Sen, ta uzaklardan gönderdiğin tebessümünle
yeşerttiğin beyaz paptyaların
yapraklarıyla işlenmiş, o ince işli dertsin...
Yutkunamadığım her anın giziyle
gözlerimin buğusunda beliren
parmak izlerimi taşıyan ismin sahibisin...
Tenime rüzgarla ulaşan nefes,
ruhların savaşında kaybolurken gökyüzü
ellerimi avuçlarına alan beyaz atlı prenssin...
Ben, kırmızıyı güle maviyi göğe bırakıp
kuzguni geceleri yemenisine oyalayıp çatlak zırhına
süs diye bağlayan hiç okunmamış bir öykünün delisiyim...
kızgın çöllerin buhranında, kağıdı kumlara, kalemi seraba
yazanı rüzgara karışmış, harflerin kuruduğu,
imla kurallarının unutulduğu yitik bir şiirim...
Ve biz, biz diye bişey yok, biz öldük sevgili! unutularak sürüldük
bizi var eden tüm meskenlerden,için için kararan yüreklerden,
bir yer bulamadık barınacak, gömüldük en masum hayallerle...
Artık yorgun şairlerin 'sen'lerin narasıyla sarsılan dizelerinde
karşılaşıyoruz anca, ay hilal, yıldızlar yaralarıyla kutlu,
onlar kıvranırken yazamamanın verdiği sancıyla düşlerinde...
Sanma korkmuyorum, say ki uyuyorum İrmiya misali
toprakta olmasa da, bekliyorum fütursuzca yeniden doğacağım anı
göreceklerim ne olursa olsun sevgili ant içiyorum senle solumaya...
Sınırsız bir umutla tutunuyorum bizi tekraryazacak kaleme
bekliyorum saflığın bağrından kopup gelecek muhterem eli
çürümeye yüz tutmuş ceylan derisi üzerinde...
Kayıt Tarihi : 14.11.2005 18:28:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (5)