İnsanın yoğun [intensive] bir tanımını vermek her zaman oldukça cazip olagelmiştir. Atalarımız, kendi felsefi yetilerinden ve (kendilerince) bunların geriye kalan hayvanlar alemindeki [fauna] belirgin bariz yokluğundan ötürü öylesine şaşkına dönmüşlerdi ki, kendilerini homo sapiens diye nitelendirdiler. Siz ve ben, bu asil ünvanı kendi adımıza hiçbir çaba göstermeksizin miras edindik. Daha yakın zamanlarda, Huizinga'nın homo ludens [insanoğlunun hayattan zevk alabilme yönü] ve Korzybski'nin 'zaman inşa eden insan' [man the time-builder] tanımlama girişimlerini gördük. İlki, amacı olmayan faaliyetin, oyunun, daha değerli ve önemli gördüğümüz faaliyetlerin gelişimindeki önemi vurgular. İkincisi ise, insanı, deneyimi sembolize edebilme, ve böylece [insanın] bunu, zaman ve uzamda kendisinden çok uzakta yaşayan türlerin üyelerine aktarabilme yetisiyle nitelendirir. Bu arada, Korzybski'nin, Manhood of Humanity'de verdiği tanım kapsamlı [extensive] bir tanımdır.
Ben de kavgaya hazırım, ve modern zamanların insan yiyen çılgın devlerinden [ogre] birisi, bir teknolojist, makinanın kendi kendisini aşağılayan kör bir uşağı olarak, yoğun tanımları reddediyor ve Korzybski'nin tanımından geliştirilen kendi kapsamlı insan tanımımı ortaya koymayı tercih ediyorum; tanımımı ifade etmek için homo aedificians ismini ('inşa edici insan') [man the builder] seçiyorum. Yoğun tanımlar metafiziğe aittir; bu nedenle, tanımımın kapsamlı olmasını inanılır kılmak bana kalıyor. Tanımın doğrulanmasına yönelik açıklamalar şöyledir:
'Bu gezegenin kendi etrafındaki yüzmilyonuncu dönüşünün özelliklerini çözümlemek için, en azından bir dönüşünü sırasında yüzeyini yeterince ayrıntılı bir şekilde gözlemleyin. Çevrelerindeki maddelerden nesneler [artefact] üreten sayısız yaşam formu göreceksiniz. Daha fazla gözlem gösterecektir ki, bu yaşam formlarından birisi haricinde tümü, verili bir yaşam formu sadece bir nesne tipi [üretir]; ve, [bunu da] ancak aşırı sınırlı ekolojik bir çerçeve içerisinde üretir. Ancak, geriye kalan bu yaşam formunun çok çeşitli nesneler ürettiği görülecektir, ve değişen çevresel maddelerimizden uygun ara süreçler yardımıyla aynı nesneyi ürettiği de görülebilir. Eğer gözleminizi kendi etrafındaki yüz defa dönüşe genişletirseniz, daha önce vurgulanan yaşam formu haricindeki yaşam formları tarafından üretilen nesneler kümesinde hiçbir değişiklik olmadığını gözlemlersiniz. Bu yaşamformu tarafından üretilen bazı nesneler artık üretilmiyor olacaktır, bazıları ise artık tamamen farklı bir çevresel maddeden yapılıyor olacaktır, ve daha önce üretilmeyen çok sayıdaki yeni nesne olduğu dikkati çekecektir. Eğer ayrıntılı çözümlemeyi yüzün lineer katsayısı kadar gözlemle geliştirirseniz; diğer nesnelerin, olayların veya yaşam formlarının sembolleştirmelerine [simgeleştirilmeleri], soyutlamalarına indirgenebilecek bir nesne grubunu gözlemlersiniz. Gözlemlerinizle özelliklerini kendine özgür bir şekilde tanımladığınız [particularize] bu yaşam formuna insan denilir.'
İnsanın bu tanımı, kalp veya ruh, sanat veya idrak [intellect] hakkında hiçbir şey söylemez. Bunun alçakça olduğunu söyleyebilirsiniz. Belki. Ancak bu gerçekliği kanıtlanabilir bir şeydir; kişisel varsayımlardan yoksundur ve tartışılmakta olan türlerin tanınmasına yol açacak eylemlerin icrası için gereken talimatları kapsar. Bu, insanı, bu gezegendeki tek alet yapıcı ve sembol geliştirici olarak tanımlar; yani, teknolojileriyle.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...