdeki umudu yaşama sevincini söküp atıyorlar. Her şey değişiyor ama hiçbir şey değişmiyor. Birkez olsun saf derin duygularla sevmek sevilmek isterdim ama günümüzün klişe love bombing ghostinginden ileri gidilmiyor, bu sefer olacak dediklerim yutkunamadıklarıma dönüşüyor. Dostlarım gelmiş ama geçici insanlara dönüşüyor. Herkes kendi menfaatini kolluyor. Öyleki menfaatiyle hareket etmeyen birini görsem taparcasına sevgi göstermek istiyorum. Tanrım durum bu kadar vasatken sana nasıl inanmamı beklersin? Sende onlar gibi menfaatçisin özüne bakıldığında. Sana ibadet etmemizi istiyorsun bunun için yaratmışsın. Ne gerek vardı ki tanrı? Ne diye uğraştın ki? Ben sana tapsam ne tapmasam ne ihtiyacın mı var? Bu kadar boktan bi dünyaya doğduğum yetmiyormuş gibi birde tapmamı mı istiyorsun? Senin merhametli olduğuna inanmıyorum. Sana ve şu saçma adem havva olayına da inanmıyorum. Senden nefret ediyorum sevgili tanrı. Olmamış yarattığın bir daha dene. Ama bu sefer beni ortak etme.
Kalabalığın arasında uzunca bir yol yürüdükten sonra yorgunluğa daha fazla dayanamayıp gördüğüm ilk boş yere oturdum. Kafamı kaldırır kaldırmaz gördüğüm şeyin hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu anlayamadım. İstemsiz bir şekilde ısrarla bakmaya devam ettim. Gereğinden fazla baktığımın farkında olacaktı ki buna son vermek istediği her halinden anlaşılıyordu. Derken buna pekte gerek kalmadan çağrıldı. Kalkıp yanındakine haber verircesine kafasını salladıktan sonra içeri girdi. "Yanındaki" kim bilir onun için ne de güzel duygular ifade ediyordur. Zaten hep öyle olmamış mıydı? Bunca zaman ben hep bakışlarıyla kaplumbağayı evine kaçıran taraftım.
Daha fazla dayanamayarak ve yorgunluk hissetmeden kalkıp hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Cismin altında kalmış, ağırlığıyla ezilmiş herhangi bir nesne olarak görüyordum yine kendimi. Ağlamak istiyordum fakat bunun için çok yorgun hissediyordum. Yine. Kendimi yollara bıraktım. Ve nihayetinde sahil kenarında durup uzunca hir süre geçmişimi düşündüm. Beni bu ruh haline sokmaya hakkı yoktu hiç kimsenin. Bu yüzden biraz kızgındım yine.
Bu arada o hiç kimseydi. Beni tanımamış olması bile gayet normaldi. Çünkü kısa bir an onu tanımaya fırsat bulup sonrasında sonsuza kadar hayatından çıkmış biriydim. Ben zaten dünyadan ziyade kendi kafasında yaşayan biriydim. Böyle olmasına rağmen dönüp dolaşıp aynı kişide durmak bana artık acı vermeye başlıyordu. Ondan öncesi yoktu sonrası da bana ondan başkasını hatırlatmıyordu. Belkide bu işkenceye son vermek için başkalarıyla oyalanmaya çalışıyordum. Ama bu beni daha çok içime kapatmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Telefonuma gelen bildirim sesiyle irkildim. Uzun süre konuşmadığım için ağzımda yine farklı bir tat oluşmaya başlamıştı. Telefonuma bakınca birden ona yazdığım ilk ve tek şiirim aklıma geldi. Oysa ben şiirlerden ve şairlerden oldum olası haz etmezdim. Yazmak için yazılmış şeylerdi çoğu. Tabi bu düşünceler ilk şiirimi yazarken benden oldukça uzaktaydı kısa bir süreliğine. Sonrada elime almadım bir daha kalemi.
Kendime daha fazla eziyet etmemek için kalkıp eve gitmeye karar verdim. Yolda gercekçi yanımın tekrar devreye girmesini bekliyordum. Çünkü bugüne kadar tanık olduğum hayatlarda insan insandan sıkılıyordu. Zamanla büyünün tesiri geçiyor hayat eski monotonluğuna bürünüyordu. Onunla farklı bir şekilde olsaydık da sorumlulukların bindiği omuzlarla günlük, hayati ihtiyaçlarını karşılama derdinde olan iki sıradan insandan daha fazlası olamayabilirdik belkide. Bu ihtimaller beni eylemsizliğe itiyor bakmaktan daha fazlasını yapmaktan vazgeçiyordum ki yapsamda karşılık bulmayacağı aşikardı.
Neyseki bu ruh halinden kurtulmanın bir yolunu bulmuştum yıllar içinde. Eve varır varmaz koltuğumda biraz dinlenip tutunacak tek dalıma yöneldim. Bu dal bir ceviz ağacının dalıydı. Çalmaktan nasır tutmuş parmaklarımla duygularımı yeterince etrafa saçıp bolca ağladıktan sonra kemanımı tekrar yerine koydum. Kuşkusuz beni hayata bağlayan tek varlık kemanımdır. İhtiyaçlarımı giderip uyumaya çalıştım. Yorgunluğun etkisiyle çok zor olmadı. Sabah kalkınca her şey şaşırtmayacak kadar aynıydı. Sabretmeye devam ettim.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!