Ben ve benliğim arası gelgitte,
Nefes aldıkça daralan bir boşluk gibiydi ruhum.
Aitliğini ve sahipsizliğini çözemediğim ruhlar,
Başka diyarlardan gelmişçesine yabancı uğultular...
Gün geçtikçe kirlenen sokaklar gibi aşinaydı birbirine.
Ve kanatları yıpranmış bir kelebek gibi
Kendine yeni bir koza örmek istercesine çıldırıyorken ellerim,
Günleri birbirine karıştıran kaosta yıpranıp durdu.
En yakınım ile en uzağım arasına koyduğum hududu,
Çekingen tavırlarla rüzgarı ittiğim sessizliği,
Hemen hemen herşeyi sakladığım zamansa tiryakilikten bile öteydi adeta.
Hiçbir zaman yok olmayacak olan sonsuzluğun temennisi gibiydi.
Ve yine zaman akıyorken kollarımda, ruhum deniz sesleri gibi
Şark ile garp arası zıtlığın güneşi tuttuğu yerde
Gecenin sırrını aya lütfeden anka kuşu gibi saklanırdı.
Yandığını bile bile üstlendiği bu ağırlık
İpeksi sözlerden öte, kırgınlığı haz sayıp da kaldıklarım gibiydi.
Yani kendime ayna kadar yakın bildiğim,
Ve bildiğimi bilmediğimden evvel tuttuğum suretlerle,
Bir ip üzerinde kör cambazlıklarla sallanıp dururdu.
Nereye gittiği belli olmayan bu sonsuzlukta ne kadar yaşayacağıysa meçhul.
İçimde dönüp duran,
Dönüp durdukça yüreğimin duvarlarını harap eden bu rutubetli ses,
Hem kendime ait hem de büsbütün benden ayrı olan bu öz,
Geçtiğim tüm asabi yüzleri darağacına vardırıyordu.
Peki, bir çemberin içinde kalmış bu karmaşa nereye kadardı?
Aşılması gereken ve kendine öykünür gibi tekrarlanan bu duvar,
Enaniyetin kölesi olmuş, çürüyüp gitmeye yüz tutmuş bu girdap nereye kadardı?
Tüm bu karmaşayı ardımda bırakıp gittiğimde bulduğum değişecek miydi?
Tartışılır elbet...
Sakinliğimi sessizce yüreğime alıp, gecenin siyahi tavırlarında gri soluğumu harcarken,
Tarlaya ekercesine ektiğim ve kış ile kendi haline bırakılacak olan tüm hasretler,
Ruh dediğim cinnet ile metanet arası dilimde kayboluyordu.
Unutulmuş yahut tesadüfen bulunmuş, kaygıdan, korkudan bir tual,
Renkleri alacalanmış, alalacele aksettirilmiş nefretler gibiydi içim.
Bu yüzdendir ki umutla koştuğum her durakta
Bulduğum boşluğu, üstüne basarcasına terkederek
Belli belirsiz bir kasvetle yırtar geçerdim.
Herkes içerisinde hiç kimseyi bulur,
Hiç kimse olanları ayrıcalık sayardım.
Keza hiç kimse dediğim, yüzünün rengi bozulmamış,
Gülüşünde tuttuğu kırışıklıklara geçiciliği sığdırmamış olandı.
Herkesleşmemiş, herşeyleşmemiş olandı.
Henüz üzerine kar değmemiş toprak parçası gibi,
Gözyaşının verdiği ıslaklığı bilmemiş olandı.
Bu yüzdendir ki; ben ve benliğim arasındaki gelgitte,
Mavi bir mürekkebin sayfada bırakabileceği iz gibi olan ruhum kendini arardı.
Aitliğini ve sahipsizliğini çözemediği tüm çıkmazları bir bir yasaklardı.
Ancak kendisi gibi olanı bulduğunda yok olacak,
Ve ancak kendine duyduğu sükunu paylaştığında özünü hissedecekti.
Aşılması gereken duvarları kendine öykünür gibi tekrar ederek değil,
Kendine benzeyeni lakin hep bir eksik kalanı,
Yani kendiyle tamamlanacak olanı bulduğunda ölecekti.
Sisli gecelerde yolunu kaybetmiş gemilerin deniz fenerlerinden ilham alışı gibi yüzerek,
Uzaktan gördüğü solgun ışıkları bir bir yok ederek...
Aslı Yağmur Çelik
Kayıt Tarihi : 8.2.2011 00:11:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!